30 Ağustos 2014 Cumartesi

İÇERİDEN BİRİ DİNÇ BİLGİN



Aslında yaşanalar ile, ortalığa saçılan belgeler arasında bağlantı kurmayı düşünen her normal zekadaki insan bu bağlantıyı kurar. Bağlantı kurulunca ne olur?

Şimdiye kadar kendilerine uygulanan toplum mühendisliğinin oyunu ile hiçbir şeyi görmediklerini anlarlar. Bu toplum mühendisliğinin parçası olan insanlar da deşifre olunca, başlarlar küfretmeye.

Pek sayın devletlû Oktay Ekşi gibi. Bana “kod adlı bir provokatör” diyen o bacaksızı, hukukun verdiği tüm imkânları kullanarak, doğduğu yere kadar kovalayacağım”diyor. Kime diyor. Sayın Ergun Babahan için bu sözü söylüyor. Bu seviyesizliğe, bu terbiyesizliğe, bu yaptığından utanmazlığa bakın. Hem 28 Şubatı destekleyeceksin, hem de bunu söyleyen birinin anasına böyle küfredeceksin.

Bir de not düşüyor,” Nuray Mert’in beklediği cevabı vereyim” diyor. Bence Nuray Mert sizden cevap beklemiştir. Küfür değil. Yok eğer bunu bekliyor idiyse, eline kına yakar artık.

Hem millet düşmanlığı sayılan bir darbeyi destek vereceksin, toplum mühendisleri insanları kandıracak ve bunu fark ettirmeyeceksin, hem de fark edilince millete küfredeceksin. Ben de, Sayın Oktay Ekşi’yi şimdiye kadar yazar zannediyordum.

Şimdi de toplum mühendisleri insanları sivil dikta, Başbakanın tek başına hâkim güç olması, yargı kuşatılması gibi tezlerle uyutuyorlar. Medya tek başlı olmuş. Asıl şimdi medya çok başlı ama bunu görmeleri için, toplum mühendislerinden uzak durmaları gerekiyor.

Bakın içeriden biri Sayın Dinç Bilgin, Sayın Neşe Düzel’e söyleşide neler söylüyor.

28 Şubat darbesiyle Mesut Yılmaz başbakan oldu. 28 Şubat’ı Sabah Grubu da destekledi. Basındaki çürümeyi niye durdurmadınız? Yoksa farkında mı değildiniz?

Farkında olmamak mümkün değildi. Ama bir yanda konformizm, bir yanda gücün şehveti vardı. Medya o dönemde, bu ülkede hiç olmadığı kadar güçlü oldu. Hem asker güçlendi, hem medya. Hükümetler ise çok zayıftı. Medya o dönemde askerle ve yargıyla ittifak yaptı. Bu ittifak, hükümetler karşısında basına sahip olmaması gereken bir gücü verdi. Şu da var tabii... Bugün görüyoruz ki, manipülasyonlar da doğrusu ustaca yapılmış. 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül gibi 28 Şubat da bir darbe süreciydi.

Medya 28 Şubat’ta karşı çıkabilirdi ama çok zordu bu. Başına 50 tane bela gelebilirdi. Tehditler vardı. Siyasi cinayetleri biliyorsunuz. ATV’ye bantlar geliyordu. Bizim Ali Kırca ekrana çıkıyor, birden ses tonunu değiştiriyordu. Ve fonda saçma sapan yazılar ekrandan akıyordu. Ben bunlara şiddetle karşıydım ve karşı olduğumu da söylüyordum, bunun kavgasını yapıyordum ama... Bir süre sonra gazete sahibi olarak, Sabah Grubu’nun bir numarası olarak benim de pek fazla gücüm olmamaya başladı. Gücümü kaybettim, sözüm geçmemeye başladı. Bir başka güç odağı geldi gazeteye hâkim oldu sanki

Bugünkü başbakanın da çok yakın olduğu bazı gazetelerden söz ediliyor. Sizce Başbakan onların da mı telefonuna çıkmıyor, onlarla da mı aynı mesafeli ilişkiyi götürüyor?

Onu bilemiyorum ama eski tür medya ilişkileri sürseydi, bugün Türkiye’de ne Ergenekon ne de Balyoz soruşturmaları yapılabilirdi. Basının bir kısmı Ergenekon’u ve diğer korkunç olayları yok saydı ama geri kalan kısmı da olan biteni yazdı çizdi. Taraf kadar yazmadılarsa da yazdılar. O açıdan bugün geçmişten farklı olarak çok sesli bir basın var. Mehmet Barlas doğru söylüyor. 28 Şubat’ta gazeteler ortak başlıklarla çıkıyordu. Çünkü aynı yerden besleniyorlardı, haberler aynı kaynaklardan geliyordu. Söz gelimi, Aczmendilerle ilgili haberi, bize, Hürriyet ’e, Milliyet’e, ATV ’ye, Star televizyonuna aynı yerden servis yaparlardı.

Generallerden çekinir miydiniz?

Türkiye’de siyasetin bir kısmı orduya aktarılmıştı. Kimin tüm, kor ya da orgeneral olacağını gazetede haber yapan, Türkiye’den başka bir ülke yoktur dünyada. Bizde yapılıyordu, çünkü generallik onlara, yaptıkları işle mütenasip olmayan bir güç sağlıyordu. Genelkurmay başkanı darbe yapıp ülkenin başına geliyordu ya da ‘sözde’ demokratik yoldan cumhurbaşkanı oluyordu. Dolayısıyla generallik mevkii çok önemliydi ve onlardan yana olmak, onlarla birlikte görünmek, onlarla ittifak yapmak, bazı insanlar için kendilerine güç aktarmak demekti. Mesela medya patronu olarak en son Hilmi Özkök’ün Genelkurmay’daki resepsiyonuna katılmıştım. Davetten çıkışta kapıda Sinan Aygün, davetlilere torba içinde ulusalcı posterler dağıtıyordu

Bu sözleri ben söylemiyorum, Sayın Dinç Bilgin söylüyor. İçeriden biri. Olayları yaşayan biri. Hani haberleri dinlerken vay be, bak neler oluyor ülkede dediğimiz günlerde, birileri yalan haberleri utanmadan, sıkılmadan, haber diye bize izletmişler. O zamanın habercileri şimdinin köşe yazarları bile oldular. Şimdide yalanlarını yazarak okutuyorlar.

Ama bu millet bir şeyi çok iyi anladı. Yazar diye okuduğu bir kısım insanların, aslında iyi birer postal yalayıcıları olduklarını. Ordu çok noktada yanlışını gördü ve asli görevine er veya geç dönecektir. Bu postal yalayıcıları, yalayacak postal bulamayınca neyi yalayacaklar bende onu merak ediyorum. Bir haşmetlû bu soruya da bir cevap verse.

10.3.2010

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder