28 Ekim 2016 Cuma

DARBE KOMİSYONU SUÇLU ARIYOR

Geçmiş yıllarda da komisyonlar gördük. Hiç birinden sonuç çıkmadı. Bu komisyonlar bir işe yarıyor. CHP ve HDP’li vekiller şov yapıyor, biz izliyoruz.

HDP’li vatan haini vekilleri hala adam yerine koyup komisyona falan dâhil ediyoruz. Meclise bile sokulmayacak adamlar mahrem bilgiler görüşülen komisyonlara dâhil ediliyor.

Komisyon geçmiş dönemlerde etkili ve yetkili olan kişileri dinliyor. Verilen ifadeler medyaya yansıyor. Görüyoruz ki FETÖ dene yapının oluşmasında hiç birinin sorumluluğu yok.

Emekli Tümamiral Soner Polat “ Işık Koşaner paşadan sonra silahlı kuvvetler büyük yıkım yaşadı” diyor. Koşaner paşa da “ Yaş kararlarından sorumlu olmak istemedim” diyor. Bu darbeci vatansız, Allahsızlar Koşaner paşadan sonra mı yuvalandı Silahlı Kuvvetlerde? Zaten o makamlar sorumlu olunmadan oturulan makamlardır.

Diğer yandan Hilmi Özkök paşa “ biz 2004 MGK’da hükümeti Fetö’ye karşı uyardık” diyor. Uyarınca görev bitiyor tabi. 2004 yılında Ak parti hükümet olmuştu ama daha iktidar olamamıştı. Her kürsüye çıkan “irtica” nutku atıyordu. Bu tarihten 3 yıl sonra “irticanın odağı olmaktan” kapatma davasının açıldığı bir partiyi “uyardık” diyor. Uyarsan ne olur, mücadeleyi yanlış yapıyorsun.

Diğer yandan Başbakan Binali Yıldırım “bizde bylock’cu yok, Fetö’cü de barınamaz” diyor. Hakan Şükür gibileri zaten Ak partide değildi. Kasım 2015 seçiminde vekil listesini Erdoğan bizzat kontrol etmeseydi, şimdi kaç Fetö’cü var görürdü millet.  “Fetö ile mücadelede arkamda sadece millet vardı” diyen Erdoğan şaka yapıyor herhalde.

Konuyu araştıranlar bu terör örgütünün 70’li yıllardan beri faaliyette olduğunu söylüyor. O yıllardan bu yana her kurumun başındaki insanlar bu işten sorumlu. Kimse benim dahlim yok demesin.

Fetö denen örgüt bildiğimiz sağ veya sol gibi değil. Her parti ve kurumda örgüt üyesi olabilir. Çünkü ideolojileri yok, dinleri yok, vatan sevdaları yok. Onun için yıllarca sinsi şekilde bütün kurumları ele geçirmişler.

TSK’nin üst kademelerinde yer alanlar bu tehlikeyi sezmişler. Daha önce de yazmıştım bunu. Ancak at gözlüğü ile baktıkları için düşman doğru teşhis edilememiş. Laiklik, irtica, cumhuriyet faziletleri derken bütün islamı hedef alan bir mücadele yürüttüler. Her namaz kılanı, her oruç tutanı düşman bellediler. Hâlbuki onlar inançları gereği aslında vatanına ve milletine daha iyi hizmet eden insanlardı.

Bu iddiamı biz kez daha tekrarlıyorum. Yaş kararları ile ordudan irtica suçlaması ile atılanlar bunlardı. Çünkü Fetö mensupları için bunlar tehlike idi. Gizlenmeleri, kamufle olmaları için komuta kademesini bunlarla meşgul ettiler. Kendileri görünür şekilde namaz kılmıyor, içki içiyordu. Samimi dindar kamufle olmak için içki içmez çünkü.

Tehlikeyi görme, hedefi yanlış tespit et, sonra “biz ikaz etmiştik” de. Bu insanı sorumluluktan kurtarmaz. Basın toplantısında “bu gördüğünüz borudur” demekten başka şeyler olmalıydı. Bunları yapmayıp “sorumlu olmamak için istifa ettim” de.

Zihniyet islamla bağdaşmadı hiç biz zaman. Bir müslümanın başbakan olmasını içine sindiremedi Kemalist sistem. Onun için gerçek tehlikeyi göremediler. 15 Temmuz’da asıl vatanseverlerin bunlar olduğunu gördüler. Kemalistler de evlerinde Nutuk okuyarak, makarna stok yaparak, dua ederek darbeye katkı sağlamaya çalıştılar. Çünkü Kemalistler darbe yapıyor sandılar.

