23 Mayıs 2016 Pazartesi

SİYASETTE İFRAT VE TEFRİT

Nedir ifrat ve tefrit önce genç nesil için onu yazalım. İfrat, bir şeyde aşırı ileri gitme. Tefrit ise onun zıddıdır. Mesela savurganlık ifrat ise, cimrilik tefrittir. Dinimiz ikisinden de kaçınmamızı emreder, orta yolu bulmamızı öğütler.

“ O, her şeyi yaratıp, bir ölçüye göre düzenleyerek takdir etmiştir. Furkan-2
“ O’nun katında her şey bir ölçü iledir” Rad-8 ayetlerinde görüldüğü gibi kâinatta her şey bir ölçü ile yaratılmıştır.

Siyaset, uzaktan baktığınız gibi değildir. Bir siyasetçi bazen hiç inanmadığı bir şeyi söyleyebilir. Hatta şahsi olarak çok karşı olduğu fikri bile söyleyebilir. Bize düşen ne maksatla söylendiğini anlamaktır. Çünkü siyasette çok kanattan oy almak esastır.

Geçen yazımızda demiştik doğru olduğuna inanılan bir politika uygulanır. Bir lider için doğru nedir peki? Özellikle en tepede olan bir yönetici her şeyi eliyle yapamaz. Bir konuda karar verecek olduğunda danışmanları hazırlar ve o da karar verir. Danışman bilir diye düşünür.

Peki, danışman yanlış biri ise ne olacak? Danışman yanlış biri olur mu demeyin. Paralel danışmanların ülkeye ne hale getirdiğini hepimiz gördük. Her dönem yanlış bir danışman ihtimali vardır.

Sosyal medyada uygulanacak politika veya fikrin kabul ettirilmesi için görevliler olabilir. Onlar ne diyorsa doğru kabul edilmesi, bizim aklımız işe yaramaz demek değil midir?

Başkanlık sistemi denildi, sosyal medyada her fert başkancı oldu. Büyük ihtimalle nasıl bir başkanlık olduğunu, içinde ne olduğunu kimse bilmiyor. Muhalefet, iktidar ne söylediyse karşı olmaya devam etsin. Biz ise ülke için faydalı olacaksa neden olmasın deriz. Ama bunun içinde ne var, nasıl bir başkanlık olacak diye de sormalıyız.

Göreve gelen bir makam sahibine paralı çete övgüler diziyor, bütün sosyal medya aynı nakarat. Bir sebeple uzaklaştırılınca hep bir ağızdan aleyhinde söylemediğimiz kalmıyor.

Yeni Genelkurmay Başkanı göreve geliyor “işte komutan” diye başlayan mesajlar. Hâlbuki herkes görevini yapıyor. Hakan Fidan görevden alınınca bakalım neler yazacaksınız.

Ahmet Hoca başbakan olduğunda yazılanları hatırlamıyor insanlar sanırım. Bir de şimdi yazılanlara bakın. Vatan haini, paralel ve pkk’lı olmadı sadece. Bakalım onları ne zaman söyleyecekler. Gerçek manada Ahmet Hoca ile neden ters düşüldü bilen var mı? Uydurup, size anlatılandan başka. İsterseniz Binali Yıldırım için şimdi dizilen övgüleri not alın bir kenara, süresi dolduğunda bakarsınız.

Çalıştığımız insanlarla ters düşemez miyiz peki? Düşersiniz elbet. Ama saydığım bu üç özellik yok ise, uygun bir şeklide yolları ayırırsınız.

Dava adamları vardır, heybeciler vardır. Heybeci, bir dava içinde yer aldığında menfaatine halel geldiğinde çirkefleşir. Hemen karşı cenahta yer alır. Ama dava adamı, heybesi olmadığından haksızlığa uğrasa bile asla asaletini bozmaz. Çünkü aslolan davasıdır. Hatta kendisine “insan geldiği yeri bilmeli ki, nereye gideceğini bilsin” dense bile yine bozmaz. Onlar “benim ağzımdan aleyhte tek kelime duymayacaksınız” diyecek kadar asildir.

Yanlışları dile getirmeye Erdoğan karşıtlığı diye tepki verenler, destek vermekle tapınmak arasındaki farkı bilmeyenlerdir. Destek vermek orta yol ise, tapınmak ifrattır. Davalar kişilerle kaim değildir. Ahmet gider Mehmet gelir, Mehmet gider Ali gelir. Önemli olan bunu kırmadan, dökmeden yapmaktır.

