27 Nisan 2016 Çarşamba

LAİKLİKLE İMTİHANIMIZ

Bütün ülke parkinson gibi istemsiz titreme hastalığına tutuldu. Adı da Laiklik hastalığı. Aşı da tesir etmiyor, bu virüs bağışıklık kazanmış. Ne oldu da bütün ülke titremeye başladı?

Laiklik nedir, tanımı nasıldır gibi artık kabak tadı veren konulara girmeye gerek yok. Ben tartışmalarda arka plana bakmaya çalışırım. İtici güç nereden geliyor, nereye doğru itiliyoruz beni ilgilendiren o.

Türkiye zor bir ülke. Bu ülkede vatandaş olmak kadar idareci olmak da zor. Siyaset böyle bir şey. Toplumun tamamını memnun etmek imkansız. Mutlaka memnuniyetsiz bir kesim olacak.

Muhafazakar insanlar iktidar oldu diye, bütün muhafazakarlar memnun olacak diye bir kural yok. Diğer kesim gibi onlarda da serzeniş var. Başörtüsü sorunu 13 yıldan sonra çözülmüş bir ülkede, şeriat ilan edilmedi diye yöneticileri tekfir eden bir kesim bile var.

Bir diğer kesim, ya beni zorla müslüman yaparlarsa diye endişe taşıyor. Bunu güvenceye almak için de anayasada laiklik diye bir madde olsun istiyor. Aslında insan olmayı becerebilsek anayasaya bunları yazmaya bile gerek yok. Tek maddelik anayasa yeter. Şu sınırlar içinde bulunan ülkenin adı Türkiye Cumhuriyetidir demek yeter. Anayasası olmayan ülkeler bile var.

O zaman laiklik yerine “Devlet, ne laiklik karşıtı eylemlerin odağı olmaktan, ne de din karşıtı eylemlerin odağı olmaktan kimseyi yargılayamaz” diye madde koyalım.

“Türkiye batıdan kopamaz” diyoruz hep. Batı sistemini monte etmeye çalışıyoruz. Batılı olacağız ya. Batı bize devamlı benim kurallarıma uy diyor. Ama aralarına almıyorlar. Annesinden dayak yiyen çocuk gibiyiz. Anne tokatı vuruyor, çocuk anneye sarılıyor. Çocuk yaparsa çocukça davranış. Büyükler yaparsa ahmaklıktır bu.

Hristiyan değiliz diye batı bizi kulübüne almıyor, islam dünyasını da biz dışlıyoruz. Peki, biz neyiz diye düşünen oldu mu hiç?

Bize laikliği dayatan AB ülkelerine bakalım. Sadece Fransa anayasasında laiklik maddesi var. Danimarka, İrlanda, Polonya, Portekiz, Avusturya, Almanya, İtalya, İspanya anayasalarında laiklik diye bir madde yoktur.

Neden yok? Çünkü onlarda kiliseye giden, ben dindarım diyen insanlar üzerinde baskı kurmak isteyen dinsiz bir kesim yok. Böyle bir şeye ihtiyaçları da yok. İsteyen kiliseye gider isteyen gitmez diyorlar. Bizdeki gibi “laikliği kaldırmak isteyen kelleyi koltuğuna alsın” diyen din düşmanı chp’liler yok orada.

Peki, bize neden dayatıyorlar? Çünkü Türkiye üzerinde emellerini geçekleştirmek için Türk insanının dininden koparılması gerekmektedir. Bunu büyük oranda da gerçekleştirdiler. İslam dünyasına düşman bir nesil yetişti. Haliyle müslüman görünce şeytan görmüş gibi oluyorlar.

Bu millet laiklik üzerinden oynanan oyunu biliyor artık. Hele bir de ucuna “Atatürk ilke ve inkılaplarına göre” cümlesini ekleyince, arkalarına laiklik dayatan bir devleti alıp, insanlara hakaret etme, aşağılama yetkisini kendilerinde buluyorlar. Ben laikim diyen insan, ben dinsizim demektedir. Kimsenin dinsiz olmasına karışmayız, kimseyi de dinimize karıştırmayız.

Bize tarih kitaplarını okuttukları prof. Bir konferansında şöyle diyordu.” Laiklik din ile devlet işlerinin ayrılması diye bilinir. Halbuki asıl laiklik, bir iş yaparken bu dinime uygun mu değil mi diye düşünmeden yapmaktır.” Ben bu adam mason demiştim. Nitekim masondu.