Siyasiler de yıllarca bu tehlikeyi görmedi. Zaman zaman böyle bir cemaat var dense bile oy deposu olarak görüldüğünden üstü örtüldü. Ecevit’in partisinde bile Fetö’cüler vardı. Demirel, Ecevit, Özal döneminde bile bu örgüt kollandı. Tek başına Ak partiyi suçlamak haksızlık olur.

Bu örgütün aslında ABD tarafından yönetildiğini tespit etmesi gereken kurum MİT olması gerekirken, MİT’in adındaki Milli kelimesinden başka Milli bir yönü yoktu. CIA’nin Türkiye şubesi olarak çalışıyordu. Bilgiyi kimden alacaktık?

Şimdi ne yapmak lazım ona bakmak gerekir. Sorumlu mevkilerdeki insanların hepsi Ya uymuş ya da “nemelazım”cılık yapmıştır. “Benim zamanımda olmasın da sonra kim ne yaparsa yapsın.” Bu zihniyetle ülke idare edilmez, makamlar işgal edilmez. Makam, iş görecek insanların oturacağı yerlerdir. Korkakların, bana ilişilmesin diyenlerin, sorumluluktan kaçanların sepet gibi oturacağı koltuklar değildir.

Hepiniz sorumludur beyler. Hepiniz uyumuşsunuz. Kimsenin kellesini istemiyoruz. Sorumlu makamda olanlar oturup birlikte çözüm üretsinler. Daha önce o makamları işgal edenler bildikleri varsa paylaşsınlar. Sizin değil ama darbede yer alan bütün fetö’cülerin kellesini istiyoruz.

28.10.2016







19 Ekim 2016 Çarşamba

MUSUL TİYATROSU

Aynı insanların, aynı cümlelerini dinlemekten bıksak da yine izliyoruz işte. Hepsi ittifak etmiş gibi Daeş’in yok edilmesinden söz ediyorlar.

Hiç bir Amerikalı Daeş’i etkisiz hale getireceğiz, Daeş’i yok edeceğiz demiyor. En resmi ağızlar bile “Daeş’in Musul’dan çıkarılması” diyor. Yok etmek isteseydi, Daeş Suriye’den Irak’a konvoy halinde kamyonetlerle giderken konvoyu vururdu.

Sinop üssü kapatıldığında “Rus pilotların traş olduğunu bile izliyorduk” diyen Amerikalı, şimdiki teknoloji ile kamyonet konvoyunu görmemiş olabilir mi?

Yok etmek isteyen Daeş’i kuşatırdı. Kuşatma yapılmadığına göre başka hesap var. Onun için tiyatro dedik.

Daeş’in batıya doğru çekilmesini engelleyen bir tedbir olmadığına göre 1.Dünya savaşında istenilen şekilde ayarlanamayan sınırların ayarlanması, etnik grupların istenilen yere sürülmesi planı bu.

Fransa ile İngiltere arasındaki anlaşmazlık nedeni ile o tarihte istenilen yapı oluşturulamadı. Fransa Ortadoğu’da ki menfaatleri nedeniyle Musul’u İngilizlere bıraktı. İngiltere Mondros Mütarekesinin 7. Maddesine göre 15 Kasım 1918’de Musul’u işgal etti.

Lozan’da, hala Türk askerinin kontrolünde olan bölge, tarafımızdan milli sınırlar olduğu savunuldu. Ancak anlaşma sağlanamadı. 19 Mayıs 1924’de Türkiye ile İngiltere arasında İstanbul konferansı toplandı. Biz Musul’un tarihi olarak Osmanlı toprağı kaldığını ve durumun değişmediğini savunduk fakat yine anlaşma sağlanamadı.

Konu Milletler Cemiyetine götürüldü. Biz tezimizi aynı şeklide savunduk. Referanduma gidilmesini istedik. İngiltere halkın cahil olduğunu doğru karar veremeyeceğini söyleyerek reddetti.

İşte şimdi Amerika bunu tamamlıyor. Muhalefetimizin hala anlamadığı konu bu. Yarım kalan hesap tamamlanıyor ve bu hesaba Türkiye’de dâhil. Yani bizim sınırlarımız da değiştirilecek. Biz şimdi beka mücadelesi veriyoruz.