Dün çalıştığımız insanların hepsi kötü ise iyi kim peki? Vazgeçilmez sandığımız insanların yokluğunda işlerin aksamadan devam ettiğini tarih göstermiştir.

Tarihimizde ülke için bir şeyler yapan insanlar iyi veya kötü bir şekilde yer almıştır. Hiç birinin arkasından sövmeye hakkımız yoktur. İyi yapan da kötü yapan da bizim insanımızdır. Mehmet Akif “ Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem” diyor. Geçmişte bizimdir çünkü.

Dün bir dostum şöyle diyordu. “ Geleni sahiplenmek, gidene küfretmek değildir. Kralın düşmanlarını çoğaltan hep soytarılar olmuştur” Bilmiyorum bu söz, sizin için bir anlam ifade ediyor mu?

23.5.2016




MÜSLÜMANLARIN PARA VE GÜÇ İLE İMTİHANI

Bu konu aslında son derece karışık. Müslüman’ın imtihanı derken, kimi kast ettiğimizi de bilmiyoruz. Konu ile alakalı bir gönderme yapıldığında, hedefe ulaşacağından da emin değiliz.

Meseleyi, bu insanları üç kategoriye ayırarak ele almak kanaatimce daha uygun olur.

1.Müslümanlar: Okumuş, bilgili, hatta eğitici ve öğretici makamında olanlar.

2.Kendisini Müslüman sanalar: Bu gruptakiler müslümandır. Ancak hiç okumazlar, bazı hocalardan ve başkalarından duyduğu bilgilerle durumu idare ederler. Aslını bilmedikleri için, makbul saydıkları insanlardan duydukları din dışı uygulamaları da dinden sanarlar.

3.Müslüman gibi görünenler: Ülkemizde bu tiplerden çok sayıda mevcuttur. Özellikle siyasi teşkilatlar büyük, heyula kurumlar olduğu için, arada kaynar giderler. Lakin İslama çok zarar verirler.

Bizim konumuzu teşkil eden 1’nci grupta yer alan, Müslümanlardır. Çünkü Fatır Suresi 28 ve 29’ncu ayette Rabbimiz “ Kulları içinde Allah’tan ancak âlimler korkar. Allah’ın kitabını okuyanlar, namazı kılanlar ve kendilerine verdiğimiz rızıktan gizli ve açık olarak verenler, kesinlikle batma ihtimali olmayan bir ticaret umarlar” diyorsa, biz de bu insanlardan bilgileri ile amellerinin paralel olmasını umarız.

Karşımızdaki insanın bu gruba girip girmediğini anlamak için de, elbette iki ve üçüncü grupta olmamak gerekir. Yoksa başta zikredildiği gibi göndermelerimiz yanlış adrese teslim edilebilir.

Özellikle medyatik hocalardan uzak durulmalı. Büyük çoğunluğu ekranlarda görünmek için para aldığından, halkın hislerini okşayıcı kelimeleri seçmekte pek mahirdirler. Ayetleri, onların hoşlanacağı şekilde tevil ederler. Çoğu zaman dinden çıkarlar da haberleri olmaz.

Medyatik hocaya dinin emirlerinden biri sorulduğunda, ya hoşlarına gitsin de yeni çıkan kitabımı alsınlar, ya da din ile siyasetin girift olduğu sistemde, sisteme muhalif olmayayım düşüncesi hâkim olur çoğu zaman.

Başörtüsü sorununun yaşandığı dönemde medyatik hocalardan birine bu konu sorulduğunda, şu ayetlerle islamda örtünme vardır diyememiştir. Etrafından dolanmış, soruya net cevap vermemiştir. Bu muhterem ilahiyat profesörü, ayetleri doğru manası ile biliyordur mutlaka.

Bakara suresi 174 ve 175’nci ayette yine “ Şüphesiz Allah’ın indirdiği kitaptan bir şeyi gizleyip de bununla biraz para alan kimseler, işte onlar karınlarına ateşten başka bir şey yemezler. Ve kıyamet günü Allah onlara ne söz söyler, ne de kendilerini temize çıkarır. Ve onlara sadece acı veren bir azap vardır. İşte onlar, hidayeti verip, sapıklığı ve affedilmeyi bırakıp, azabı satın alan kimselerdir. Bunlar ateşe karşı ne kadar da dayanıklıdırlar” diye buyurur Rabbimiz.