Bakın bugün milliyet gazetesinde Melih Aşık ne diyor. “Laiklik ilkokullarda çocuklara din ile devlet işlerinin ayrılması diye öğretilir. En basit tanımı budur ama laiklik aslında tüm hayatımızı düzenleyen ve yön everen kılavuzdur. Ekonomik, siyasi,sosyal, kültürel yaşamın rasyonel (akılcı) ölçülere dayandırılmasıdır. Laiklik dendiği zaman yalnızca siyasetle dinin ayrılması değil ailenin, ekonomik hayatın, hukukun hatta görgü kuralları, kıyafet vesairenin din kurallarından ayrılarak, zamanın ve hayatın düzenlenmesi anlaşılır”

Muhterem prof. İle aynı şeyi söylemiş değil mi? Yani bir hayat tarzı olan islam dışına çıkın diyor. Hayatındaki bütün kuralları laiklik dediği dinsizlik üzerine kuran insanlar bir de müslümanım diyecek.

Fikir hürriyeti diye tepinenler, meclis başkanı fikrini beyan etti diye kıyameti koparıyorlar. 1946 yılında başbakan olan Şükrü Saraçoğlu’nun  “din zehirdir, kaldırabilmek için bize 30 sene daha lazım” (meclis kayıtları) demeye hakkı var ama şimdiki meclis başkanının fikir söylemeye hakkı yok öyle mi?

Batı bize iyi bir şeyi dayatmaz. Batı kafası ile düşünen bizim dinsizler de zaten onlarla birlikte hareket ederler.  BATI Kürt devleti de kurmak istiyor. Batı istiyor diye onu da kuralım o zaman. Gerçi bizim laikler batının Kürt devleti fikrini de destekliyor. “Katil devlet” diye haykırdıklarını unutmadık.

Biz geçmiş yıllarda “ laik olmayan insan bile değildir” diyen hukukçular da gördük.  Hem de AYM de başkanlık bile yaptılar. Şimdi istediğiniz eski günlere dönmek.

Ben laik değilim. Laikim demenin dinsizlik demek olduğunu biliyorum. Ben müslümanım. Bundan da gurur duyuyorum. Kellemizi koltuğumuza almamızı söyleyen o laik mahluk, sıkıyorsa kellesini koltuğuna alıp gelsin, bana laikim dedirtsin.  Devletin adı ne olursa olsun, anayasaya ne yazarsanız yazın, Bu millet müslümandır ve müslüman kalacaktır.

Laiklik diye bir din yoktur.


27.4.2016

23 Nisan 2016 Cumartesi

24 NİSAN VE BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİ

Önceki yıllarda bütün ülke heyecan yapardı, 24 Nisan geliyor ABD’den nasıl bir açıklama gelecek diye. Soykırım diyecek mi, demeyecek mi? Artık pek takmıyoruz, medyamız önceden heyecan yapmıyor. Açıklama olunca kınıyor ve hükümsüz açıklama deyip geçiyoruz.

Tarihte hiç milli devleti olmamış, küçük prensliklerle etrafındaki devletlere bağlı olarak yaşamış olan Ermeniler şimdi Ermenistan adında hiçbir geliri ve yer altı zenginliği olmayan bir devlete kavuşmuş. Gelenek bozulmamış Rusya’nın güdümünde yaşamaktalar.

Kendi arşivlerinde olayların aslı olduğu halde, dünya ülkeleri neden böyle davranır ona bakmak lazım. Gerek İngiliz arşivleri gerekse Ermeni arşivleri hatta Amerikan arşivlerinde aslında ne olduğunun çok sayıda belgesi var. Soykırım diye bir şey olmadığını çok iyi biliyorlar ama kahpelik işte. Kahpeliğe sebep ne peki? Aşağıdaki haritaya bakınca anlaşılıyor. 100 yıl önce bitirilemeyen Osmanlı hesabı çıkıyor karşımıza. Yani Büyük Ortadoğu Projesi.

Büyük Ermenistan kurulması ile batılı devletlerin elde edecekleri bir kazanç olmadığına göre burada maksat Türkiye’yi sürekli taciz etmektir. Kandırılmış Kürtlerin sayısı yeterli olamayacağı için ermeni destekli terör faaliyetlerini sürdürmek gerekmektedir. Bu sebeple Ermenilerin Türklere olan kini diri tutulmalıdır. İşte 24 Nisan bu dur.



Bu harita 2006 yılında ABD silahlı kuvvetler dergisinde yayınlanan bir makaleden alınmıştır. O tarihte bu harita bir ütopya gelmişti insanlara. 2001 yılında Afganistan işgali ile aslında bu harita uygulamaya konmuştu. Bizi sürekli taciz etmelerinin sebebi işte bu harita.