Fırat kalkanı operasyonu ile Amerika’nın planı bozuldu. Güneyimizde oluşturulacak terör koridoru sekteye uğradı. Bu durumda planda tadilat yapmak gerekiyordu. Fırat kalkanına bağlı olarak Musul’un kurtarılması operasyonu başladı. Batısı açık bırakılan Daeş batıya sürülecek büyük ihtimalle. Ancak bizim de denkleme dâhil olmak istememiz oyunda yine sıkıntılar yaratıyor. Nitekim hava operasyonlarına dâhil olacağımızı bakan Işık açıkladı.

Amerika’nın bu planı ne kadar tutacak göreceğiz. Çünkü Rus dışişleri bakanı Lavrov, “eğer Daeş Suriye’ye geçerse vururuz” dedi. ABD buna da engel olmaya çalışacaktır. Çünkü savaş petrol savaşı ve Daeş kullanılan bir argüman.

Kamyonetlere binen uzun sakalları ve kafa kesen videoları ile “canavar görünümündeki” adamlar 1-2 gün içinde Irak’ta geniş bir alanı işgal ettiler. Hatta öylesine korkunç ki, tankın içindeki Irak askeri bile elinde tüfek olan bu adamlardan korkup, ateş etmek yerine tankını bırakıp kaçtı!

Peki, 1-2 günde işgal edilen bölgeyi onlardan kurtarmak için ABD neden iki yıl bekledi? Musul harekâtının birinci gününde 8 köy, ikinci gününde 18 köy Daeş’ten temizlendi. Bu çok güçlü örgüt doğru düzgün direnmiyor bile.

Daeş, Sünnileri temsil ediyor görünen bir örgüt. Ancak Irak’ta kurulan uydu yönetim Şii. Daha önce yazmıştım bir filmde söylenen bir cümle vardı. Darbe yapacak ekibin başındaki adam şöyle diyor:” İnsanlara öyle şeyler yapmalıyız ki, onları kurtarmak için yapacağımız he r şeye razı olmalılar.”

Bizim Barzani ile anlaşıp Musul petrolleri üzerinde söz sahibi olmamız kabul edilemez bir durum. Merkezi yönetimde olmalı. Merkezi yönetimde zaten bizim kuklamız diye düşünüyor ABD.

İşte bu maksatla “korkunç adamlara ”bölge işgal ettirildi. Bölge halkı Sünni ve merkezi yönetimden, yaptığı zulümden hoşnut değil. Şimdi merkezi yönetim onları bu “korkunç insanlardan” kurtarmaya geliyor. Halk kendilerini kurtarmaya gelen Şiilerden bile memnun olacak düşüncesinde ABD. Tıpkı filmde söylenen gibi.

Bu arada Haşdi Şabi denen bir örgüt türedi. Bu örgüt Daeş’in Şii versiyonu. Girdikleri yerde ne kadar Sünni varsa katlediyor. Tıpkı buğday tarlasına giren kımıl zararlısı gibi. Onlar da kurtarma adı altında halkı katlederek edemediğini göçe zorlayarak bölge Şiileştirilecek.

Bu durumu anlamayan ana muhalefet liderimiz bile mezhepçi yaklaşım diyor politikamıza. Sünni katliamı yapan Şiilere karşı çıkmak mezhepçilik oluyor. Hâlbuki bizim tavrımız Şii mezhepçi politikaya.

“Mezhepçilik yapacağına bölgeye demokrasi götür” bile dedi. Hayatta kalma garantisi bile olmayan adama demokrasi götürmek ancak bizim ana muhalefet liderine yakışan bir sözdür. Ekmeği olmayan adama baklava yemeği öğretin demek gibi bir şey. Önce insanların hayatta kalmasını sağla sonra demokrasi falan götürürsün.

Güney sınırımız toplamda yaklaşık 1250 km’dir. Halep, Musul, Kerkük, Süleymaniye tabii olarak Osmanlı toprağıdır. Bunu ben değil, Lozan’da Türk tezi olarak savunan devletimizin kurucuları söylüyor.

Bölge insanı ile akrabalık bağımız vardır. Onların huzur içinde yaşamalarını sağlamak görevimizdir. Bu aynı zamanda ülke güvenliğimiz için de kaçınılmazdır.

Birinci Dünya savaşı sonrası yenilen Almanya daha sonra biraz toparlanınca “hayat sahası” dedi. Hitler’in “sanıyor musunuz Ruhr vadisi yüzünden savaş başlattık” diye bir sözü vardır.

Bırakalım Misak-ı Milli’yi. Böyle bir hedefimiz yok kabul edelim. Mevcut durumda hangi cihetten bize terör ihraç ediliyor ona bakalım. İşte bu bölge bizim hayat sahamızdır.