Zaman geçip bu muhterem bir de islam düşmanı olduğu açıkça belli olan insanlarla birlikte ekrana çıkıp, güya kendisi çok doğru yoldaymış gibi, diğer hocaları tenkit ederken, “şimdiye kadar insanları lululu diye Arapça kelimelerle kandırdılar” diyorsa, bu ayetin kapsamı alanına girmiştir. Onun “lululu” dediği de orijinal Kuran metninin okunuşuydu.

Bu ayetin tefsirinde merhum Elmalılı, bir kabile reisinin, bir papazı gönderip “git bak, birisi peygamber olduğunu söylüyormuş. Doğru ise bile, gelince değil de” demesi nedeni ile papaz ve kardeşinin Peygamber Efendimizi ziyareti ve sorularla onu gerçek peygamber olduğunu anladığı halde, “sahtekâr” demesini anlatır. Ayetin inzal oluş sebebi budur. Ziyaret ve soruları, yazıyı daha fazla uzatmamak için almıyorum.

İşte bizim ilahiyat profesörümüz ayetin doğru manasını söylemeden etrafından dolanınca, ne olacağını bildiği halde, para hırsı onu belki de dinden çıkarmıştır. Yahutta bu ayet mucibince, cezaya uğrayacaktır.

Diğer bir ihtimal sisteme ters düşmek korkusu. “ Kalplerinde hastalık bulunanların, onların arasına koşuştuklarını görürsün.Bize bir felaket gelmesinden korkuyoruz diyerek….” Maide -52 ayeti gereğince Rabbimiz, doğruları bildiği halde, gereği gibi yaşamayıp, sırf başına bir iş gelir diye onlara uyanlara ikazda bulunmaktadır.

Birinci durumda para hırsı, ikinci durumda korku nedeni ile doğrudan sapmak, doğruları gizlemek, asla kabul edilmeyecek bir Müslüman davranışıdır. Çünkü Ahzab suresi 70 “Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve sağlam söz söyleyin” ayeti gereğince de, Müslüman hangi şartta olursa olsun, doğruları söylemekle emrolunmuştur. Ayetleri bildiği halde, bu sapmaları gösteren insanlarda kanaatimce imani bir sorun vardır. Birinci kategoriye nasıl koyarız bunları, onu da bilmiyorum.

Çokça rastladığımız bu durumdan, Müslümanları çıkaracak bir formül de bilmiyorum. Çünkü bilmeyen birine oku, bak bu dediklerin yanlış veya bu yaptığın yanlış diyoruz. Peki, bilen birine ne demek gerekiyor? Onlara da belki “ Ey iman edenler! Allah’a iman edin. Peygamberine, peygamberine indirdiği kitaba ve daha önce indirdiği kitaba…” emrini veren Nisa-136’ncı ayeti hatırlatmak lazım.

Müslümanın ikinci büyük imtihanı güç ve şöhret zehirlenmesi veya sarhoşluğu dediğimiz halidir. Şöhret zehirlenmesi insanda kişilik bozukluklarına yol açar. Osmanlıca istikbar dediğimiz kibir, gurur, enaniyet ve kendini büyük görme hastalığı baş gösterir. Bir Müslüman’da asla ve asla bulunmaması gereken bir haldir.

Şöhret sahibi insan, Allah’ın bahşettiği bu durumun neden, niçin ve ne yapması gerektiğini kavrayamamışsa batağa gömülmüş demektir. Bahşedilenlere şükredip, gereğini yapamazsa, hesabını vereceği günde altından kalkamaz. İlmin de, şöhretin de, servetin de zekâtı vardır.

Şöhret zehirlenmesinde belki kişinin şahsı ile ilgili sorumlulukları vardır. Eğer kırıp, dökmemişse. Ancak güç zehirlenmesinde daha farklı tehlike beklemektedir Müslümanı.

Güç, eğer haksız şekilde elde edilmişse, narsizm gelişir insanda. Zaten gelişi meşru değilse gücün, uygulamasında da birçok insani sıkıntılara yol açar ki, bu defa da sadizm gelişir.

Güç, eğer meşru yollarla kazanılmışsa, yine dikenli bir yola girilmiştir. Çevrede güce tapanların itmesi ile güç sahibi olduğundan da fazla güçlü hisseder kendisini. Kuvvete kutsiyet addetmeye başlanır. Bu da büyük ihtimalle adaletten sapmaya yol açacaktır. Güç sahibi Müslüman mutlaka adil olmak zorundadır. Ancak etrafındaki güce tapan çember öylesine daralır ki, ulaşıp doğruyu iletmek mümkün olmaz. Bir zaman sonra adil olmakla ilgili ayetleri unutur hale gelir.