Afganistan ile bu harita arasında bağlantı kuramayanlar Irak’ın şimdiki durumuna ve Suriye’ye baksınlar, Yemen’e baksınlar. Durup dururken bütün Arapların aklına neden aynı anda özgür olmak geldi ona baksınlar.

Işid denen bir örgütün neden üretildiğine bakın. Kendilerince İslam devleti kuracaklar. Kuzey Irak tamamen peşmergelerin kontrolüne girmiş durumda Işid sayesinde. Çünkü Işid ilerledikçe Irak ordusu çekildi. Boşluğu peşmergeler doldurdu. Şimdi ortada bir Sünni devlet, güneyde bir Şii devlet geliyor.

Suriye’de aynı şey uygulandı. Işid bize sınır komşusu olmuşken şimdi sınır komşumuz PYD oldu.

Burada esas sorun teşkil eden ülke Tabi ki Türkiye. Kürdistan’ın bir parçası da Türkiye’de. Biz diğer devletler gibi bölünüp birbirimizi öldürmedik. Planları terör örgütü seviyesinde kaldı. Rahatsızlıkları ondan.

Bir ara Erdoğan’ın “ben BOP’ un eş başkanıyım” dediği dillendirildi. Herhangi bir konuşmasında ben duymadım ama medyada yer aldığına göre söylenmiş demek ki. Erdoğan’a anlatılan BOP ne idi onu bilmiyoruz. Sonradan böyle bir ifadesi olmadığını dile getirmiş.

Bunu hala söyleyip propağanda yapanlar var. Geçen yazımda belirttiğim gibi padişah düşmanla iş birliği yapıp ülkemi bölün demişti hani! İşte Erdoğan’da ABD ile iş birliği yapıp ülkesini parçalayanlara destek olacak! Ahmak mı bu adam? Değil tabi, son derece zeki bir insan. Buna inananlar ahmak.

Muhtemelen ülkemiz liderliğinde Ortadoğu’da bir oluşum anlatılmıştır. Lider olmanın neresi kötü ki? Sonra olayın böyle olmadığını görünce dirsek çevirdi ABD’ye. Oyunu gördü çünkü. Yoksa neden ABD istenmeyen adam ilan etsin birlikte yol yürüdüğü adamı? Dikkat ederseniz bütün batı medyasının hedefinde Erdoğan var.

ABD, Türkiye üzerindeki planın ülkeyi yöneten biri üzerinden olmayacağını biliyordu. Bunun için yıllar öncesinden hazırladığı esas BOP eş başkanını devreye soktu. Kimdi bu peki?

Ülkemizdeki bütün kurumları çalışmaz hale getirecek bir oluşumun başında olan adamı önce yanına aldı. Bu adam Fetullah Gülen’den başkası değildi. Dikkat ederseniz coğrafya İslam coğrafyası olunca örgütler de İslami oluyor. Işid islam devleti kuruyor, Gülen’de islamı dünyaya yayıyor. 160 ülkede Türk bayrağı dalgalandırdık diye kandırılan insanlarla alan kazanıyor.

ABD, istediği oluşumu Işid eliyle yapıyor Arap coğrafyasında. Türkiye’de iç savaş olmadığına göre bu örgütün alana yerleşmesi yeterli görülüyor. Çünkü örgütün başı zaten ABD’nin kucağında oturuyor ve emrinde.

İlk önce laiklik hassasiyeti nedeni ile İslami görünen bu örgütle yanlış da olsa mücadele eden TSK’nin bertaraf edilmesi gerekiyordu. Bu hazırlık önceden yapılmıştı. Yanlış strateji ile örgüt yerine bütün islama cephe alan TSK halktan kopmuştu.

Ergenekon denen uydurma delillerle ordu bertaraf edildi. Halk bunu destekledi. Çünkü ordunun tavrı bunu hazırlamıştı. Sonra kendisine dirsek çeviren Erdoğan’a sıra geldi. Gezi ayaklanmaları, 17-25 Aralık darbe girişimleri bunlardı işte.

Çözüm denen PKK ile barış girişimleri de bunun bir parçasıydı. Ayn-El Arap’ın Rojova’ya dönüşmesi ile eş zamanlı planlardı bunlar. Sonra Ülkemizdeki özerk bölgeler, hendek ve barikatlar.