ABD sınır düzenlemesi yapacağım, bölgeyi kontrolüm altına alıp petrole oturacağım diye güneyimizdeki iki devleti de yok etti. Bakmayın İbadi’ni atıp tuttuğuna. Kendini devlet sanıyor ahmak.

Güneyimizde otoritesi olan iki devlet olmalı. Eğer bu mümkün değilse ki değil, kurulacak olanlar kukla yönetimler olacak, biz güvenliğimiz sağlamak zorundayız.

ABD tarafından yaratılan bu kontrolsüz bölgeye terör örgütleri yerleştirildi. Sadece sınır güvenliği değil ülke güvenliğimiz tehdit altındadır. Bu bölgeye mutlak surette dost kuvvetler ve bize dost olan insanlar hâkim olmalı. Olmalı ki terör örgütlerine batı tarafından verilen silahların menzili dışında kalalım. Eğer farklı silahlar verilirse onu da o zaman düşünürüz.


Güneyden sınır güvenliğimiz kesinlikle Süleymaniye, Kerkük, Erbil, Musul, Halep hattından geçer. Bunu asla unutmayalım.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, her konuşmasında “kimsenin toprağında gözümüz yok” diyor. ( belki şakacıktan söylüyordur, bilmiyorum)  Onun olmayabilir ama benim var. Dedelerimizin kanla aldığı ve kanla savunduğu, Lozan’da imkânsızlıklar nedeni ile uhdemizde tutamadığımız bu topraklarda benim kesinlikle gözüm var.

Eğer birileri sınırlarımızı yukarıda zikrettiğim hattan geçirirse, neden başkalarının topraklarını işgal ettik diye bir yazı asla yazmam, bundan emin olabilirsiniz. Bunu demem için ana muhalefet liderinin zekâsında olmam gerekir.

19.10.2016








1 Ekim 2016 Cumartesi

LOZAN’I KILIÇDAROĞLU ALDI, HAYIRLI OLSUN.

Cumhurbaşkanı Erdoğan “bize Lozan’ı zafer diye yutturmaya çalıştılar” dedi. Dedi de, başka şeyler de dedi. Bizim genel tartışma üslubumuz olarak biz sadece bu cümleyi aldık. Bunu yapanlar ülkede kargaşa isteyenler. Vatandaş konulara yabancı olduğu için önlerine atılan tek cümleye sarıldı.

Ana muhalefet lideri durur mu, o da bu cümleye sarıldı. Demedi bakayım konuşmada başka ne söylenmiş.  Haliyle  “Lozan Türkiye’nin tapu  senedi. Biz Lozan’ı savunuyoruz, onlar Sevr’i savunuyorlar. “ dedi. Tarih bilgisi de olmadığı için demesi gerekeni demedi tabi. Dansçı chp’li vekil Aylin Hanım “Lozan bizimdir, Sevr sizin” diyor.

Erdoğan şöyle diyor “15 Temmuz; 1912 den 1923’e kadar geçen sürede 5’de 1’e düşen topraklarımızdan elimizde kalan son parçanın işgali teşebbüsüdür. İşte millet o toprakları bunlara teslim etmedi. Sonuçları itibarı ile benim milletim çok yüce bir millettir. Aziz bir millettir. Çok kararlı bir millet. Hani o çılgın Türkler diyorlar ya, o millet. 15 Temmuz Türk milletinin ikinci bir kurtuluş savaşıdır, bunu böyle bilin. Tarihte bize ne yaptılar, bize 1920’de Sevr’i gösterdiler, 1923’de Lozan’a razı ettiler. Birileri de bize Lozan’ı zafer diye yutturmaya çalıştılar.”  Tartışmalı bölüm son cümle.

Bu son cümlede  “Birileri de bize Lozan’ı zafer diye yutturmaya çalıştılar” bölümüne kadar hedef batılılar ve onların maşası Fetö aslında. 15 Temmuz’da darbe yapmaya çalışanlar yani. Şimdi, Sevr kime ait, Lozan kime ait, zafer mi, değil mi?

Uzun uzun Sevr’in maddelerini anlatmaya gerek yok. Zehir zemberek bir anlaşma. 1. Dünya savaşı sonunda yenilmişiz, kim giderse gitsin isimleri hiç önemli değil bir heyet gitmiş. Heyete bu anlaşma imzalatılmış. Ancak anlaşma devletlerin imzalaması ile yürürlüğe girecektir.

