Kulağa
hoş geliyor. İçinde islam tabiri geçiyor ya, bizim için biçilen her rolü
kabulleniyoruz. İslami terörist değil, İslamcı terörist deseler onu da
kabulleneceğiz. İşin tuhafı, bunu muhafazakâr kesimin benimseyip reddetmiyor
olması.
Bir
tiwit attım “İslamcı ne demek? Müslüman rolü
yapana mı diyorsunuz? Muhafazakârlık vardı şimdi İslamcılık çıktı. Bir insan ya Müslümandır ya değildir” dedim. İtiraz ettiler. Bu siyasi bir terim, biz İslamcıyız
dediler.”
Baktım çok cahilce, saçma şeyler yazılıyor, devreden
çıktım. Epeyi tartıştı gençler, sonuçta İslamcı olduklarına karar verdiler.
Hiç Musevici, Hıristiyancı tabirini duydunuz mu? Duymadınız,
çünkü biz onlara bu tabirleri yakıştırmadık. Ama onlar bize yakıştırdı ve biz
de kabullendik.
Çünkü biz dinimizi bilmiyoruz. Çünkü bizim dinimizi
bilmediğimizi küffar çok iyi biliyor. Onun için İslamı, uyduruk şeylerle tahrif
edilmiş bir din haline getiriyorlar. Biz de kuzu gibi inanıyoruz. Çünkü
okumuyoruz.
Siyasi manevralarına alet ettiler dinimizi. Aynı bahçe
içinde sinagog, kilise ve cami yaptık. Bunu bile hoş karşıladık. Onlar “basitleştirilmiş
ve birleştirilmiş bir tek dünya dini” üzerinde çalışıyorlar. Bunun islamı
bozmak olduğunu anlamadık aksine alkışladık. Kardeşlik, barış dedik.
Rabbimiz, Maide-3 ayetinde “Bugün sizin için dininizi kemale
erdirdim. Size nimetimi tamamladım. Size din olarak İslamiyeti beğendim(
seçtim)” diyor. İslamcılığı beğendim demiyor. 1400 yıldır Kuran’da duran bu
ayeti bilmeyen insanımız ayeti değil de 150 yıldır var olduğunu söyledikleri İslamcılığı
benimsiyorlar.
Bilmedikleri
şey, islamın yozlaştırma çalışmalarının aslında 150 yıl değil, yine yaklaşık
1400 yıldır devam ettiğiydi.
İslam
devleti güçlenince kendisini müslüman olarak gösteren Abdullah İbni Sebe adında Yemenli Yahudi Mısır’dan getirdiği
Yahudilere Hz. Osman’ı öldürttü. Hz. Osman’ın katillerinin cezalandırılması
konusunda ihtilaf arttı. Müslümanlar kendi aralarında savaşmaya başladı.
Abdullah İbni Sebe Hz. Ali’den önceki üç halifenin Hz. Ali’nin hakkını gasp
ettiklerini ileri sürdü. Bu yolda hadisler
uydurmaya başladı ve Şiiliğin temelini attı.
Şiilerin
bir kısmı Abdullah İbni Sebe’nin izinden giderek islam dairesinden çıktı.
Hz.
Ali’nin torunlarından İsmail’i imam kabul edenler İsmaili adını aldı. İsmaililer içinde Abdullah İbni Sebe’nin izinden giden ve sebeiyye olarak bilinen Gulat-ı Şia’nın takipçilerinden Yahudi
asıllı göz doktoru Meymun El Kaddah Bâtıniliği
kurdu.
Bâtınilik, Eflatun ve
Aristo’dan gelen felsefenin, Zerdüştlük,
mani ve Budistlik gibi dinlerin harmanlanmasından ortaya çıkan, Yahudilerin
kabalasına benzeyen bir inanç sistemidir.
Kudüs
kralı II. Baudouin baş müşaviri hugo (
hugues) de payens, Kudüs’te tapınak
şövalyeleri tarikatını kurdu.
Tapınakçılardan
Gül-Haç mezhebi doğdu. Tanrının
vahdeti, yani birliği ve bütünlüğü, iyiliği. Ruhun ölümsüzlüğü. Kötülüğün,
yanlışın, dert ve kederin nihayet bir Mesih
ile son bulması.
Nihai hedefleri, bütün dinleri tek bir
din halinde bu inançlar altında birleştirmek. Bu düşüncenin
etkilerini cumhuriyetin kuruluş felsefesinde bile görebiliriz.
Görüldüğü
gibi islamı bozmak, ılımlı hale getirmek, Müslümanları Kuran dışı bir inanç
sistemine bağlamak tek hedefleri. Bu uygulamaları çeşitli şekillerde yaşadık,
yaşıyoruz.
Yukarıda
bahsettiğim, Antalya’da tek bahçe içinde, Pensilvanyalı Papazın Kilise,
Sinagog, Cami projesinin ne anlama geldiğini anlamadık bile. Çünkü bize Kuran’ın
bir zahiri bir de Bâtıni manası vardır diye öğretti hocalarımız. Biz de onlara
inandık. Hocalarımızın Sünni değil aslında batını olduğunu, Bâtıniliğin de
islam dışılık olduğunu anlayamadık.
Hem
de “ Bu kitabı her şeyi açıklayan olarak indirdik. Müslümanlara doğruyu
gösteren bir rehber, bir rahmet kaynağı ve bir müjdeleyici olarak indirdik “diyen
Nahl-89 ayeti dururken. Biz Allah’a inanmadık, Bâtıni manası var diyen hocalara
inandık. Çok yerde “apaçık ayetler” denirken, biz açık olan ayetleri “Bâtıni manası
var, biz anlamayız ama hocalarımız anlar” dedik.
Mensubu
olduğumuz tarikat veya cemaatin asıl kurucusunun belki bir Yahudi olduğunu aklımıza
bile getirmedik. Cemaleddin Afgani ve onun talebesi Muhammed Abduh için selefim
diyen Said Nursi’nin peşinden hala milyonlar gidiyor. Hâlbuki o Muhammed Abduh,
o sırada Fransa’da bulunan hocası Cemaleddin Afgani’ye yazdığı mektupta “davranışlarımızı senin muteber talimatına
göre tanzim ediyoruz. Dinin başını, dinin kılıcı ile kesiyoruz” diyordu.
Tabi kılıcı da biz “İslamcıların” eline vermişler farkında değiliz.
Nasıl
ki ayakkabıcı demek ayakkabı demek, tiyatrocu demek tiyatro demek değilse İslamcı
tabiri de islam demek değildir. İslam dinimizin adıdır. Bu dine mensup olanlara
da Müslüman denir.
Eline
silah verilerek islam coğrafyasına salınan, islam adına kafa kesenler belki İslamcı
olabilir ama asla müslüman olamazlar. Dönem dönem farklı isimlerde dinimiz
tahrif edilmektedir. Bu dönem demek ki İslamcılık akımı seçilmiş. Şuurlu bir
müslüman bunu reddeder.
İsteyen,
dini sorulduğunda ben İslamcıyım diyebilir. Ama biz sorulduğunda Müslümanım
demeye devam edeceğiz.
5.5.2017