Bu
konu üzerinde neden ısrarla duruyoruz?
Kökü
on yıllara dayanan işgalin, başımıza yağmur gibi musibet olarak yağdığını
herkes yakin olarak müşahede etti. Bu gerçekle yüzleşme olmasaydı,
yazdıklarımız belki din düşmanlığı olarak algılanacaktı. ( Pensilvanya kaynaklı
ihanet şebekesini 2002 yılında yazan Necip Hablemitoğlu irtica deyince, aslında
kendisini destekleyecek olan dindarlar bile karşı çıkmıştı. Tehlikenin tespiti
doğru ama isimlendirme yanlıştı. )
Hâlbuki
maksadımız dinimizi İslam olarak muhafaza etmek, Müslümanları fitneden korumak
ve sahtelere karşı uyarmaktır. Bunu yaparken sahte dindar, dini siyasete alet
edenler, laiklik adına dini yasaklayanlar diye ayrım yapmadık.
Yapmadık,
çünkü dini yasaklamak veya Müslümanları devletin istediği nizamda müslüman
yapmakla, dini yozlaştırmak isteyen dış kaynaklardan beslenen hoca kılıklılar
arasında hiçbir fark görmedik. İslamda bir tek nizam vardır, İslamın kendisi. Devlete
göre islam, hocaya göre islam, şeyhe göre islam olmaz.
Diyanet
İşleri Başkanlığını, Osmanlıda meşihat makamlığınca Şeyhülislam eliyle
yürütülmesinden ele alıp şimdiki haline gelinceye kadar geçirdiği evreleri uzun
uzun anlatmaya gerek yok. Aslında laik bir devlette olmaması gereken bu
kurumun, bizim laikliğimizin de hilkat garibesi olması nedeni ile kesin bir
ihtiyaç olduğu kanaatindeyiz.
Başlangıçta
Diyanet İşlerinin, icraatlarına bakınca, kuruluş gayesi devletin istediği
kalıpta Müslüman yetiştirmek olarak görünüyor. “Laik müslüman” rejimin ideal
olarak gördüğü tipti. Kıble tayini yapmak, namaz vakitlerini ayarlamak,
camilerde ezan okutmak ve namaz kıldırmak, Cuma günleri hutbe okutmak. İhtiyaç
olursa diye cumhuriyet ilkelerini sarsmayacak şekilde fetva verecek fetva
kurulu oluşturmak.
Cuma
hutbelerinde hocalar Kuran’dan bazı ayetler okur. Sonra Peygamber Efendimiz
döneminden menkıbeler anlatırlar. Bu anlatılanlar hayatımızda uygulanması
gereken kurallar diye algılanmaz bile. İnsanlar Malazgirt meydan muharebesi
gibi dinler ve çıkardı camiden.
Bir
şeyi yasaklarsanız cazibesi artar. Merdiven altına iner demiştik. Şeyhler ve
hocalar din eğitimi vermeye başlar. Bu oluşumlar gittikçe büyük cemaatlere
dönüşünce, bu insanların toplum üzerinde etkisinin arttığını gören toplum
mühendisleri boş durmaz tabi.
İslam
cemaate önem verir. Bir arada olmak, birlikte olan Müslümanların aralarında
sevgi bağının oluşması, saldırı karşısında birlikte hareket etmek gibi
faktörler daha ilk yıllardan beri tavsiye edilmiştir.
Cemaatle
ilgili Rahmetli Prof. Dr. Esat Coşan hoca “İslam'da cemaatle beraber olunması
tavsiye edilir. Cemaatle beraber olmak "hakla", "hakikatle"
beraber olmaktır! Tek başına olsa bile, hakikatle beraber olan cemaattir.
Hakikatten kopmuş olanlar, milyonlarca da olsa tefrikadadır” demiştir.
Cemaati
tavsiye ederken elbette “hakla, hakikatle” olanları kast ediyoruz. Zaman zaman
içine İngiliz kaçmış dediğimizde nasıl anlam yükleniyor bu söze bilmiyorum.