Bu anlaşmayı Yunanistan dışında, 1919 yılına gelindiği halde hiçbir ülke imzalamamıştır.

22 Temmuz’da Damat Ferit Paşa başkanlığında saltanat şurası toplanır. Vahideddin açılış nutkunu okuduktan sonra, Damat Ferit “oylama yapılacak kabul edenler ayağa kalkacak, etmeyenler oturacaktır” demiştir. Tam bu sırada padişah kalkıp salonu terk etmiştir.

Padişah salonu terk ederken salon hep birden ayağa kalmıştır. “Bu hareketin kabul mü yoksa Padişaha saygıdan dolayı mı olduğu anlaşılmadı” diye yazar kitaplar. Ancak Ayan’dan topçu feriki Rıza paşa, “ biz padişaha hürmeten ayağa kalktık, Sevr’i kabul etmedik” diye Damat Ferit’e haykırır. Damat Ferit hepinizin malumu bir şahsiyet. Netice olarak, bazılarının imzaladı demesine rağmen SEVR ANLAŞMASI PADİŞAH TARAFINDAN ONAYLANMADI.

7 Mayıs’ta itilaf devletlerinin aldığı karar gereği İzmir 15 Mayıs’ta yunanlılar tarafından işgal edildi. 10 Ağustos 1920 de anlaşma taraf devletler tarafından imzalandı. 4 Eylül’de Sivas kongresi toplandı. İstanbul hükümeti idari ve askeri etkisini kaybetmişti. 

30 Nisan günü taraf devletlerin dışişleri bakanlıklarına İstanbul’dan ayrı bir hükümetin kurulduğu bildirildi. Dikkat edin, ayrı bir devlet değil bu. Osmanlı devletiyiz hala. Sadece ayrı bir hükümet kuruldu. Öyle kafadan kimse atıp tutmasın.

Osmanlı imparatorluğunun bütün toprakları işgal altındaydı. İtilaf devletleri Sevr’i uygulamaya başlamıştı. Kalan son toprak parçası Anadolu’da batıdan başlayarak işgal altına giriyordu. Bunu biz istemedik, yenilgi ile sonuçlanan bir savaşın ardından galip devletler paylaşımı tamamlıyordu. Bu Osmanlı devleti için bir hezimetti.

Çanakkale savaşını kurtuluş savaşı ile karıştırtanlar oluyor. Çanakkale savaşı 1. Dünya savaşının cephelerinden biridir. Ancak kurtuluş savaşını da ondan bağımsız düşünmemek lazımdır. Kurtuluş savaşı aslında 1. Dünya savaşının devamıdır. Bize nefes dahi alacak bir karış toprak bırakmayan itilaf devletlerine; biz buna razı değiliz, hayatiyetimizi sürdürmek için gerekli toprakları tekrar kazanacağız demekti.

Uzaydan gelip, devlet kurduğunu sananlar böyle düşünmeyebilirler. Türkiye Cumhuriyeti’ni kuranlar yine Osmanlılardı. Sadece devletin adı değişti. Sadece yönetim biçimi değişti. 90 yıldır ülkemizde her gelen iktidar yeni bir devlet mi kuruyor?

Sevr denilen bir imparatorluğun bitişi böyle bir hikâye. Nakleden “ Sevr anlaşmasının haberi alındıktan biraz sonra, dostlarımdan bir zatın öğle yemeğinde rastladığım bir İngiliz subayına, bu durumun daha sonra müslüman ahaliyi Hıristiyanlara boğazlatmak niyetine işaret ettiğini açıkça söylemiştim” diyor. İşte o bitmeyen paylaşım şimdi devam ediyor. Ortadoğu’da müslümanlar boğazlatılıyor. Bir farkla, müslümanı müslümana boğazlatıyorlar.

Yazının sonuna Sevr’i ana hatları ile alacağım. Lozan’ın da maddelerini kısa olarak alacağım. Zafer veya değil okuyan karar versin. Meraklı olanlar okuyabilir.

Anadolu’da işgale başlandı. Sivas kongresi ile mücadelenin adımı atıldı. Kurtuluş savaşını iyi kötü herkes okudu. Onları tekrarlamanın gereği yok.

Gelelim savaş sonunda imzaladığımız Lozan’a. Hani şu Kemal Kılıçdaroğlu’nun kucağına aldığı Lozan. Başbakanlık, üzerinde Lozan yazan bir tapu senedi gönderse iyi olur, odasına asar.