Kuran’da adil olmakla ilgili ayetler çeşitli konularda 31 yerde geçer. En zor olan iş, adil yönetici olmaktır. Bu konuda Hz. Ömer (ra), bütün insanlığa islamın kazandırdığı eşsiz bir örnektir.

Müslüman ülkelerde, adil olmayan yöneticilerin düştüğü acınası haller, Allah’ın emirleri dışına çıkıldığında ders olma niteliğindedir. Yakın zamanda yaşanılan Arap devrimleri buna en güzel örnektir. Tabi Arap devrimi tabiri ne derece doğru bilmiyorum. Devrimden ziyade, ABD’nin dürtmesi ile değişim ve yıkım demek daha olur kanaatindeyim.

Eğer Libya lideri Kaddafi kanaat edip, zenginlikleri ve gelirleri halkı ile paylaşsa belki bu acı sonu yaşamayacaktı. ABD istediği kadar ayaklandırmak istesin, liderinden memnun olan halk ayaklanmayacaktı. Bir devlet başkanı elbette sarayda oturacak, elbette devletine yakışan bir yaşantı içinde olacaktır. Bu saray da milletin malı olacaktır. Bugünkü dünya düzeninde halktan hiç kimse liderinin gecekonduda yaşamasını istemeyecektir. Ancak sarayda altın musluklar, altın oturaklar, altın kapı kolları her zaman tepki çekmiştir. Hele halktan yoksul olanlar varken bunların olması.

Doymayı bilmeyen yöneticilerin akıbeti buna benzer olacaktır. Kaddafi mevcut zenginliği ile yetinip, hiç olmasa bir zaman sonra bu bana yeter deyip, ülke gelirlerini halkı ile paylaşsaydı, belki bu acınası sona ulaşmayacaktı. Eceli ile ölse bile, altın muslukların diğer tarafta işe yaramayacağını anlayamadı.
Aşırı zenginlik, hırs, güç sarhoşluğu kendi eliyle sonunu hazırlattı.

Zenginlikler devlet içinde nefes alan her canlının ortak malıdır. Bunu sadece insan olarak almak bile yeterli değildir. Hayvanların bile o zenginliklerde payı olduğu bir adil düzenden söz ediyorum. Adil olmayan, güçle zehirlenmiş her yönetici bir gün bu akıbeti yaşayacaktır, kaçınılmazdır bu. Devlet zengindir, zenginlikler paylaşılır ancak yönetici kendisine biçilen maaşla yaşar. Sonsuz bir gelir hiçbir düzende yoktur.

Adil bir düzen, Müslüman olmayan insanlara bile cazip gelebilir, belki islama yaklaştırır. Geçmiş dönemlerde, adil mahkemeler neticesinde, İslami düzenin kadılarının verdiği kararlardan etkilenip, islamla şereflenen sayısız insan olmuştur.

Müslüman güce ve makama dayalı hiçbir kazanıma avuç açmaz. Kazanç bizim çalışmamıza, gayretimize ve başarımıza bağlı olmalıdır.

Peygamber Efendimiz (sav) zamanında malumunuz olduğu üzere zekât memurları vardı. Bunlar köyleri, beldeleri dolaşır ve topladıkları zekâtları getirir teslim ederlerdi. Yine böyle bir zekât memuru görevi dönüşünde Efendimize (sav) toplanan zekâtları getirip teslim eder. Gittiği yerlerde kendisine hediye olarak verilen şeyler de vardır. “Bunlar da bana hediye olarak verilenlerdir” der.

Efendimiz (sav) “eğer sen zekât memuru olarak gitmeseydin, bu hediyeler yine sana verilecek miydi” der. Zekât memuru “verilmezdi Ya Resulullah” diyerek onları da toplanan zekâta katmıştır. İşte Müslüman, kazancın bile geliş şekline dikkat eden insandır.

Güç sahibi olanlar, sadece “çok yaşa padişahım” tarzında alkışlayanları değil, tenkit edenleri de dikkate almak zorundadır. Bugün içinde bulunduğumuz kaotik durumun sebebi budur. Sadece şak şakçıların dikkate alınması. Belki baştaki bu düşüncede değil ama güce tapanları aşıp lidere ulaşmak mümkün olmuyor. Öylesine bir sarhoşluk ki bu, her kademedeki insan kendine bundan bir pay çıkarıyor.