Maksadımız asıl kurucu beyinlerin onları kullananlar olduğunu, ya da daha
sonradan şeyhin, liderin satın alındığını anlatmaktır. Baktığınızda İngiliz
falan göremezsiniz. Bizden birileridir onlarda.
Esat
Coşan hoca onu da “Bugün maalesef tüm İslâm âlemi emperyalist güçlerin sultası
altındadır. Kuş uçurtmazlar, takip ederler... Hem de kendisi takip etmez...
Amerika seni John'la takip etmez, Smith'le takip etmez. Adı senin benim gibi
olan Müslümanla takip eder; canına okur. O milletin içinden çıkmış hain
vasıtasıyla takip eder ve millete en büyük zararı, kendi içinden çıkmış
insanlara yaptırır. Parayla satın alır, ajan edinir ve öyle kullanır” diye
anlatıyor.
Bütün
cemaat ve tarikatlar sahtedir, hocaların hepsi emperyalizme hizmet eder
demiyoruz elbette. İyi olanları da vardır. Bunu ayırt etmek için biraz ilim
sahibi olmak gerekir. Her fert dinini bilmek zorundadır. Bilmek için de okumak gerekir ki doğru ile
yanlışı ayıralım. Bunu da Esat Coşan hoca “Herkese ajan demiyoruz; metot
bilmediğinden, ilimden uzak olduğundan emperyalist onu kullanır, fark etmez.
Sahte bir takım organizasyonlar var, topluyorlar insanları etraflarında, ondan
sonra onları toptan satıyorlar! Götürüyor, olmadık yere bağlıyor... Mü'min feraset
gözüyle bunları anlayabilmeli. Hizmet ediyorum diyen insanları,
organizasyonları irfan teraziniz ile tartın!” diyerek müminin ferasetine
bağlıyor. Bilgi olmadan feraset olur mu? Emperyalist onu kullanır, o da
insanları sürü gibi peşine takar.
Yazdığımız
bir ayet için dahi “bunu ya benim hocam ya da filan hoca derse kabul ederim”
diyen insan aslında Allah’ın tavsiye ettiği din dairesine değil, hocasının din
diye sunduğu daireye girmiştir. Ayet, Allah’ın sözü olduğu halde onu hocasının
tasdik etmesini istiyor. Çünkü hocası onun ilahı olmuştur, Allah’tan daha iyi
bilmektedir. Yine Esat Coşan Hoca, “Böyle birtakım insanlara, organizasyonlara
körü körüne bağlanmayın! Her birinize istiklâl tavsiye ediyorum. Hür olun,
hizmeti kendiniz tespit edin, yapmaya çalışın!” diyor. Lakin bunun için bilgi
gerekir. Bilgi de Allah’ın indirdiği kitap ve o kitabı bize getiren ve
açıklayan peygamberimizdir. Ancak vatandaş hocasından başka ilah bilmemektedir.
Ne
dinimiz ne de devlet hizmetleri tek kişi ile kaim değildir. Olmadığı zaman
bütün faaliyetlerin duracağı insan yoktur. Hizmeti yapacak insanlar mutlaka
bulunur. Emekli olmuş CİA elemanına gidip, “bu görev var ama senden başka
yapacak kimse yok” demek ancak filmlerde olur. Esat Coşan hocamız ne güzel
söylüyor. “Emperyalistlerin türlü oyunları var. İslâm, bir kimsenin hizmetiyle
yürüyecek hâle gelirse, o kimseyi yok ederler, öldürürler, satın alırlar,
tehdit ederler. Ne yapmak lâzım? Hizmeti yaygınlaştırmak lâzım, herkesin lider
olması lâzım. "Tek lider, vazgeçilmez insan..." diye bir şey olmaz.
Bakın, Filistinli çocuklarla niye başa çıkamıyorlar? Hepsi lider.”
İnsan
sorgulayıcı olmalı. Mutlak doğru düşünen, her şeyi doğru düşünen insan yoktur.
Onun için yanlışlar sorgulanmalıdır. Sorgulama olmayınca “Onun için, teşkilât
kurdurtuyorlar; teşkilâtın başına kendi adamlarını, hain bir kimseyi koyuyorlar.