Öncelikle Lozan’a hezimet diyenlere şunu söyleyelim. Lozan’la ilgili birçok kaynak araştırmama rağmen 100 yıl gibi bir süre görmedim. Yani Lozan antlaşması için süre yok, olması da mantıklı değil. Hong Kong’un geçici bir süre (100 yıl) İngiltere’ye bırakılması gibi bir anlaşma değil bu.

Öyle olsa süre doldu, çekilin kardeşim buralardan dememiz gerekir. Yahut o devletler süre doldu alın Musul, Kerkük, Trakya sizindir artık demeleri gerekir. Böyle bir madde yok. Aksine paylaşımı tamamlamak için bugünkü sınırlarımızı bile çok görüyor, yeniden çizmeye çalışıyorlar. Anlı şanlı TV programcıları ve yazarlar “7 yıl kaldı, 2023’de anlaşmanın süresi doluyor” diyorlar. Bu cehalet ve saçmalıktır.

Kurtuluş savaşında bir Misakı Milli’miz vardı. Bunu gerçekleştiremedik. Musul ve Kerkük hayalimizdi ama olmadı. Ege adaları güvenliğimiz ve ticaret yolumuz için gerekli idi o da olmadı. Lozan’ın zafer olarak nitelendirilmemesi bunlar dolayısıyla değil.

Oniki ada dediğimiz adalar aslında 12 ada değildir. Büyüklü küçüklü 20’den fazla adadır. Bu adalar 1912’de Trablusgarp savaşında İtalya tarafından işgal edilmiştir. Tam olarak 2.Dünya savaşı sonrası Yunanlılara bırakılmıştır. Bunları verdik demek tarih bilgisi eksikliğidir. Almamız gerekirdi ama hangi donanma ile gidecektik? Hayalimiz olan Musul ve Kerkük alınmalıydı ama hangi ordu ile?

Lozan’ı hezimet kılan bunlar değildir. Okuyor, fotoğraflarda görüyorsunuz. Kırık, dökük bir ordu. Ayağında çarığı olmayan, sırtında elbisesi olmayan askerlerden oluşan bitik bir ordu var. Bununla ancak nefes alabileceğimiz bu topraklar kurtarılabildi. Bu bir başarı idi. Mevcut durumumuza göre başarı.


Lübnan bu savaşta bize maddi destekte bulundu. İşgal altındalar. Desteklerinin amacı, Anadolu’yu kurtaran ordu güneye inecek kendilerini de kurtaracaktı. Ümitliydiler, bunu bekliyorlardı. Tekrar Türkiye’ye bağlanacaklardı. Hâlbuki biz Hatay’ı bile bu savaşta alamamıştık. Gücümüz bu kadardı.
Peki, Erdoğan ne demek istedi? Erdoğan batılılara seslendi. Sınırlarımızı yeniden çizmeye çalışanlara seslendi. Amerikan tasallutu altında şimdiye kadar bizi yönetenlere seslendi.

Bütün Osmanlı coğrafyasını aldınız, Anadolu’yu bile işgale kalktınız. Zor şartlarda mücadele verdik. Anadolu’yu ve birkaç karış Trakya toprağını kurtardık. Bunu iane gibi görüp bizimle Lozan denen anlaşmayı yaptınız. Buna da zafer dediniz. Bu Osmanlı için hezimettir. Zafer falan değildir. Türkiye Cumhuriyeti’de adı ve yönetimi değişen Osmanlıdır.

Cumhuriyet dönemi boyunca birileri gerçekten bunu bize zafer olarak yutturmaya çalıştı. Bunlar batı yörüngesindeki yönetimlerdi. Batı yörüngesindeki Türk ordusu idi. Kimse alınmasın, “Türkiye’de bizim çocuklar darbe yaptı” denilen ordu aslında Amerikan ordusu idi. Yani 15 Temmuz’da darbeye kalkışan “Türk askeri üniformalı” askerlerden farksızdı.

Erdoğan batıya seslendi. Dedi ki: Madem bölgede yeniden sınırlar çiziliyor. Bana zafer diye yutturduğun anlaşma zafer değil hezimettir. Yeni çizilen sınırlarda ben hakkım olan ne ise onu istiyorum. Benden kopardığınız topraklarda tekrar etkili olacağım. Bunu da uygulamaya koyduk. Öncelikle sınırlarımızı koruyacağız. Bunu güvenceye almak için Fırat Kalkanı operasyonunu yapıyorum.

Bundan sonra biz olmadan bölgede sınır çizilmesine izin vermeyeceğiz. Eski topraklarımızda nüfuz alanımızı sağlayacağız. Lozan’ı zafer gibi algılayıp, şimdiye kadar uyuttuğunuz gibi uyumayacağım.