FETÖ dene örgüt deşifre olduğu halde yine boş durmuyor. HDP eş başkanının İtalyan televizyonunda Türkiye aleyhinde çabalarına, vekil eskisi Hakan Şükür’de proğrama katılarak destek oluyor. Sürgünde hükümet kurmak gibi, bunlar da kaçkınlar örgütü olarak yurt dışından ihanete devam diyorlar.

Dünyanın Ortadoğu politikası açıkça böyle iken, PKK’ya destek veren az sayıda insan dışında geri kalanların Kürt, Türk, Sünni, alevi, sağcı, solcu, Ak partili, MHP’li olarak birbirine düşmesini anlamakta zorlanıyorum. Hatta Ak parti içinde bile bu günlerde iç çekişme çıkarmaya çalışanlar var.

Herkes bilsin ki hedef bütün ülkemizdir. Batılıların istediği gibi tefrikaya düşmek onlara hizmet etmektir. Birinin Sünni oluşu, birinin alevi oluşu veya Kürt oluşu onların umurunda bile değil. Onlar sadece sizi savaştırmak istiyor.

Hamdolsun ki ordumuz daha önce yaptığı hatayı görmüştür. FETÖ yargısının mahkûm ettiği askerlerin aklanmasını da milletimiz desteklemiştir. Tarih boyunca olduğu gibi ordumuz ve milletimiz el eledir. Ve bu hep böyle sürecektir.

Tefrika girmesine müsaade etmediğimiz müddetçe hiçbir güç bizi asla bölemeyecektir. Aksi halde Arap ülkelerinde olduğu gibi birbirimizi yer dururuz. Sınırımızın ötesinde sığınmacıları alacak başka bir Türkiye yok bilesiniz.

23.4.2016









15 Nisan 2016 Cuma

KÜRESEL GÜÇLERİN ENERJİ-TERÖR OPERASYONLARI VE BİZ

Şimdi okuyacaklarına yine ideolojik bakanlar, daha önce aklına yerleşenler doğrultusunda düşüneceği için bu yazı bir anlam ifade etmeyecektir. Sanırım defalarca söylenmiştir. Partiler, futbol takımı tutar gibi tutulmaz.

İşte küresel güçler, siyasete futbol gibi bakan insanları hedef alırlar. Onların algılarıyla oynamak daha kolaydır çünkü.

Pek okuma alışkanlığımız olmadığı için, ya bize öğretilen resmi tarihle, ya da sosyal medyada birinin söylediklerini doğru kabul ederek ideolojimizi belirliyoruz. Eğer söyleyen, benim de paylaştığım ideoloji mensubu ise, her söylediğini doğru kabul edip, ona inanıyoruz. Hatta onların söylediklerini ideoloji olarak benimsiyoruz.

Biraz gerilere gidelim. Abdülhamit Han’la ilgili konu olduğunda birileri ne yazmışsa doğrularımız da o oluyor. Yahut resmi tarihle ilgili söylenen ne ise yine doğrularımız o oluyor. Hele bir de bu söz Atatürk adına söylenmişse. Ayete eşdeğer de alınıyor. Bazen ondan da üstün. Çünkü bazılarının kutsal kitabı Nutuk.

Tarih oturduğumuz yerden başarılarla övünmek veya kayıplara yerinmek için değildir. Tarih, geçmişten ders almak içindir. İster iyi, ister kötü. Çünkü milletlerin tarihinde iyiler de vardır kötüler de.

“Abdülhamit Han zamanında 33 yıl Osmanlı toprak kaybedilmedi” denilir. Neden ısrarla hatasız bir idare olduğu algısı yaratılmak istenir bilmiyorum. Elbette iyi bir padişahtı, ancak hatasız bir yönetim mümkün değil ki.

Bütün bunları neden söylüyorum. Geçmişle bugün arasında bağ kurabilmek için.

1876 da başlayan döneme bakarsanız toprak kaybı olduğunu da göreceksiniz. Bunu Osmanlı kötü yönetiliyordu diye bağlamanın anlamı yok. Dünyanın siyasi durumuna bakarak ders çıkarmak gerekir. Ders çıkaralım ki bugünü anlayalım.

Osmanlı zayıflamış, çakallar etrafını sarmış bir kere. Kenardan kenardan koparmaya başlamışlardı. Bu arada bizim Jön Türkler dediğimiz ekip çıkmış ortaya. Savundukları fikir ne? Siz hürriyet, özgürlük falan diyebilirsiniz. Savundukları fikir Osmanlıcılık idi aslında. Abdülhamit Fransız ya.

Ayrıntıya girmeden başlıklara bakalım.