Elimizde iman ölçer bir alet yok. Kimsenin de imanına kefil olmak mümkün değil. Ancak inançlı diye tahmin ettiğimiz, bildiğimiz bir insanın, adil yönetici olması yolunda engel teşkil ediyor bu insanlar. İçinde birinci gruptan insan var, ikinci gruptan insan, üçüncü gruptan insan var.

Bu zamanda adil bir idareci olmak pek zor. Dış dünya ile mücadele edilecek, iç mihraklarla mücadele edilecek. Hem de gelişmiş teknoloji ile donanmış her türlü hainliği ve kahpeliği şiar edinmiş bir güruh karşısında. Bu şartlarda adil kalabilen yönetici olmak imkânsız gibi. Biz, sadece Hz. Ömer’i (ra) anarak anlatacağız belki adaleti.

İmanla yaşamak elbette önemli. Ancak asıl önemli olan yaşadığı imanla son nefesini verebilmektir.

30.10.2015


















14 Mayıs 2016 Cumartesi

“KIRMIZI FULARLI KIZI ÖVMEK VATAN HAİNLİĞİ DEĞİL”MİŞ.

Bu yazıyı her kesimden, her ideolojiden insanın dikkatle okumasını diliyorum. Geçen hafta ameliyat olmam nedeni ile çok önemli gelişmelerin olduğu bir haftayı haliyle pas geçmiş olduk.

Bu günden geriye doğru gidersek; iki gün önce twitter yönetiminden bir mail aldım.

Özetle “elimize ulaşan mahkeme kararına göre Türk Hukukunu ihlal ettiğiniz içerik hakkında henüz bir işlem yapmadık ama yapmak zorunda kalabiliriz. İçeriği kendi isteğiniz ile kaldırmak istiyorsanız bize bildirin ” diyordu.

Ben de cevaben gardaş, sen hiç yorulma, ben Türküm, Türk Hukuku da bizim hukukumuz. İçeriği ben kaldırıyorum. Nasılsa ellerinde ekran görüntüsü vardır, biz hesaplaşırız, siz bizim aramıza girmeyin dedim.

Öyle ya, bazıları gibi ülkemi, devletimi, hukukumu elin gâvuruna şikayet edip, onların ülkelerinde basın toplantısı yapıp, kendi meselemize ortak edecek kadar vatan haini değilim.


İçerik neymiş peki? Hepinizin malumu kırmızı fularlı “vatansever” bir kız vardı. C. Özdemir 12.2.2014 tarihinde ekrana çıkarmış proğram yapmıştı.


Sonra bu vatansever kızın dağda Karayılan ile fotoğrafları çıkmıştı.




Ben de bunları ekrana çıkaranlar vatan haini demişim “hataen.” Bunu da Aydın Doğan üzerine alınmış, medya onun ya.

Eğer bu linke  http://www.dailymotion.com/video/x1bzy8k_ayse-deniz-karacagil-kirmizi-fularli-kiz-12-02-2014_news tekrar bakarsanız kırmızı fularlı "vatansever kız “aslında biz bunu tiyatro sahnesi olarak değerlendirdik” diyor. Tabi biz bu 20 yaşındaki kız kadar zeki olmadığımız için uçaklarımızın Kandil’i spor olsun diye, ya da tiyatro sahnesi diye bombaladığını anlayamadık.

Yazılarımı takip edenler bilir, sürekli tekrarladığım bir şey var. Oy verseniz dahi yanlış yapılana yanlış demeyi bilin. Sizin yönetici diye seçtiğiniz insanlar yanlış yapabilir. Bizim bir insanı beğenip oy veriyor olmamız, o insanın tanrı olduğu anlamına gelmiyor.

Proğramı uygulayan siyasi kadrolar o proğramı iyi bulduğu için uygular. Kimse ülkeyi batırayım diye proğram yapmaz ama hata yapabilir, proğram yanlış olabilir. Onların görevi iyi buldukları bu proğramı yazılı, görüntülü, sosyal medyada kendine yakın insanlar aracılığı ile tanıtmak, doğru olduğuna inandırmaktır. Bizim görevimiz de yanlışları söylemektir. Allah aklı neden vermiş ki?

Çözüm sürecinde hata yapıldığını, bu fikre katılmadığımızı defalarca yazdık. Ama sürecin doğruluğunu anlatanlar neler yazdı hatırlarsınız. Şimdi okuduğunuzda son derece saçma bulduğunuz açıklamaları siyasilerin yapmış olması normaldir. Çünkü proğramı yapanlar onlar. Ancak onları destekleyen medya mensupları bunu ne için yapar?