Bütün konuşmanın dışa dönük olduğunu anlamak için normal bir zekâ yeterdi hâlbuki. Keşke Erdoğan’da ki aklın kırkta biri Kılıçdaroğlu’nda olsaydı bunu anlardı. Balıklama atladı. Aklı sıra karşı çıkacak, mantıklı konuşacaktı. Biraz saçmalayayım dese bile bu kadar saçmalayamazdı.

Hani Amerikan tasallutu altındaki yönetimler dedik ya, yönetimi kurtardık çok şükür. Amerikan tasallutu altında bir ana muhalefetimiz var şimdi. Hezimeti zafer diye kucakladı. Erdoğan başta Amerika olmak üzere batıya seslendi, Kılıçdaroğlu çatırdadı. Daha ne diyeyim?

1.10.2016



SEVR anlaşmasının önemli maddeleri. Aynı konudaki maddeler birleştirilerek özetlenmiştir.
-         SINIRLAR--- Edirne ve Kırklareli dâhil olmak üzere Trakya’nın büyük bölümü Yunanistan’a verilmiştir. Ceyhan, Antep, Urfa, Mardin ve Cizre kent merkezleri Suriye’ye verilmiştir. ( Fransız mandası) Musul vilayeti en kuzeydeki kazası İmadiye dahil tamamen El Cezire’ye verildi. ( Sonradan Irak oldu. Birleşik krallık, Mezopotamya mandası. ) İstanbul Osmanlı devletinin başkenti olarak kalacak.

-         BOĞAZLAR--- İstanbul ve Çanakkale boğazları ile Marmara denizi silahtan arındırılacak, savaş ve barış zamanında bütün devletlerin gemilerine açık olacak. Boğazlarda deniz trafiği 10 ülkeden oluşan uluslar arası bir komisyon tarafından yönetilecek. Komisyon gerekli gördüğü zaman müttefik devletlerin donanmalarını yardıma çağırabilecek.


-         KÜRT BÖLGESİ--- İngiliz, Fransız ve İtalyan temsilcilerinden oluşan bir komisyon Fırat’ın doğusundaki Kürt vilayetlerinde bir yerel yönetim düzeni kuracak. Bir yıl sonra Kürtler dilerse milletler cemiyetine bağımsızlık için başvurabilecek.

-         İZMİR--- Yaklaşık olarak bugün İzmir ili ile sınırlı alanda Osmanlı imparatorluğu egemenlik haklarının kullanımını 5 yıl süre ile Yunanistan’a bırakacak. Bu sürenin sonunda bölgenin Osmanlı veya Yunanistan’a katılması için plebisit yapılacak.

-         ERMENİSTAN--- Osmanlı, Ermenistan cumhuriyetini tanıyacak. Türk-Ermeni sınırını hakem sıfatı ile ABD başkanı belirleyecek. ( ABD başkanı Wilson 22 Kasım 1920’de verdiği kararla Trabzon, Erzurum, Van ve Bitlis’i Ermenilere verdi.)

-         ARAP ÜLKELERİ VE ADALAR--- Osmanlı savaşta ve daha önce kaybettiği Arap ülkeleri, Kıbrıs ve Ege adaları üzerinde hiçbir hak iddia etmeyecek.

-         AZINLIKLAR--- Osmanlı din ve dil ayrımı gözetmeksizin bütün vatandaşlarına eşit haklar verecek. Tehcir edilen gayrimüslimlerin malları iade edilecek. Azınlıklar her seviyede okul ve dini kurumlar kurmakta serbest olacak. Osmanlının bu konulardaki uygulamaları gerekirse müttefik devletler tarafından denetlenecek.

-         ASKERİ KONULAR--- Osmanlı imparatorluğunun askeri kuvveti 35.000 jandarma, 15.000 özel birlik, 700 padişahın yanındaki güvenlik olmak üzere 50.700 kişi ile olacak, ağır silahlar bulunmayacaktır. Türk donanması tasfiye edilecek, Marmara bölgesinde askeri tesis bulundurulmayacak, askerlik gönüllü ve paralı olacak, azınlıklar orduya katılabilecektir. Ordu ve jandarma müttefik kontrol komisyonu tarafından denetlenecek.

-         SAVAŞ SUÇLARI--- Savaş döneminde katliam ve tehcir suçu ile suçlananlar yargılanacak.