1876 yılında birinci meşrutiyet ilan ediliyor. Özgürlük, hürriyet adı altında aslında azınlıklara yönelik maddeler içeriyor. Meşrutiyetin ilanı ile meclis kuruluyor, mecliste azınlıklar da yer alıyor. Kısaca böyle diyebiliriz. Osmanlı bununla yine aynı yıl İstanbul’da toplanan Tersane konferansında alınan kararları bertaraf etmeyi amaçlıyor. Özgürlük falan diyenler Jön Türkler, konferansı toplayanlar İngiltere, Fransa, Avusturya, İtalya. Konu Balkan milletlerinin sorununa çözüm bulmak.

Bugün de özgürlük yok ülkede. Basın özgürlüğü hiç yok. Söyleyenler kimler?

Batı beslemesi gazeteciler, hepimiz Ermeniyiz diye haykıranlar, katil devlet diye devletine saldıranlar, sol fraksiyonların hepsi, Kürtleri temsil ettiğini söyleyen terör örgütü PKK ve destekçileri,160 ülkede Türk bayrağı dalgalandıranlar! Ve kutsal kitabı Nutuk olanlar.

Alınan kararlara bakılınca;
1. Sırbistan ve Karadağ’ın toprakları genişletilecek,
2. Bulgaristan ve Bosna Hersek’e özgürlük verilecek olarak görüyoruz.

Jön Türkler ülkeyi kurtarmaya,  özgürlük mücadelesi vermeye ve Osmanlıcılık oynamaya devam ediyor. Bazı batılı kaynaklarda bunlara Jonny Türkler dendiğini görüyoruz. Daha sonra gelişen olaylara bakınca:

1877-1878 Osmanlı- Rus savaşı ( 93 Moskof Harbi ) patlak veriyor. 3 Mart 1878 de Ayestefanos anlaşması imzalanıyor. Buna göre;
   1. Sırbistan, Karadadağ ve Romanya tam bağımsız olacak sınırları genişletilecek.
   2. Büyük bir Bulgaristan krallığı kurulacak.
   3. Batum, Kars, Ardahan ve Doğubayazıt Ruslara verilecek.
   4. Girit ve Ermenilerin oturduğu yerlerde ıslahat yapılacak.
   5. Bosna-Hersek’e özerklik verilecek.
   6. Teselya Yunanistan’a verilecek.
   7. Osmanlı devleti Rusya’ya 30 milyon altın savaş tazminatı ödeyecek.

Daha sonra bu anlaşma uygulanmıyor, Berlin konferansı toplanıyor. Katılan ülkeler Rusya, İngiltere, Fransa, İtalya, Almanya, Avusturya. Buna göre:

    1. Yine Bulgar krallığı kuruluyor ama üçe bölünüyor.
    2. Sırbistan, Karadadağ ve Romanya tam bağımsız olacak
    3. Bosna-Hersek Osmanlı toprağı olarak kalacak, yönetimi Avusturya’ya bırakılacak.
    4. Batum, Kars, Ardahan Ruslara verilecek,  Doğubayazıt Osmanlıda kalacak.
    5. Teselya Yunanistan’a verilecek.
    6. Ermenilerin oturduğu yerlerde ve Girit’te ıslahat yapılacak.
    7. Osmanlı devleti Rusya’ya 60 milyon altın savaş tazminatı ödeyecek.

Bu arada İngiltere Kıbrıs’ın kendisine üs olarak verilmesi durumunda Osmanlı tarafında yer alacağını söylüyor ve alıyor. Neticede Osmanlının tarafını tutuyor! Sonuç bu oluyor. Osmanlının Birinci Dünya savaşına girmesi ile de Kıbrıs’ı kendi topraklarına kattığını açıklayacaktır.

Dikkat ederseniz özgürlük ve hürriyet diyenler yerliler ama toplananlar Avrupa. Şimdi yerlilerin kime hizmet ettiği açıkça görülüyor mu?

Özgürlük yok, basın hürriyeti yok diye yaygara koparanlar şimdi yine yerliler, mahkemeye destek vermeye gidenler Avrupalı ve Amerikalı konsoloslar. Fark var mı arada? Yine bir kâfir dayanışması görüyoruz. Yerliler sizce kime hizmet ediyor?

Daha sonra Osmanlı Devleti dış borç faizlerini ödeyemeyince;
-         Düyun-u umumiye kurulacak (1881)
-         Tunus, Fransızlar tarafından işgal edilecek.(1881)
-         Mısır İngilizler tarafından işgal edilecek (1882)
-         Doğu Rumeli Bulgar prensliği ile birleşecek (1885)
-         Girit sorunu patlak verecek ve Osmanlı Yunan savaşı çıkacak İstanbul anlaşması imzalanacak ( 1897)
-         Yönetimi Avusturya’ya bırakılan Bosna-Hersek Avusturya’ya bağlanacak (1908)
-         Bulgaristan bağımsızlığını kazanacak ( 1908)
1877-1878 Osmanlı Rus harbine karar veren meclis, o savaşta fazla kayıp verilemesi nedeni ile 1878 yılı şubat ayında Abdülhamit Han tarafından kapatılmıştı.

Sultan Abdülhamit ülkenin nereye doğru gittiğinin farkında ve idareyi sertleştirmişti. Buna mukabil özgürlük isteyen cemiyetler kurulmuştu. Bunların içinde en etkili olan 1889 yılında kurulan hepinizce malum olan İttihat ve Terakki fırkası idi.

“Hürriyet, musavat ve adalet”  sloganıyla ortaya çıkan bu cemiyetin savunduğu fikir ise Türkçülük ve batıcılık. Daha önce Osmanlıcılık diyenlerin Fransız sandığı gibi herhalde bunlar da padişahı Türk değil İngiliz sanıyordu. Daha sonra 1918 yılına kadar Osmanlı idaresinde etkili olacaktı bu fırka.

Bu döneme tarihte “istibdat dönemi” denmiş, padişahın uzaklaştırılması için çok çaba harcanmıştır. Abdülhamit “ Kızıl Sultan “ olmuştu. Yerli ( Türk) ve azınlık bütün “aydın “ takımı padişaha düşmandı.

Fransa, İngiltere’de Abdülhamit aleyhine gazete bile çıkarılmaya başlanmıştı. Bütün Avrupa dostumuzdu, Osmanlı halkını çok seviyordu, halkın iyiliği için “Kızıl Sultan’dan kurtulmalarını istiyordu. Yardım için her gün bir yeri işgal ediyorlardı.

Bugün de Amerika’da oturan, ülkesini çok seven, yine kendisi gibi Türkiye’yi çok seven Amerika ile iş birliği yapan cemaatlerimiz var. Yabancı dilde yayın yapıp ülkesini dünyaya şikâyet eden medyamız var.

Amerika ve Avrupa’ya gidip ülkesini şikâyet eden muhalefetimiz var. Çünkü tıpkı o dönem gibi başımızda “kızıl sultan” hatta “diktatör” var. Amerika’nın Ortadoğu politikasını kabullenmemiz için BBC ile aynı paralelde yayın yapan medyamız var.

1905 yılında bir Cuma selamlığında Ermeni komitacının bombasının erken patlaması sonucu padişahın hayatta kalmasına üzülüp:

Bir patlama…Bir duman..Bütün şenlik alayı.
Sahnelediği oyunu seyreden kalabalık; haşin, azgın.
Tırnaklarıyla bir kahredici elin, didik didik.
Yükseldi havaya bacak, kelle, kan, kemik.

Ey şanlı avcı, tuzağını boşuna kurmadın!
Attın…ama ne yazık ki, yazıklar ki vuramadın.

Diye şiir yazan Türk! Tevfik Fikret gibi, “Türkiye’ye Nato müdahale etsin” diyen kahpe Türk! Yazarlarımız şimdi de var. Sanıyorlar gelen kâfir devletler, “Erdoğan’ı” indirip gidecekler.

Hürriyet, musavat, adalet maskesi altında “ katil devlet “ diyen 1128 vatansever! Kâfir davetçisi “aydınımız “ bile var.

Abdülhamit iç ve dış ağır baskılar altında 1908 yılında ikinci meşrutiyeti ilan ediyor. Ancak meşrutiyet ilanı, meclisin olması onları tatmin etmiyor.

Daha sonra 1909 yılında tarihte 31 Mart vakası ( 13 Nisan 1909) denilen olay gerçekleşiyor. Balkanlarda mevcut azınlıkların çoğunluğunu teşkil ettiği, hatta içinde Bulgar isyancıların olduğu ve Selanik’ten hareket eden orduya “ Millî Hareket Ordusu” denildi. Adının başında “Milli” kelimesi var ya. O millîdir.

Ülke siyasetine hâkim olan bu cemiyet sonra gelen padişahları etkisiz kılmıştı. Çünkü padişahlar yabancı devletlere “ülkeyi bölün parçalayın, ama benim tacıma ve tahtıma dokunmayın” diyecek kadar aptaldı. Ülkeyi 1. Dünya savaşına sokanlar İttihat ve Terakkicilerdi ama vatan haini olan padişahtı.