Öteki insanların hepsini, üzüm salkımı gibi oraya buraya götürüyorlar” diyen
Esat Coşan hocayı, 15 Temmuzda kendi halkını bombalayanlar doğrulamadı mı?
Hocasının
huzuruna dört ayak vaziyetinde gidip, sonra geri geri çıkanları o hoca ikaz
etmiyor ve bunu kabul ediyorsa, o hoca sahtekârdır. Siz okumayın, biz okur size
anlatırız diyen hoca sahtekârdır. Çünkü maksat kayıtsız şartsız insanları
kendisine bağlamaktır. Körü körüne bağlı olan insandan daha tehlikeli bir şey
olamaz. Esat Coşan hoca bile;
“Müsaadeli,
ağabeyli, bilmem neyli hizmet olmaz... Tabii olmayın kimseye!
Bana
da tabi olmayın!
Bana
tabi olursanız, beni sıkıştırırlar. Ondan sonra,
"Sen
bu adamlarına şöyle yap!" derler.
İslâm'a,
Allah'ın emrine tabi olun!
Allah'ın
dinine hizmet edin!
Tek
başınıza olsanız da, hakla beraber olun!
O zaman
İslâm kalkınır; başka türlü kalkınamaz! “ diyor. Gerçek hoca böyle der işte.
Çünkü görevi insanların Allah’a tabi olmasını, Allah’ın dinine hizmet etmesini
sağlamaktır.
Dönem
dönem aman fitne olmasın, bu yanlış ama söylemeyelim denmektedir. Yahut bana
sağlanan bu menfaatlerime engel olur diye susmak, doğruları söylememek aslında
en büyük fitnedir. Yine Esat Coşan hocamız ““Dirlik, düzenlik, birlik,
beraberlik, organizasyon bozulmasın" diyorlar”” diyerek ne yapılması
gerektiğini şöyle izah ediyor.
“Her
biriniz İslâm için, kendinizin dünyada kalmış tek adam olduğunuzu düşünün. Ama
senin gibi aynı hedefe yürüyen başka insanlar varsa; onlarla da işbirliği yap!
Yapmıyorsa, silkele at be! “
“Sen
onu sırtında taşımak zorunda mısın?”
“Beni
sırtında taşımak zorunda mısın?”
“Kimse
kimseye hürriyetini vermesin! “
“Hürriyet
aziz şeydir. İnsan, ancak Allah'a kul olur” diyen bu muhterem insan, istihbarat
örgütlerinin tarzı ile trafik kazasında 2001 yılında hayatını kaybetti. Aslında
bu bir suikasttı. Esat Coşan hoca açıkça görüldüğü gibi hizmet hareketi denen
küfür hareketini tenkit ediyordu. Emperyalistlerin
kontrolüne girmiş olan cemaat ve tarikatlar yıkıcıdır, öldürücüdür. Önüne çıkan
engelleri gerekirse öldürerek ortadan kaldırır.
Bazılarının
Diyanetin böyle bir görevi yok demesine rağmen DİB’nın sahte cemaat ve
tarikatları ifşa etmek için çalışma başlattığını öğrendim. Camide namaz
kıldırmaktan daha önemli bir görevdir bu. İnsanlar nasıl olsa birini imam yapar
ve namazını kılar. Yanlış ilmihal bilgilerini, Kuran dışı davranışlarını
isimleri ile anlatmak zorundadır.
Bunu
yaparken özgür olmalı, hiçbir siyasi baskı altında olmamalıdır. Siyasilerin oya
ihtiyacı vardır ancak gerçek din hizmeti yapanların oya ihtiyacı yoktur. Onlar
Allah rızası için, Allah’ın dinine hizmet için çalışırlar. Siyasiler de onlara
destek olmalı, oy kaygısı ile küstürmemek için doğruların gizlenmesini
istememelidir. Aksi halde önceleri laik müslüman yetiştiren devlet, şimdi de
sahte müslüman yetiştirmiş olur. Yeterince yetişmiş sahte müslüman var zaten.
Buna
engel olmak isteyenler çıkacaktır elbet. Sadece din konusunda değil, hangi konu
olursa olsun, yanlış bildiğini değiştirmeyen, doğruları kabul etmeyen yobazlar
hep vardır. Zaten yobazlık bu demek değil midir?