-Öcalan’ın çok geniş bir prestij alanı var. Nadir insanlardan birisi.

-Öcalan dediğiniz adam için bebek katili falan deniyor ama şunu da söylemek lazım. Öcalan çıktı nevruzda gayet kapsayıcı, geleceği gösteren bir konuşma yaptı…..

-Pkk bir terör örgütü değildir. 100 kişi ile sınır karakoluna saldıran, ağır makineli tüfekler kullanan, halktan destek alan, 30 bin ölüme rağmen varlığını sürdüren bir örgüte terör örgütü demek kendini kandırmaktır. Dolayısıyla Öcalan’a terörist demek denize göl demek gibi bir şey. Siyasi amacına ulaşmak için şiddet kullanan bir politikacıdır Apo.

-Bir zamanlar “ölmeye hazırım” diyen Öcalan, şimdi “yaşatmaya hazırım” diyor.

-Öcalan bu süreçte çok sorumluluk bilinci ile hareket ediyor. Bence çözüm sürecinin ilerleyen aşamalarında Öcalan’ın konumunu Türkiye tartışmalı artık.

Onlar bu türden yazılar yazarken, biz onlara doğru bulmuyoruz ama madem devletimiz istedi denesin bakalım dedik. Ancak bu bebek katili olan adamın, bebek katili olma vasfını değiştirmez. Methiye dizmeyin dedik sürekli. Sosyal medyada dostlar bize, “şehit gelmiyor işte, sen kan aksın istiyorsun” dediler. Vatanseverliklerine halel getirdim diye kızacaklar ama o zaman alkışladığınız bu yazarlar hala utanmadan yazıyor, siz okuyorsunuz. Ve biz bebek katiline, bebek katili demeye devam ediyoruz. Tavrımızda hiçbir değişiklik yok. Çünkü doğru söyleyen bizdik, yalaka olan onlar.

Son zamanlarda o kadar çok hata yapıldı ki, hep tenkit ettik. Önceleri yazılarımı beğenenler şimdi okumuyor bile. Geçmişte yapılan hataları kendilerine başarı gibi gösterenleri hala göklere çıkarıyorlar. Ben 20 yaşından beri küffar ile mücadele ediyorum. Hiçbir kaynaktan beslenmeden. Beslendiğim tek kaynak var. Dinim ve mensubu olmaktan gurur duyduğum milletim.

Geçen hafta bir Ahmet Hoca vakası yaşandı. Konu gündemden düştüğü için uzatmadan sadece soracağım. Sosyal medya uzmanları Ahmet Hoca hakkında epeyi şey yazdı. Sizler alkışladınız. Ahmet Hoca ne yapmıştı da bu şekilde resmen kovulmayı hak etti? Paralı çete ne yazdıysa sizlerde onu söylediniz.

Büyük devlet olmakla gurur duyduğumuz bir ülkeye, bir başbakanı bu şekilde görevden uzaklaştırmak sizce yakıştı mı? Çalışma konusunda ters düşülebilir. Bunun da uygun şekilde çözümü vardır. Yıllarını bu ülkeye hizmet için vermiş bir insana bu muamele utanç olarak bize yeter. Bence Ahmet Hoca “ben emir eri olmam” dedi. O zaman uygun şekilde “biz de sizinle çalışamayız” der uzaklaştırırsınız. Kendinize bir “emir eri” bulursunuz.

Ahmet Hoca bu ülke için “vatansever” kırmızı fularlı kız, “vatansever” Öcalan kadar da faydalı olamamış anlaşılan.

Hiçbir görev bir kişi ile kaim değildir. Kuvvet komutanları hep birlikte emekli olduğunda “eyvah Silahlı Kuvvetler çökecek” diyenler, Silahlı Kuvvetlerimizin aslanlar gibi terörle mücadele ettiğini görmüyor mu?

Eğer yanlışların karşısında durmazsak ne hukuk sistemimiz doğru işler, ne de doğru yönetiliriz. Terör tanımını yeniden yap, belki de hendek kazmak, barikat kurmak serbest diye yaz demek isteyen batı ile böyle mücadele edilmez. Dün yanlışa susanlar, bugün yanlışı alkışlıyorlar. Yarının yanlışına çanak tutacaklar demektir.

14.5.2016