-         BORÇLAR VE SAVAŞ TAZMİNAT--- Osmanlı imparatorluğunun mali durumundan dolayı savaş tazminatı istenmeyecek. Türkiye’nin Almanya ve müttefiklerine olan borçları silinecek, Türk maliyesi müttefikler arası mali komisyonun denetimine alınacak.

-         KAPİTÜLASYONLAR--- Osmanlının 1914’de tek taraflı olarak feshettiği kapitülasyonlar müttefik devletler vatandaşları lehine yeniden kurulacak.

-         TİCARET VE ÖZEL HUKUK--- Türk hukuku ve idari düzeni hemen her alanda müttefikler tarafından belirlenen kurallara uygun hale getirilecek. Sivil deniz ve demiryolu trafiği müttefik devletler arasında yapılan iş bölümü çerçevesinde yönetilecek.

( Cumhuriyet döneminde, “Lozan zaferi”nden sonra Türk hukuku onların istediği hale kendi isteğimiz ile getirildi. N.C.O.)



LOZAN “ZAFER” ANLAŞMASI özet maddeler.

-         TÜRKİYE-SURİYE SINIRI--- Fransızlarla imzalanan Ankara anlaşmasında çizilen sınırlar kabul edilmiştir. (Sevr’de ki sınır)
-         IRAK SINIRI--- Musul üzerinde anlaşma sağlanamadığı için bu konuda İngiltere ve Türkiye hükümeti kendi aralarında anlaşacaklardır. ( Sevr’de ki sınır kalmıştır)

-         TÜRK-YUNAN SINIRI--- Mudanya ateşkes anlaşmasında kabul edildiği gibi kaldı.

-         ADALAR--- Gökçeada ve Bozcaada özerk bir yönetime tabi tutulmak şartıyla Türkiye’de (biz bu maddeyi uygulamadık), diğer Ege adaları İtalya’ya kaldı. Sevr anlaşması ile Oniki ada İtalya’ya diğer adalar Yunanistan’a bırakılmıştı. Oniki ada ve Rodos 1945 yılında müttefiklerin eline geçti, Nisan 1947’de Yunanistan’a teslim edildi.

-         TÜRKİYE-İRAN SINIRI--- Osmanlı imparatorluğu ile Safevi devleti arasında 1639’da imzalanan Kasr-ı Şirin anlaşmasına göre belirlenmiştir.

-         KAPİTÜLASYONLAR--- Tamamı kaldırıldı.

-         AZINLIKLAR--- Azınlıklar müslüman olmayanlar olarak belirlenmiştir. Tüm azınlıklar Türk uyruklu kabul edilecek, hiçbir şekilde ayrıcalık tanımayacak. Yani Türklerin yararlandığı haklardan aynen yararlanacaklar. Giderlerini kendileri ödemek suretiyle dini kurum,hayır işleri, okul açacaklar. Buralarda dillerini serbestçe kullanacaklar. Dini ayinlerini serbestçe yapacaklardır. Batı Trakya’da ki Türkler ve İstanbul’da ki Rumlar dışında, Anadolu ve doğu Trakya’da ki Rumlar ile Yunanistan’da ki Türkler mübadele edilecek.

-         SAVAŞ TAZMİNATI--- 1.dünya savaşı nedeni ile itilaf devletleri istedikleri savaş tazminatlarından vazgeçtiler. Yunanistan savaş tazminatı olarak Karaağaç bölgesini verdi.

-         OSMANLI BORÇLARI--- Osmanlıdan ayrılan devletler arasında paylaştırıldı. Türkiye’ye düşen bölümünün Fransız frangı olarak ödenmesine karar verildi.

-         BOĞAZLAR--- En çok tartışılan konudur. Geçici bir çözüm ile askeri olmayan gemiler barış zamanında boğazdan geçebilecek. Boğazların her iki yakası askersizleştirilecek. Geçişi sağlamak amacıyla başkanı Türk olan bir uluslar arası kurul oluşturulacak. Bu düzenlemenin milletler cemiyeti güvencesinde sürdürülmesine karar verildi. Böylece boğazlar bölgesine Türk askerinin girişi yasaklandı. ( Lozan zaferinin bu maddesi 1936 yılında Montrö boğazlar sözleşmesi ile şimdiki halini almıştır. N.C.O.)

-         YABANCI OKULLAR--- Eğitimlerini Türkiye’nin koyacağı kanunlar çerçevesinde yapacaklar.

-         PATRİKHANELER---Dünya Ortodokslarının dini lideri durumundaki patrikhanenin siyasi yetkilerden arındırılarak İstanbul’da kalmasına izin verildi.