Ayetleri
eğip bükerek meal yazanlar var. “Kitap ehlinden öyle bir güruh da vardır ki,
siz onu kitaptan sanasınız diye, dillerini kitaba eğip bükerler. Hâlbuki o,
kitaptan değildir. Bu Allah katındandır derler. Oysa o, Allah katından
değildir. Allah’a karşı, kendileri bilip dururken yalan söylerler” Al-i İmran
78 ayetinde anlatıldığı gibi.
Bir
grup da vardır, ne kadar sahih olmayan hadis varsa onlara sarılmıştır. Hatta
“öyle müteşabih hadis var ki duyunca başın tavana vurur” diyecek kadar
cahildir. Hoca dediği tanrısı öyle öğretmiştir çünkü. Müteşabih hadis
olmadığını dahi bilmez. Müteşabih ayet, bizim beşer aklı ile anlayamayacağımız
ayettir. Peygamberimizin görevi bize anlatmak açıklamak olduğu halde,
anlamayalım diye neden anlattığını dahi sorgulayamaz. Müteşabih hadis olduğuna
inandırılmıştır.
Günümüzde
medyada izlediğimiz, Kuran’a göre konuşan hocalar sosyal medyada anında linç
ediliyor. Hayatında bir ayeti bile Kuran’ı açıp yüzünden okumamış tipler
“kâfir” bile diyorlar o insanlara. Eğer Kuran diyorsanız, hiçbir ima olmasa
bile anında “sen hadisleri, sünneti reddediyorsun” diye yaftalıyorlar. Hâlbuki
Kuran’ı bilen, Kuran’ı anlatan insan hadisleri reddedemez. Çünkü Kuran, “Peygambere uyun, onun yolundan gidiyor”
diyor.
Duyduğumuz
her şeyi sorgulamadan inanmak, paylaşmak fitne olarak yeter. Birlik ve
beraberliğe en çok ihtiyacımız olduğu dönemler bunlar. Kimse kimseyi hainlikle
falan suçlamasın. Herkes önce kendine baksın. Yobaz sadece din konusunda
değildir dedik.
Sosyal medyada bir bilgi yayılıyor. Aradan
zaman geçiyor bakıyorsunuz birileri yine sahneye sürmüş. Atatürk, Suud kralına
telgraf çekip, Peygamberimizin kabrinin tek taşına dokunursan, ordumu alır
güneye gelirim demiş. Bunu da bir gazeteci ile muhafazakâr yazar ve siyasetçi
bir Prof.TV de konuşmuş. Tarih 26 Haziran 1919. Kimse sorgulamıyor. Bu
sorgulamayanlar da sahte hocasını sorgulamıyor diye birilerini kınayanlar.
Hâlbuki
düşünse ortaokul bilgisi bile yeter.
Atatürk
henüz Atatürk değil.
Atatürk
19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıktı.
Amasya
Tamimi 22 Haziran 1919
Erzurum
Kongresi 23 Temmuz 1919
Sivas
Kongresi 4 Eylül 1919
Henüz
ortada ne ordu var ne de silah.
Ordu
falan yok ama Atatürk Suud Kralına “ordumu alır, güneye gelirim “ diyor. Ne
zaman diyor? 26 Haziran 1919. Daha Erzurum kongresi bile yapılmamış.
Peki,
Suud Krallığı var mı? O da yok tabi.
27 Mayıs 1927'de
İngilizlerle yapılan anlaşmayla "Necd ve Hicaz Krallığı" bağımsız bir
devlet statüsü kazandı. 1932'de devletin adı "Suudi Arabistan
Krallığı" olarak değiştirildi.
Sorgulayın diyenler de sorgulamıyor. Bunlar da kemalizmin yobazları. Tepeden
iki gruba da bakın. Aralarında ne fark var?
Bir başka grup var, kendilerini zincirlerle döverler. “Kuran’dan ayet
çıkarılmıştır” derler. Ayette geçmediği halde ilave yaparlar. Devletim de
onlara söz verir, “cemevlerinin statüsünü tanıyacağız” der.
Rabbimiz insanın kendine eziyet etmesini, kendini öldürmesini ( intihar)
yasaklamıştır. “Hiç şüphe yok ki Kuran’ı biz indirdik, elbette onu yine biz
koruyacağız” Hicr-9 ( bu ayette, Kuran lafzı geçmemektedir. Nezzelna zzikr diye
geçer. Zikr Kurandır.) ayeti korunduğunu söylediği halde değiştiğini söylemek
küfürdür. Bir ayeti bile reddetmek küfürdür. Hele Peygamberimizin ayeti
gizlediğini ve tebliğ etmediğini söylemek insan aklının alacağı şey değildir.
Bu görüşte olanlar ne Allah’ı Kuran’da anlatıldığı gibi anlamış, ne de
Peygamberimizi övüldüğü gibi kavramıştır. Miracda bizim aklımızın almayacağı
şeyleri gören, “benim bildiklerimi bilseydiniz az güler çok ağlardınız” diyen
bir peygamber, Allah’tan korkmuyor ve tebliğ et denilen ayeti gizliyor. Alevilerin
dayandığı ayet “Ey resul! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu
yapmazsan, onun elçiliğini yapmamış olursun. Allah seni insanlardan korur”
Maide- 67 ayetidir. Aleviler “ Ey sevgili peygamberim! ( Ali hakkında)
Rabbinden sana indirileni tebliğ et” derler.
Hicr-9 ayetinde Kuran değil, zikr denmekte ve o da Kuran’dır diye
özellikle yazdım. Ancak Maide- 67 ayetinde Ali kelimesi hiç geçmemektedir. Onu
parantez içinde kendileri ilave ederler. “Sevgili peygamberim” de yoktur. Kuran’da 4 halifeden hiç birinin adı geçmez.
Üstelik “Gadir-i Hum denilen yerdeki olaydan ilk dönem ravileri hiç bahsetmez”
diyor Diyanetin İslam ansiklopedisi.
Bakıyorsunuz biri çıkıp, “Feto bahane edilip, Hak tarikatlara, mürşidlere
saldıranlar var” diyor. Hangi tarikatın hak olduğunu nasıl tespit etmiş bilgi
yok tabi. Hele mürşid nasıl tespit edilmiş, bu zamanın mürşidi kim o da belli
değil. Daha önce mürşid dedikleri zatın kitaplarının hepsini okudum, mürşid çok
hafif kalır. Adam resmen peygamber.
Diyanet işleri Başkanlığı bir kurul oluşturup, bütün cemaat ve
tarikatları, alim sıfatı ile kitap yazanların kitapları mercek altına almalı.
Vatandaş doğru ve yanlışı madem ayırt edemiyor, diyanetin açıkladığı sahteleri
en azından devletin kurumundan öğrenir. Bu ülkeye ihanet eden cemaatler sadece
Feto Ve Adnan Oktar mı? İnsanları kendine taptıran başka şeyh yok mu?
İtiraz edenler, “hukuken suç işlememiş ise bir şey yapılamaz, onun da
görüşü öyle ve fikirlerini yazıyor veya söylüyor” diyorlar. Zaten biz de
hukuken bir şey yapın demiyoruz. Eğer onun Kuran dışı fikirleri, din diye
anlatma hakkı varsa, Diyanetin de bunun sözlerinin din dışı olduğunu söylemeye
hakkı vardır. Özgürlük sadece sahte şeyhlere mi olacak.
“Bir dezenformasyonun tesirli olması için %90’nın doğru olması gerekir”
diyor Peter Dale Scott. Hocasının söylediği bazı sözleri başka yerden de duyan
mürid, hocasının doğru olduğuna kanaat getirir. Onun için yanlış olanlar
dikkatinden kaçar.
Müslüman aklını kullanan insandır. Müslüman okuyan, sorgulayan insandır.
Müslüman kula kul olmayan, Sadece Allah’a kul olan insandır.
Alıntılar: Prof. Dr. Mahmud Esad
Coşan hocamızın 5. Mayıs. 1990 tarihli sohbetinden alınmıştır. Bu linkten izlenebilir. https://www.youtube.com/watch?v=zNHoPcx1Pi0