SONUÇ:
33 yıllık dönemde özgürlük ve adalet maksadıyla batılı devletleri davet edenler, sonradan gördüler ki yardıma gelenler ülkeyi bölüyor, parçalıyor. Kimse Türk dostu değildi.

31 Mart vakasından sonra ülke aslında başsız kalmıştı. Her ne kadar ülkeyi düşmana teslim etti diye okutuldu ise de, padişahlar kukla olmaktan öte gidemedi. Kukla olmasa 1. Dünya savaşında Osmanlının durumu ne olurdu o da ayrı bir konu tabi. Parçalar koparılmaya başlamıştı zaten.

Şimdi de iktidardan kurtulmak için batı ile iş birliği yapanlar bilsinler ki batı ancak ülkemizi bölmeye, parçalamaya gelir. Enerji kaynaklarını ve enerji yollarını ele geçirmek ve kontrol etmek için vatan hainleri ile birliği yapıyorlar. Berlin Konferansını İstanbul adliyesinde toplayan konsoloslar bizi sevdiği ve bizi iktidardan kurtarmak için mi geliyor?

Beğenir veya beğenmeyiz seçimle gelen bir iktidar var. İktidar hak etmediği şekilde yıkılırsa bilinsin ki ülkede kaos olur. Ülke başsız kalınca bizi kurtarmak için can atan batılılar hemen üşüşür. Ertesi günü koynumuzda bir Kürt devleti ile uyanırız.

İktidarı devirmek isteyenler, daha önceleri çok defa “neden Ak parti iktidar oldu” diye yazılar yazdık. Eğer bu ülkede nasıl iktidar olunacağını bilmiyorsa muhalefetimiz, Allah’ın kendilerine de beyin verdiğinden haberleri olmadığı içindir.

Yapmamız gereken içimizdeki vatan hainleri ile mücadele etmek, batıya da sizi ilgilendirmez, bu bizim iç sorunumuzdur, beğenmediğimiz iktidarı ancak biz değişiriz dememizdir.

Ülkemizde bombalar patladıkça, teröristlere methiye dizen medyayı okudukça hep aklıma Tevfik Fikret’in  “Yükseldi havaya bacak, kelle, kan, kemik” diye Ermeni komitacıya dizdiği methiye geliyor. Sırf iktidardan kurtulmak için Ermeni örgütü PKK ile, onların enerji ve başka hedeflerine varmalarına alet olarak batılılarla iş birliği yapan alçaklar bunu anlamalı artık.

Ne Kürt ne de kendisine hizmet eden hiç hain Türk batılının umurunda bile değil. Kendilerine engel olarak gördüklerinde hepsini tuvalete atar, sifonu çekerler.

Hep “tarih tekerrürden ibarettir” derler. Hayır, tarih tekerrür etmez. İnsanlar aynı eşekliği yapar. Sonra da suçu tarihe yüklerler. Çünkü insanı yapan tarih değildir, tarihi yapan insandır.

9.4.2016
















4 Nisan 2016 Pazartesi

ERMENİ SALDIRLARI VE RUSYA

Ermenilerin, Azerbaycan sınır hattında tacizlerini arttırması tesadüf mü? Yahut soruyu, Ermeni saldırıları Rusya’nın yayılmacı ve Ortadoğu politikasından bağımsız mı diye de sorabiliriz.

Dünyanın tek kutuplu olması, arada kalan devletler için sıkıntılı bir durum oluşturuyor. İki kutuplu dünya, bu devletler açısından daha az risk taşır. Tek hâkim güç, istediği ülkeye müdahale edip, istediği gibi at koşturamaz iki kutuplu dünyada.

Dünyanın iki kutuplu hale geleceğine dair düşüncemizi, Rusya’nın arka bahçesine sahip çıkmak için Gürcistan’a saldırması, Ukrayna’ya müdahalesi ve Kırım’ı ilhak etmesi yönlendirmiş ve güçlendirmişti. Ancak Putin’in hesapları tutmadı. Tutmadı çünkü dereyi görmeden paçayı sıvamıştı.

Teknolojisi yeterli olmadan karşı kutup olamayacağını sanırım Afganistan tecrübesinden anlamamış olacak ki, ABD’nin Suriye politikasını bozmaya kalktı. Bizim açımızdan da Suriye politikamızın daha karmaşık bir hal almasına sebep oldu.

Hâlbuki Rusya’nın hesaplamadığı şeyler vardı. Yaklaşık 25 yıldır ekonomisini toparlamıştı ama bu toparlanma silah konusunda teknolojiyi ilerletmeye yol açmıştı. Ekonomi ise sadece petrol ve doğalgaz üzerine oturtulmuştu. Silahlanma dışında satacak bir şey üretmemişti.

Rusya, hantal teknoloji ile kendilerinin Afganistan yenilgisinden sonra, ABD’nin daha teknolojik silahlarla Afganistan yenilgisinden de ders çıkarmamıştı. Uzak bölgelerde harekât yapmanın risklerini anlamamıştı.

Putin’in sığ düşüncesi karşısında şeytani bir zekâ vardı. Biz bu şeytana ABD diyoruz. Öteye beriye bomba yağdırmasına müsaade etti Suriye’de. Hatta hava sahamızı defalarca ihlal etti. Biz, Rusya bizim ne yapacağımızı test ediyor diye düşünürken, “sınır ihlali kabul edilemez, Türkiye kendini savunabilir” gibi açıklamalarla bizi tahrikle, Rus uçağını vurmamızı sağladı. Aslında ABD, Rusya’yı test ediyordu.

Bu arada baştan beri petrol fiyatlarını düşürülerek Rus ekonomisi batma durumuna getirildi. Ekonomisi yerlerde sürünen Rusya, Hazar’dan birkaç füze atma ile savaş olmayacağını anladı. Eğer böyle bir savaş olsaydı Putin’i çok ağır yaralayan ve prestijini sıfırlayan uçak hadisesinde bizde de birkaç füze atabilirdi. Ama birkaç füze atma ile savaş kazanılmayacağını anladı. Hem Türkiye, Suriye değildi.

Rusya’nın Suriye ilgisi ABD’nin bilgisi dışında değildi. Bunun için Temmuz 2015 de yıllar süren ambargoyu bitirip, bir anda İran ile anlaşmaya varmasını biz başka hamlelere yorumlarken, aslında hamle Rusya’ya karşı yapılmış. Çünkü çok sürmedi ardından Eylül 2015’de Rus bombardımanı başladı.

Oyun tutmuştu, İran’ın da desteği ile Rusya anlam veremediğimiz, belki kendisinin de anlamadığı bir şekilde saldırgan bir strateji ile bombalamaya başlamıştı. Kendince bir yol tutmuştu ama bodoslama oynanmıyordu bu oyun. ABD, İran’a yeni bir rol biçmişti bile.

Rusya; bizim de Kırım ilgimiz, Ukrayna ilgimiz ile etrafında dönen olayı kavramaya başladı. Dimyat’a pirince giderken, evdeki bulgurdan olacağını anlamış olacak ki, Ermenistan sınırına asker yığmaya başladı. Zaten bir süredir Ermeni askerleri sınır ihlalleri ile tacizde bulunuyordu.

Azerbaycan toprağını işgal etmişsin, buna rağmen hala neden tacizde bulunur, Azerbaycan askerlerini şehit edersin diye sormak mümkün tabi. Eğer bu soruların cevabı olsaydı, ne Ortadoğu’da ne de dünyanın başka yerinde insanlar birbirini öldürmez, Amerikan politikaları hep boşa çıkardı.

Temennimiz o ki, Ermenistan tacizlerine devam eder. Eğit-donat olayını Suriye’de ilk defa duyan insanlar, yıllardır Azerbaycan’da eğit-donatın uygulandığını bilmiyorlar. İşte bu ordu ile kardeş Azerbaycan’ın, Ermeni işgali altındaki topraklarının tamamını kurtaracağına inancımız tamdır.

Ermenistan bu temennimiz doğrultusunda gitmekte şimdilik. Azerbaycan’ın tek taraflı ilan ettiği ateşkese uymamış, saldırılarına devam etmekte. Dünyanın itiraz edeceği bir konu yok. Kardeşlerimiz, işgal altındaki kendi topraklarını kurtaracaklar inşallah.

Önümüzdeki günlerde Asya’da ki gelişmelere göre İran’a biçilen rolü daha iyi anlayacağız. Rusya’nın nüfuz alanlarında İran’ı görmek bizi şaşırtmayacaktır. Çin’in bu gelişmeler karşısında tavrının ne olacağını göreceğiz. Şimdilik Çin’in tavrını kestiremiyorum.

Ancak net olarak göreceğimiz şey, Rusya’nın bundan sonra evdeki bulgurla meşgul olacağıdır.

5.4.2016