Aslında
yaşanalar ile, ortalığa saçılan belgeler arasında bağlantı kurmayı düşünen her
normal zekadaki insan bu bağlantıyı kurar. Bağlantı kurulunca ne olur?
Şimdiye
kadar kendilerine uygulanan toplum mühendisliğinin oyunu ile hiçbir şeyi
görmediklerini anlarlar. Bu toplum mühendisliğinin parçası olan insanlar da
deşifre olunca, başlarlar küfretmeye.
Pek
sayın devletlû Oktay Ekşi gibi. Bana “kod
adlı bir provokatör” diyen o bacaksızı, hukukun verdiği tüm imkânları
kullanarak, doğduğu yere kadar kovalayacağım”diyor. Kime diyor.
Sayın Ergun Babahan için bu sözü söylüyor. Bu seviyesizliğe, bu terbiyesizliğe,
bu yaptığından utanmazlığa bakın. Hem 28 Şubatı destekleyeceksin, hem de bunu
söyleyen birinin anasına böyle küfredeceksin.
Bir de not düşüyor,” Nuray
Mert’in beklediği cevabı vereyim” diyor. Bence Nuray Mert sizden cevap beklemiştir.
Küfür değil. Yok eğer bunu bekliyor idiyse, eline kına yakar artık.
Hem millet düşmanlığı sayılan bir
darbeyi destek vereceksin, toplum mühendisleri insanları kandıracak ve bunu
fark ettirmeyeceksin, hem de fark edilince millete küfredeceksin. Ben de, Sayın
Oktay Ekşi’yi şimdiye kadar yazar zannediyordum.
Şimdi de toplum mühendisleri
insanları sivil dikta, Başbakanın tek başına hâkim güç olması, yargı
kuşatılması gibi tezlerle uyutuyorlar. Medya tek başlı olmuş. Asıl şimdi medya
çok başlı ama bunu görmeleri için, toplum mühendislerinden uzak durmaları gerekiyor.
Bakın içeriden biri Sayın Dinç
Bilgin, Sayın Neşe Düzel’e söyleşide neler söylüyor.
28 Şubat darbesiyle Mesut Yılmaz başbakan oldu. 28 Şubat’ı Sabah Grubu da
destekledi. Basındaki çürümeyi niye durdurmadınız? Yoksa farkında mı
değildiniz?
Farkında olmamak mümkün
değildi. Ama bir yanda konformizm, bir yanda gücün şehveti vardı. Medya o
dönemde, bu ülkede hiç olmadığı kadar güçlü oldu. Hem asker güçlendi, hem
medya. Hükümetler ise çok zayıftı. Medya o dönemde askerle ve yargıyla ittifak
yaptı. Bu ittifak, hükümetler karşısında basına sahip olmaması gereken bir gücü
verdi. Şu da var tabii... Bugün görüyoruz ki, manipülasyonlar da doğrusu ustaca
yapılmış. 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül gibi 28 Şubat da bir darbe süreciydi.
Medya 28 Şubat’ta karşı
çıkabilirdi ama çok zordu bu. Başına 50 tane bela gelebilirdi. Tehditler vardı.
Siyasi cinayetleri biliyorsunuz. ATV’ye bantlar geliyordu. Bizim Ali Kırca
ekrana çıkıyor, birden ses tonunu değiştiriyordu. Ve fonda saçma sapan yazılar
ekrandan akıyordu. Ben bunlara şiddetle karşıydım ve karşı olduğumu da
söylüyordum, bunun kavgasını yapıyordum ama... Bir süre sonra gazete sahibi
olarak, Sabah Grubu’nun bir numarası olarak benim de pek fazla gücüm olmamaya
başladı. Gücümü kaybettim, sözüm geçmemeye başladı. Bir başka güç odağı geldi
gazeteye hâkim oldu sanki
Onu bilemiyorum ama eski tür medya ilişkileri sürseydi, bugün Türkiye’de ne Ergenekon ne de Balyoz soruşturmaları yapılabilirdi. Basının bir kısmı Ergenekon’u ve diğer korkunç olayları yok saydı ama geri kalan kısmı da olan biteni yazdı çizdi. Taraf kadar yazmadılarsa da yazdılar. O açıdan bugün geçmişten farklı olarak çok sesli bir basın var. Mehmet Barlas doğru söylüyor. 28 Şubat’ta gazeteler ortak başlıklarla çıkıyordu. Çünkü aynı yerden besleniyorlardı, haberler aynı kaynaklardan geliyordu. Söz gelimi, Aczmendilerle ilgili haberi, bize, Hürriyet ’e, Milliyet’e, ATV ’ye, Star televizyonuna aynı yerden servis yaparlardı.
Generallerden çekinir miydiniz?
Türkiye’de
siyasetin bir kısmı orduya aktarılmıştı. Kimin tüm, kor ya da orgeneral
olacağını gazetede haber yapan, Türkiye’den başka bir ülke yoktur dünyada.
Bizde yapılıyordu, çünkü generallik onlara, yaptıkları işle mütenasip olmayan
bir güç sağlıyordu. Genelkurmay başkanı darbe yapıp ülkenin başına geliyordu ya
da ‘sözde’ demokratik yoldan cumhurbaşkanı oluyordu. Dolayısıyla generallik
mevkii çok önemliydi ve onlardan yana olmak, onlarla birlikte görünmek, onlarla
ittifak yapmak, bazı insanlar için kendilerine güç aktarmak demekti. Mesela
medya patronu olarak en son Hilmi Özkök’ün Genelkurmay’daki resepsiyonuna
katılmıştım. Davetten çıkışta kapıda Sinan Aygün, davetlilere torba içinde
ulusalcı posterler dağıtıyordu
Bu sözleri ben söylemiyorum, Sayın Dinç Bilgin söylüyor. İçeriden biri.
Olayları yaşayan biri. Hani haberleri dinlerken vay be, bak neler oluyor ülkede
dediğimiz günlerde, birileri yalan haberleri utanmadan, sıkılmadan, haber diye
bize izletmişler. O zamanın habercileri şimdinin köşe yazarları bile oldular.
Şimdide yalanlarını yazarak okutuyorlar.
Ama bu millet bir şeyi çok iyi anladı. Yazar diye okuduğu bir
kısım insanların, aslında iyi birer postal yalayıcıları olduklarını. Ordu çok
noktada yanlışını gördü ve asli görevine er veya geç dönecektir. Bu postal
yalayıcıları, yalayacak postal bulamayınca neyi yalayacaklar bende onu merak ediyorum.
Bir haşmetlû bu soruya da bir cevap verse.
10.3.2010
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder