27 Aralık 2015 Pazar

RUS UÇAĞINI KİM VURDU?

Muhafazakâr yazarlarımızın bazen saçmalıkları oluyor. Lakin ses çıkarmıyoruz. Karşı tarafın bu kadar yalan, bu kadar sahtekârlığı karşısında bırakalım bunlarda biraz saçmalasın diyorum.

Tabi bırakmak nereye kadar? Ne zaman ki saçmalıkları devlete zarar veriyor, tepki göstermek zorunluluğu hissediyorum. Pek hoşnut olmasalar bile devletçilik refleksi ile hareket benim yapımda var işte.

Gençliğimde kurt köpeklerim oldu, biraz hayvan davranışlarını bilirim. Yavrusu varken, bulunduğu yere yabancı biri yaklaşınca gerek ana, gerek baba anında tepki verir. Yavrusunu koruma içgüdüsü vardır çünkü yabancılara karşı.

Ancak gel gör ki, kendisi bir yandan bir yana dönerken bilmeden yavrusunun üzerine basar ve zarar verir. Bu yavrusuna zarar vermek istediği anlamına gelmiyor. Koruyor ama korumanın ölçüsünü bilmiyor.

Bizim bazı muhafazakâr kardeşlerde devletini milletini seviyor, bundan hiç şüphem yok. Ancak severken ifrada kaçıyor, kendileri zarar veriyorlar. Hâlbuki devamlı diyorum ki; “severken de, nefret ederken de bilinçli olalım.”

Muhterem kardeşim Cem Küçük bazı açıklamalarda bulunmuş.  Haber kaynağı “sputnik” olunca itibar etmedim, yalan haber olabilir dedim. Sonra Akit’te  (Star yazarı Cem Küçük, Suriye sınırında düşürülen Rus uçağının Fetullah Gülen cemaatine mensup pilotlar tarafından vurulduğunu iddia etti. Küçük “F16 pilotlarının bir kısmı Fetullahçı, bu resmi raporlarda var. Benim şahsi fikrimi sorarsanız bunun Fetullahçıların işi olduğu kanaatindeyim” dedi.) haberini okudum.

 

Burada devleti koruma refleksi var. Lakin korurken devletin bütün prestijini yerle bir ediyor. Kabile devleti yerine koyuyor da farkında değil.

 

Devleti yönetenlerin hiçbir etkinliği yok, isteyen istediğini yapıyor anlamı çıkmıyor mu bundan? Belki savaşa bile sebep olacak bir olayı, bir pilot kendi kafasına yapıyor, hem de hiçbir kurala bağlı olmadan.

 

Başbakan olay sonrası açıklama yaptı. “Pilotumuz angajman kuralları çerçevesinde gerekeni yapmıştır” diye. Sanırım Cem Küçük bu açıklamayı duymamış.

 

İzlenecek yolu yani politikayı siyaset kurumu belirler. Bunu belirlerken de yine bazılarının dediği gibi, tek kişi karar vermez. İlgili kurumlar da fikir beyan eder. İmkân ve kabiliyetlerimizin neler olduğunu söyler. Politikalar ona göre belirlenir.

 

Siyaset kurumu, biz dünyaya savaş ilan edelim, ordumuzda uzaydaki üsten dünyayı vursun derse eğer, silahları kuvvetlerin tepesindeki komutan uzayda üssümüz yok ki der. Devlet bütün kurumları ile devlettir. Menfaatlerimiz doğrultusunda, imkânlarımız ölçüsünde bölge politikamız belirlenmiştir.

 

Ayrıca Cem kardeşimin bilmediği şey, bir önceki yazımda http://ncocak.blogspot.com.tr/2015/12/bayir-bucak-ve-kirmizi-cizgimiz.html belirttiğim gibi Rusya’nı hava sahamızı ihlali öyle pek de masum bir hareket değil. Angajman kurallarımız yıkmak, bölge üzerindeki politikamızı boşa çıkarmak için yapılan bir ihlaldir.

 

Angajman kuralları belirlenmiş, silahlı kuvvetlerimiz hangi durumda ne yapacağını bilmektedir. Silsile yoluyla gerekli emirler verilmiştir. Pilotlarımız hangi durumda ne yapacağını bilmektedir.

 

Western filmindeki gibi, çete içinde bir eleman kızıp tabancasını çekip, istediği gibi adam vuramaz yani. Adına Türkiye Cumhuriyeti denilen bir devletten bahsediyoruz.

 

Paralel yapılanmanın varlığını ve kurumlara sızdığını elbette biliyoruz. Bu demek değil ki pilot kovboy gibi davranacak.

 

Rusya’ya mesaj verir gibi “yahu kusura bakmayın, aslında devletimiz böyle fena işler yapmaz. Yöneticilerimiz de iyi insanlardır. Sizi pek severler. İstediğiniz zaman Ankara üzerinde bile uçun ama ne yapalım işte, kendini bilmez bir paralel pilot, bunu devletin bilgisi dışında yaptı” demek devletimizi ayaklar altına almaktır.

 

Elin gâvuru demez mi “yöneticiler, Genelkurmay Başkanı, Hava Kuvvetleri Komutanı sepet mi, orada ne işleri var?” Böyle zafiyet olsa bile gizlememiz gerekirken, böyle olmadığı halde bütün yetkilileri sepet konumuna sokmak ileri derecede akılsızlıktır.

 

Keşke bunu diyeceğine, papaz beddua etti, Rus uçağı düştü falan deseydi ciddi olarak, belki insanlarda latife yapıyor sanırdı. O zaman hem analiz konusunda ki cahillik belli olmamış, hem de devletimiz çiğnememiş olunurdu.

 

Sonuç olarak Rus uçağını, aslan gibi bir kahraman pilotumuz, devletinin emri ile, devletinin koyduğu angajman kuralları çerçevesinde vurmuştur.

 

Bunları okuyunca kızmak yerine, düşünmeyi tercih edeceğine inanıyorum Cem Küçük kardeşimin.

 

28.12.2015

 

 

 



BAYIR BUCAK VE KIRMIZI ÇİZGİMİZ

Türkiye’de çok sayıda akrabası bulunan Bayır Bucak Türkmenleri, Karamanoğlu Türkmenlerinden olup, Osmanlı döneminde İç Anadolu ve Akdeniz bölgelerinden getirilip buralara yerleştirilmiştir. Osmanlının bunu neden yaptığını, günümüz zeki analizcileri ve onların sözü ile ahkâm kesenlerin anladığını sanmıyorum.

Suriye iç savaşında, Suriye toplumu içerisinde en çok zarar gören toplum Bayır Bucak Türkmenleridir. Çünkü dağınık yaşamaktalar siyasi, askeri olarak muntazam bir yapılanmaları yok. Türkiye dışında hiçbir toplumdan da destek görmemekteler.

Nüfus olarak tam bir bilgiye sahip olmamakla beraber, 1,5 milyon civarında bir nüfusa sahip olduğu sanılmaktadır. Zira dağınık olmaları nedeni ile çok sayıda Türkmen kimliklerini ve dilini kaybetmiştir.

Ne yazık ki, önemini batı dünyasının anladığı fakat bizim 90 yıllık cumhuriyet yöneticilerinin anlamadığı Türkmen bölgesi ve Türkmenleri, irtica ve Arap aşağılaması ile sahipsiz bıraktık. Sonucunda bugün “Fırat'ın batısı kırmızı çizgimizdir” dediğimiz duruma geldik.

Halbuki devletlerin siyaseti ile halkın teveccühü örtüşmeyebilirdi. Ve örtüşmüyordu da. Arap dünyasında faaliyet gösteren Lawrence ve Gertrude Bell gibi başka elemanlarda ülkemizde faaliyet gösteriyordu. Onlar Arap dünyasını bize düşman ederken, bizim ajanlar da bizi Araplara düşman ediyordu. Belki Lawrence gibi casus görünmüyordu ortada ama devlet eliyle Arap iticiliği enjekte ediliyordu.


Arap baharı ile başlayan bu oyunu anlamadık. Belki anlayan yöneticileri de yerli Lawrence'ler ile engellemeye çalıştık. Haritada görülen koyu ve açık gri renkteki yoğun Daeş bölgelerini değil de, neden Lazkiye kuzeyini, İdlib’in batısını müttefiklerimiz ve Rusya bombalıyor diye dehşetlu analizcilerimiz ya anlamadı, ya da bombalayanların maşası oldular.

Bahsettiğimiz bölge Türkmen dağı denilen Bayır Bucak Türkmenlerinin yaşadığı bölge çünkü. Türkmenler ayaklanmanın başından beri muhalif kanatta yer almış, bizim desteğimizle 2012 ortalarından itibaren güvenliklerini sağlamış durumdaydı. O bölge stratejik bir bölgeydi, Türkmenlerin kontrolüne bırakmamak gerekiyordu! İşte koalisyon güçleri bu yüzden yoğun Daeş işgalindeki yerleri değil de, Türkmen Dağı bölgesini bombalıyordu.

Türkmenlerin kendilerini güvene almaları bölgede kontrolü sağlamaları bazı mihrakları rahatsız etti. Yaklaşık bir yıl sonra Türkmenlere giden Mit Tır'ları durduruldu. Bazılarını Ak Parti ile Gülen cemaati kavgası dese bile, Türkmenlere giden silahlardan İslamı yaydığını söyleyen bir cemaatin rahatsız olmasının mantıklı bir açıklaması yoktur.

Bayır Bucak bölgesinin düşmesi İdlib’in düşmesi, İdlib’in düşmesi ise Halep yolunun açılması demektir. Bu durumda Türkmenlerle bağımız kesilecek, katliama maruz kalacaklar ve güneyimizde oluşacak kantonlar koridoru ile kuşatılmış olacağız. Bölge son derece kritiktir. Akdeniz’e ulaşacak koridor üzerindedir. Bu durumda denizden de yardım almak mümkün olacaktır.

Bayır Bucak Kürtler açısından da önemlidir. Kurma hayalinde oldukları devletlerinin Akdeniz’e açılan kapısıdır Bayır Bucak. Terörist Kürt güçlerin farkında olmadığı konu, dış güçlerin onların varlığı, özgürlüğü, demokrasisi ile ilgilerinin olmadığıdır. Onların bütün düşüncesi petrolün Akdeniz’e gideceği bir ulaşım yolundan ibarettir. Sadece Irak’ta 2 milyondan fazla insan katleden batı, neden Kürtlerin refahı ve özgürlüğü ile ilgilensin diye düşünmüyorlar.

Daha sonra Rusya’nın da savaşa dâhil olması ile yeni boyut kazanan Suriye iç savaşı, “bizi ilgilendirmeyen bir konu” denildi. Denildi ama adı iç savaş olan bu olay nedense Rusya, İran ve bütün batı dünyasının hatta Çin’i yakından ilgilendiği konu oldu. Doğuda PJAK, içeride PKK, Kuzey Irak’ta Kürdistan özerk bölgesi, Kuzey Suriye’de PKK’nın başka kolu PYD, YPG, YPJ olduğu halde yine de bizi ilgilendirmiyor demek, ahmaklık değilse, siyaset bilmezlikti.

Rus uçağının düşürülmesi olayı, uzaktan bakanların söylediği “ biraz sınırdan girmiş, ne olmuş yani ” dedikleri tarzda bir olay değildi. Bayır Bucak bölgesinin yaklaşık 3,5 yıldır düşmemesi Türkiye'nin desteği ile olmuştur. Suriye’de muhaliflere karşı en etkili olan güç rejim hava kuvvetleri ve hava silahlarıdır.

Türkiye aslında fiili olarak uçuşa yasak bölge ilan etmişti. Rejim hava gücü, bu bölgede uçamadığı için Türkmenler bölge üzerinde uzun süre hakimiyetini korumuştu. Uçuşa yasak bölgenin oluşu ve hemen Yayladağı’nın güneyinde oluşu nedeni ile sınır ihlali olmadan hava araçlarının manevra yapmaları zorlaşmıştı. Bu yüzden riske girmek istemeyen rejim hava unsurları etkili olamamaktaydı.

Rejim güçlerine destek veren Rusya aslında hiçte masum olmayan bir harekete girişti. Önceleri birkaç defa deneme sureti ile nabız yokladılar. Maksat Türkiye'nin angajman kurallarını ve güvenli bölge kararını kırmaktı. Ancak söylediğimiz hususlar nedeni ile sınır ihlali oldu ve uçak düşürüldü. Zaten şakacıktan uçan bir uçak değil, Bayır Bucak Türkmenlerini bombalayan uçaklardı bunlar. Türkmenler konusunda hassasiyetimiz anlatan iyi darbeydi Ruslara.

Rusya'nın kararlılığımızı anlaması ile bölgede hava saldırıları nispeten azalmıştır. Çünkü hava sahası ihlali olmadan hareket imkânı azdır. Bu beraberinde başka riskleri getirebilir. Rusya daha saldırgan tavırla, daha büyük sorunlara yol açabilir. Bu da, Türkiye'nin stratejik hedeflerine daha büyük saldırı demektir. Muhalifler ve Türkmenlere daha büyük saldırı anlamı taşıyan bu hareket beraberinde PYD güçlerine yardım demektir.


Bizim güvenli bölge dediğimiz dikkat edilirse İdlib’e kadar inen bir bölgedir. Bunun tesisi ile bölgenin muhalifler ve Türkmen kontrolünde kalması sağlanacak, istemediğimiz PYD koridoruna engel olunacaktır.

Biz bir yandan Rusya ile bunun mücadelesini verirken, önceki gün ABD desteği ile PYD, YPG, YPJ güçleri Suriye Demokratik Güçleri ( SDG) adı altında Fırat'ın batısına geçmeyi başarmıştır. Koalisyon içinde sözde birlikte Daeş ile mücadele ettiğimiz müttefikimiz ABD bize karşı hasmane tutum takınmıştır. Hep söylediğimiz şey, müttefikimiz aslında en büyük düşmanız.

Şimdilik Türkiye bir tepki vermemekle beraber, bu durum menfaatlerimiz açısında kabul edilebilir bir durum değildir.


Zira ilerlemenin devamı halinde bölgede durum tamamen istemediğimiz bir konuma gelecektir. Bu yazıyı yazdığım sırada Cumhurbaşkanı ile Başbakanın görüşmesi bitmiş ancak bir açıklama yapılmamıştı. Sadece terör konusu görüşüldü demekle yetinildi.

Ancak devletimizden durumu tamamen aleyhimize çeviren bu ilerlemeye bir tepki vermesini beklemekteyiz. Cerablus-Azez hattının birleşmesi, ileride bize sadece Doğu ve Güneydoğu’da değil, ülkemizin çeşitli illerinde Cizre, Silvan tarzı eylemler olarak dönebilir. 40 yıldır yapılan bu hain saldırılardan bıkan halkımızın verebileceği tepki ile istenmeyen şeyler olabilir.

Durum son derece nazik ve kırılgandır. Bir yandan ülkenin geleceği için dış güçlerle mücadele ederken, bir yandan içimizdeki dış güçlerle mücadele halindeyiz. İran ile savaşımızda İran safında yer alacak hainler, Rus uçağı düşürüldüğünde soluğu Rusya’da alanlar, hala Erdoğan düşmanlığı nedeni ile Suriye safında yer alıp aile fotoğrafı çektirenler artık safını seçmelidir.

Ülke olarak girilecek savaşta hainlerin hukuku yoktur. Savaşın demokrasisi olmaz. Hainlerin demokratik hakkı diye bir şey hiç olmaz. Hendek kazmak demokratik bir eylem değildir. Hendeğin de demokratik hakkı olmaz. Bu böyle biline.

27.12.2015








24 Aralık 2015 Perşembe

TERÖR ÖRGÜTÜNÜN KATLETTİĞİ SİVİLLER

Bazı hainler, devletin sivilleri katlettiğini söylüyor, ahmaklar da inanıyor. Eğer sivil öldürülseydi, özerk! İlçelerde operasyonlar bu kadar uzun sürmezdi. Teröristin mevzilendiği bina vurulup başlarına yıkılır, sorun çözülürdü.

Ancak bölgede ve terörist yuvalarının yanında siviller de olduğu için devlet, zarar vermeden teröristi etkisiz kılmaya bu kadar hassasiyet gösteriyor.

Bir kısmını aldığım bu listeyi görmezden gelen hainler, devletin sivil öldürdüğünü söylüyor. Siyasetçi, gazeteci, dini örgüt mensubu, sanatçı bozuntusu fark etmiyor. Her sınıftan hain çıkıyor bu ülkede.

Bu hainler bu listeye göz atsınlar. Bu sivilleri kim katletmiş öğrensinler. Öğrenmelerinin bir anlamı da yok gerçi, kanı bozuk olan anlamaz.

1. "22 Ocak 1987'de Şırnak'ın Uludere ilçesine bağlı Ortabağ köyünde düğün evine PKK'nın gerçekleştirdiği bombalı eylem sonucu 2'si çocuk, 4'ü kadın toplam 8 köylü vahşice katledildi. Düğün yapılan evin damına çıkan PKK üyeleri düğüne katılanlara el bombalarıyla saldırdı.

2. 23 Ocak 1987'de ise gözü dönmüş PKK militanları, Gündükörte mezrasında 2'si bebek, 5'i çocuk, 1'i yaşlı olmak üzere 10 kişiyi öldürdü, 10 kişiyi ağır yaraladı.

3. 7 Mart 1987'de Mardin'in Nusaybin ilçesi Açıkyol Köyü'nde 6'sı çocuk 8 kişi kurşuna dizildi.

4. 21 Mayıs 1987'de Diyarbakır'ın Lice ilçesine bağlı Yolçatı köyünü gece vakti basan terör örgütü PKK, köy öğretmeni Asım Özden'i ve köyün imamı Mehmet Bayram'ı evlerinden alıp kurşuna dizerek katletti.

5. 12 Haziran 1987'de PKK'lı teröristler Milliyet Gazetesi Dicle ilçesi muhabiri Mehmet Çağdaş'ı öldürmek için düzenlediği saldırıda Çağdaş'ın yeğeni 13 yaşındaki Yaşar Sabur'u katletti.

6. 20 Haziran 1987'de PKK'lı teröristlerin saldırısı sonucu Mardin'in Ömerli ilçesindeki geçici köy korucusu ailelerin yoğunlukta olduğu Pınarcık köyünde 16'sı çocuk 30 kişi vahşice öldürüldü.

7. 8 Temmuz 1987'de Mardin'in Midyat ilçesine bağlı Yuvalı (Anıklı) köyü Haraberk mezrasına saldıran PKK'lı teröristler aynı aileye mensup 7'si çocuk 2'si kadın 9 kişiyi katlettiler.

8. Aynı saatlerde bir başka grup, Yuvalı köyüne 20 dakika uzaklıktaki Peçenek köyünü basarak, kadın çocuk ayırmaksızın 16 kişiyi kurşuna dizerek katletti.

9. Yuvalı köyündeki katliamdan sonra, köye başsağlığı için giden civar köylülerin bulunduğu minibüs, PKK'lılar tarafından Yuvalı-Midyat yoluna kurulan mayın sonucu havaya uçtu. 3 kişi öldü, 13 kişi yaralandı.

10. Aynı gün Şırnak'ın İdil ilçesine bağlı Peçenek köyü de PKK tarafından basıldı. Kadın çocuk ayırmaksızın 16 kişi kurşuna dizildi.

11. 19 Ağustos 1987'de Milan mezrasına saldıran teröristler, 3 günlük ve 6 günlük iki bebeği katletti. Saldırıda 25 kişi öldü, 34 kişi ağır yaralandı. Öldürülen sivillerden 14'ü 18 yaşın altındaydı.

12. 21 Eylül 1987'de Şırnak'ın Güneyce köyü Çiftekavak mezrasını basan PKK'lılar, 2'si hamile 5 kadın, 4'ü çocuk 11 kişiyi katletti, 2 kişiyi ağır yaraladı.

13. 10 Ekim 1987'de Siirt'in Şırnak ilçesine bağlı Çobandere mezrasını basan teröristler, birçoğu yaşlı, kadın ve kundaktaki bebek olmak üzere 13 kişiyi katletti, 9 kişiyi ağır yaraladı.

14. 28 Mart 1988'te Şırnak'ın Yağızoymak Köyü'ne saldıran terör örgütü PKK, 9 masum çobanı boğarak, 350 koyunu ise bıçaklayarak katletti.

15. 9 Mayıs 1988'te Mardin'in Nusaybin ilçesi Taşköyü'nün Behmenin mezrasını basan PKK'lı teröristler, aynı aileden 8'i çocuk, 2'si kadın 11 kişiyi öldürdüler. Saldırıda 2 çocuk ise ağır yaralandı.

16. 6 Kasım 1988'te Mardin'in Dargeçit ilçesine bağlı Sümer Köyü'nü basan PKK militanları, öğretmen lojmanını kuşatarak 3 öğretmeni katletti, 1 öğretmen ağır yaralandı.

17. 21 Mart 1990'da hain terör örgütü, Elazığ-Kovancılar'da yol keserek 9 mühendis ve firma mensubunu kurşuna dizerek öldürdü.

18. 15 Nisan 1991'de Kahramanmaraş'ın Elbistan ilçesindeki bir yolcu minibüsünü durduran eli kanlı teröristler, araçtaki 7 kişiyi kurşuna dizdi, 5 kişiyi ağır yaraladı. Teröristler saldırının ardından minibüsü ateşe vererek kaçtılar.

19. 28 Nisan 1991'de Bingöl'ün Solhan ilçesindeki öğretmenevi lokalini basan PKK'lı teröristler 4 kamu görevlisini öldürdü, 5 kişiyi yaraladı. Teröristler Kaymakam Ersin Ateş, Cumhuriyet Savcısı Mehmet Türksever, Orman İşletme Şefi Ahmet Yenen ve Orman Muhafaza Memuru Fevzi Kaplan'ı vahşice katlettiler.

20. 25 Aralık 1991'de PKK'lı teröristler İstanbul'un Bakırköy ilçesinde bulunan Çetinkaya Mağazası'na, gündüz saatlerinde molotofkokteyli attı. Saldırı sırasında mağazada bulunan 7'si kadın, 1'i çocuk 11 kişi öldü.

21. 23 Mayıs 1992'de Şırnak'ın İdil ilçesine bağlı Dumanlı köyünü basan PKK'lılar, 2'si çocuk, 2'si kadın 4 kişiyi öldürdü, 2 kişiyi ağır yaraladı. Teröristler saldırısı sonrası köydeki bir genci de kaçırdı.

22. 22 Haziran 1992'de Batman'ın Gercüş ilçesine bağlı Seki köyündeki iki korucunun evine saldıran teröristler 8'i çocuk, 10 kişiyi vahşice katletti, 2 kişiyi ağır yaraladı.

23. 26 Haziran 1992'de Diyarbakır'ın Silvan ilçesine bağlı Yolaç köyünü basan terör örgütü PKK, camiye saldırarak 10 kişiyi öldürdü, 4 kişiyi yaraladı.

24. 15 Eylül 1992'de Diyarbakır'ın Silvan ilçesi ile Malabadi Köprüsü arasındaki Bahçe köyü yakınlarında yol keserek kimlik kontrolü yapan PKK'lı teröristler, Şirvan Belediye Başkanı M. Münip Şerafeddinoğlu, Belediye Yazı İşleri Müdürü Adil Kaplan, ANAP'ın Şirvan İlçe Başkanı Hüseyin Feyimoğlu ve makam şoförü Kemal Uğur'un bulunduğu iki araca ateş açtılar. Hüseyin Feyimoğlu ağır yaralı olarak kaçmayı başarırken, PKK'lılar tarafından kaçırılan Belediye Başkanı ve Yazı İşleri Müdürü katledildi.

25. 1 Ekim 1992'de, Bitlis'in Merkez ilçesine bağlı Cevizdalı Köyü'nü gece geç saatlerde basan terör örgütü PKK, 8'i çocuk olmak üzere 30 kişiyi katletti, saldırıda 20 kişi yaralandı. Kadın ve çocukları rehin alarak geçici köy korucularına silahlarını bıraktıran teröristler, bölgeye sevk edilen güvenlik güçlerinin gelmesiyle köyü ateşe verdikten sonra 13 korucuyu yanlarına alarak kaçtı.

26. 9 Kasım 1992'de Diyarbakır'ın Hani ilçesine saldıran PKK'lı teröristler Kaymakamlık binası, PTT, Askerlik Şubesi ve lojmanları, Karayolları Şube Şefliği, Adliye binası, Emniyet Müdürlüğü lojmanları ile diğer kamu kuruluşlarına ateş açtılar, araçları yaktılar ardından binaları ve evleri basarak insanları kurşuna dizdiler. Saldırıda 4'ü çocuk, 4'ü kadın 12 kişi öldü, 3 kişi ağır yaralandı.

27. 24 Mayıs 1993'te, Bingöl-Elazığ karayolunda araçların yolunu kesen PKK'lı teröristler, usta birliklerine giden ve askerliklerini tamamlayıp memleketlerine dönen üniformasız askerlerin olduğu otobüsleri durdurdu. Terör örgütü, 33'ü asker, 40 kişiyi olay yerinin yakınında kurşuna dizerek katletti. Sivil araçları ateşe verdi, 13'ü asker, 1'i polis 22 kişiyi de kaçırdı.

28. 30 Haziran 1993'te PKK militanlarının Mardin Merkez, Yalım Köyü'ne bağlı Hamzabey mezrasında gerçekleştirdiği katliamda Gökoğlu ailesinin evine roketatar ile saldırı düzenlendi ve 7 kişi katledildi.

29. 5 Temmuz 1993'te terör örgütü PKK militanları Erzincan'ın Kemaliye ilçesine bağlı Başbağlar köyünde 28 kişiyi köy meydanında toplayarak kurşuna dizdi. Hainler, ateşe verdikleri evlerde 5 kişiyi de diri diri yaktı. PKK'lılar katliamdan sonra "Sivas'ın intikamı alındı" şeklinde bildiri bıraktı.

30. 4 Ekim 1993'te Siirt'in Şirvan ilçesine bağlı köylere peş peşe baskın düzenleyen teröristler, Kalkancık köyüne düzenlediği roket ve ağır silahlı saldırıda 3'ü kadın 3'ü erkek ve 4'ü korucu olmak üzere 10 kişiyi katletti. Aynı gün hainler tarafından Daltepe köyüne yapılan saldırıda ise aralarında kadın ve çocukların bulunduğu 23 kişi öldürüldü. Hain saldırıda ölenlerin arasında 9 aylık Gülcan bebekde bulunuyordu.

31. 25 Ekim 1993'te Yolalan beldesine baskın yapan terör örgütü PKK militanları, 4 öğretmeni ve 2 yaşındaki kız çocuğunu katletti.

32. 26 Ekim 1993'te Erzincan-Erzurum karayolu üzerinde Sansa Deresi mevkisinde üç otobüsü durduran PKK'lı teröristler, yolcuları bir araya toplayarak kurşuna dizdi. 4 kişi öldü, 12 kişi ağır yaralandı. Teröristler, üniversite öğrencisi iki kızı da kaçırdı.

33. 1 Ocak 1994'te Elazığ'ın Maden ilçesinde iki yolcu otobüsünü durdurup kimlik kontrolü yapan PKK'lılar 8 kişiyi kurşuna dizdi.

34. 21 Ocak 1994'te Mardin'in Savur ilçesine bağlı Ormancık ve Akyürek köylerine roket ve gaz bombalarıyla saldıran PKK, 11'i çocuk 21 kişiyi öldürdü.

35. 11 Eylül 1994'te yeni eğitim-öğretim yılının ilk günü Tunceli'nin Mazgirt İlçesi Darıkent Beldesi'nde PKK'lı teröristler lojmanlarından çıkardığı 6 öğretmeni belde merkezinde kurşuna dizerek katletti.

36. 11 Ekim 1994'te Erzurum'un Tekman ilçesine bağlı Katranlı ve Taşkesen köylerinde görevli 5 öğretmeni kaçıran PKK'lılar 4 öğretmeni kurşuna dizdi.

37. 1 Ocak 1995'te Hamzalı'da gerçekleştirilen saldırıda çoğu çocuk ve kadın 20 kişi katledildi. Köyü basan teröristler "bu gece hepinizi imha edeceğiz. Sizleri yakacağız bu topraklar bizimdir" dedikten sonra katliamı gerçekleştirdi.

38. 24 Temmuz 1995'te İran'dan gelen kalabalık PKK'lı terörist grubu, Van'ın Gürpınar ilçesine bağlı Akdoğu köyü Atabinen mezrasına giremeyince evleri roket atışına tuttu. Teröristler, 7'si kadın ve çocuk, 12 kişiyi öldürdü, 13 kişiyi ağır yaraladı.

39. 5 Eylül 1995'te Hatay'ın Samandağ ilçesi Seldiren köyü yakınlarındaki bir maden ocağını basan PKK'lılar 9 madenciyi kurşuna dizdi. İşçilerden 8'i yaşamını yitirirken, biri yaralı olarak kurtuldu.

40. 30 Nisan 2005'te terör örgütü PKK tarafından Kuşadası merkezine bırakılan bir bombayı etkisiz hale getirmeye çalışan Başkomiser Yaşar Aykaç şehit oldu

41. 16 Temmuz 2005'te yine kent merkezinde bir minibüse bırakılan bombanın patlaması sonucu 2'si turist 5 kişi yaşamını yitirdi.

42. 27 Temmuz 2008'de PKK'lı teröristler İstanbul'un Güngören ilçesinde bombalı saldırı düzenledi. Medrese Caddesi üzerine bırakılan iki bombanın on dakika arayla patlaması sonucu 5'i çocuk olmak üzere 18 kişi öldü, 154 kişi yaralandı.

43. 3 Ekim 2008'de Hakkari'nin Şemdinli ilçesindeki Aktütün Karakolu'na kalabalık bir PKK grubunun gerçekleştirdiği saldırıda 15 asker şehit olurken, 2'si ağır 20 asker de yaralandı. Saldırıda 23 PKK'lı ölü ele geçirildi.

44. 22 Haziran 2010'da terör örgütü PKK tarafından İstanbul'un Halkalı semtinde askeri servis aracına bomba ile saldırı düzenlendi. Biri lise öğrencisi, 4'ü asker 5 kişi yaşamını yitirdi.

45. 20 Eylül 2011'de Ankara'nın merkezindeki Kızılay Kumrular Caddesi'nde Çankaya Kaymakamlığı önünde meydana gelen patlamada 3 kişi öldü, 3'ü ağır 34 kişi yaralandı. Patlamanın ardından yanan bir minibüs ile 6 araçta maddi hasar meydana geldi.

46. 7 Ekim - 2 Kasım 2014'te HDP, DAİŞ'İ protesto etmek ve Kobani'ye destek olmak için "sokağa çıkma, alan tutma ve harekete geçme" çağrısında bulundu. Meydana gelen şiddet olaylarında, 31 kişi hayatını kaybetti, 2 polis şehit oldu, 221 vatandaşla 139 polis yaralandı.

47. 11 Nisan 2015'te Ağrı'nın Diyadin ilçesine bağlı Yukarıtütek köyündeki ağaç dikme etkinliği için güvenlik önlemi alan askerler ile terör örgütü PKK üyeleri arasında çıkan çatışmada 4 asker yaralandı, 5 PKK'lı ölü ele geçirildi.

48. Ocak-Temmuz 2015 döneminde çözüm sürecine rağmen terör olaylarında artış meydana geldi. Terör olaylarının türüne göre yapılan istatistiklerde, terör örgütü PKK ve yandaşları 7 ayda toplam bin 83 şiddet eylemi düzenlerken, bu eylemlerden 154'ü silahlı saldırı, 172'si patlama, 351'i taşlı sopalı saldırı, 4'ü silahlı çatışma, 8'i patlayıcı madde koyma, 10'u yol kesme, 8'i gasp, 19'u kaçırma ya da rehin alma, 47'si kundaklama, 241'i molotofkokteyli atma, 69'u tehdit olayı şeklinde gerçekleşti.

49. Son 10 ayda PKK terör örgütünün saldırıları sonucu 62 vatandaş hayatını kaybetti, 429'u ise yaralandı. Aynı dönemde PKK'nın saldırılarına hedef olan iş yeri sayısı 882'yi bulurken, hasar gören sivil araç sayısı ise 884 olarak emniyet kayıtlarına geçti.

50. Kanlı terör örgütü sivillerin yanı sıra örgüt içinde çıkar çatışması yaşadığı ya da kendine muhalefet eden militan ve yöneticileri de "ajan" veya "hain" oldukları gerekçeleriyle infaz etti.

51. Tam olarak sayıları bilinmese de Mehmet Turan, Murat Bayraklı, Zülfi Gök, Enver Ata, İzzettin Evcil, Çetin Güngör, Abdullah Kumral, Resul Altınok, Lamia Baksi, avukat Mahmut Bilgili, Mehmet Tunç, Mustafa Ömürcan ve dört arkadaşı ile Şahin Dönmez ve Mehmet Çimen örgüt içi infaz listesinde yer aldı.

Gerek operasyon gerekse çatışmalarda PKK'lı teröristlerle mücadele eden güvenlik güçleri 31 yılda bin 466'sı geçici köy korucusu olmak üzere 7 bin 230 şehit verdi, 21 bin 128'i yaralandı.


24.12.2015

8 Aralık 2015 Salı

DEVLET AKLI VE OYNAK POLİTİKALAR

Hep yazılarımda mevcut bir devlet aklından söz ediyorum. Bazıları bizi yani Türkiye’yi öylesine küçümsüyor ki, “bizde devlet aklı ne arar” diyorlar. Devlet aklının olmadığı ülke yok dünyada.

Şartlanmış bir şekilde “bütün kararları Erdoğan veriyor, devlet aklı falan yok” diyorlar. Adam devlet başkanı, etkisi yok demiyoruz elbette, ancak hiç kimse bu kadar sorunla tek başına baş edemez. Öyleyse bir karargâh çalışması gereklidir.

Türkiye’nin mücadelesi sadece Suriye’de değil. Bazılarına göre biz muhalifleri desteklemesek sorun çözülürdü. Muhaliflere bazıları destek veriyordu zaten, destek olmadan bu savaş başlamazdı. Destek veren olmasa idi, Esed hepsini bombalar, problemi çözerdi. Ama batının planı bu değildi. Yoksa neden ayaklanma başlasın ki.

Sadece bizim değil, bütün dünya liderlerinin söylediği her sözde, ileriye dönük bir planın izleri vardır. Bunu anlamayan düz akıl, Suriye politikamız yanlıştı, Erdoğan BOP’ un eş başkanı der durur. Hâlbuki BOP denen plan, kaç defa şekil değişti bunu görmezler. Ülkemizin aleyhine olan plana bir Türk eşeği bile evet demezdi, Erdoğan neden desin?

Bu akıllar, önceki manevra nedeni ile Erdoğan aleyhine başlatılan batı saldırısında kalan akıllardır. Çünkü siyaset değişti, batı da değişti. Türkiye yeni bir hamle yaptı. Önceki hamle ne idi, sonra ne oldu da batı medyası saldırmaktan vazgeçti?

Önce ABD cephesine bakalım. Sonra bizim cepheye bakalım ki, Erdoğan nasıl “hırsız “ ve “diktatör” oldu anlayalım.

Batı-Fransa petrol savaşları yanı sıra, bir de ABD-RUSYA ekonomik savaşı yaşanıyordu. Afganistan’da ve Irak’ta tek başına at koşturan ABD artık eskisi gibi rahat hareket edemiyordu. Bunun sebebi BRİCS denen yeni bloktu.

BRİCS ne idi peki? Brezilya, Rusya, Hindistan ve Çin’in bir araya gelerek oluşturduğu yeni bloktu bu. Daha sonra bunlara Güney Afrika’da katılacak, başlangıçta adı BRİC olan blok BRİCS haline dönüşecekti. 15 trilyon dolarlık milli gelir ve 3 milyar nüfus ile heyula bir blok. Yıl 2006.

Biz bu arada kafamıza koyduğumuz batılı olma hayali doğrultusunda, etliye sütlüye karışmadan ekonomimizi toparlamak, AB’ye girmek ülküsü ile dünyaya açılmaya çalışmaktayız. Devletimiz bütün gelişmeleri aslında yakından takip ediyor. Yani devlet aklı kesintisiz alternatif üretiyor.

ABD’nin ve batının bütün faaliyetleri ve attığı adımlar yakından takip edilip ona göre çerçeveler çiziliyordu. Vatandaşımız olan bitenin farkında değil, ideolojisi doğrultusunda sağa sola küfretmekle meşgul.

Yaklaşan tehlikenin farkında olan ABD’den yeni hamleler gelmesi kaçınılmazdı. Tek kutuplu dünyaya göre düşman olanlarla dost olmak gerekiyordur artık. 2014 ortalarında Vietnam ile ilişki kuruldu. 2015’in Temmuz’unda Vietnam komünist parti genel sekreterini Obama beyaz saray’da ağırladı.

2014’ün sonlarında bu defa ezeli düşman Küba ile temasa geçildi. Küba, tutuklu bulunan ABD’li iş adamı Alan Gross’u serbest bıraktı. Daha sonra Obama, Küba’da elçilik açacaklarını duyurdu. Eylül 2015’de Obama, Castro ile telefonla görüştü.

Özellikle 2005 sonrası Ortadoğu’nu “şer odağı” olan ve batı dünyasının hiç istemediği halde ABD baskısı ile ambargo uygulatılan İran ile 2014 sonlarında temasa geçildi. Nükleer müzakerelerde mutabakata varıldı. Sanırım İran’ın aslında “şer odağı” olmadığı! anlaşıldı. Temmuz 2015’de İran’a uygulanan ambargo kısmen denilmekle birlikte kaldırıldı.

Amerika’nın Ortadoğu politikasından hoşlanmayan biz, farklı bir politika izliyorduk 2011’den itibaren. Bizim politikamızdan da Amerika hoşlanmıyordu. Müslüman kardeşleri destekliyoruz, ambargo konulmuş olan İran ile altın ticareti tarzında alış veriş yapıyorduk. Suriye’de batı ile farklı düşünüyorduk. İlişkiler limoni idi. Yeni blok karşısında Türkiye’nin ne yapacağından emin değildi Amerika.

Erdoğan, kendisine anlatılan BOP planının aslında anlatıldığı gibi olmadığını, buzdağının altında kalan kısmını görmüştü. Türkiye bu yüzden yüzünü doğuya çevirmişti. AB ve fasıl masıl diyen yoktu. Amerika yaklaşan tehlikeyi gördü. Öyleyse Ak Parti ve Erdoğan’dan kurtulmak gerekiyordu.

Türkiye’nin füze anlaşmasını Çin ile yapması, Rusya ile ekonomik büyük adımlar atması rahatsızlık yaratıyordu Amerika’da. Hele Erdoğan’ın Kasım 2013’de Rusya gezisinde Putin’e, şaka yollu “bizi Şangay beşlisine alın, kurtarın bizi bu AB’den” demesi, Amerika tarafından kabul edilebilir değildi. Erdoğan istenmeyen adam ilan edildi.

Önce MİT müsteşarı vasıtası ile Erdoğan’a ulaşmak denendi. Haziran 2013’de “maksat ağaç değil hala anlamadınız mı” diyen batı beslemeleri Taksim gezi parkı ayaklanmasını gerçekleştirdi. Sonra 17 ve 25 Aralık operasyonu geldi. Bütün batı basını Ak Parti ve Erdoğan aleyhine yayın yapıyordu. Ayakkabı kutuları çıktı, bakanların yolsuzlukları çıktı. Bütün batı medyası “hırsız ve diktatör” başlıkları ile çıkmaya başladı. 

Buna paralel olarak bizim medya da saldırıyordu. Bu saldırıların tamamını Pensilvanya’da mukim, İslamı dünyaya yayan dindar liderinin! Hükmettiği Fetullahçı Terör Örgütünün ( FETÖ) medyası koordine ediyordu. Muhalefet aslında ne olduğunu anlamamış, ayakkabı kutusu ile uğraşıyor, “diktatör” demeye devam ediyordu. Adeta FETÖ’ nün kuyruğu olmuşlardı.

Batı basını dediğimiz “elin gâvuru” CNN, BBC ve diğerleri kesintisiz Ak Parti ve Erdoğan aleyhine haber yapıyordu. “Bizim gâvur” lar da koroya katılmıştı. O asansöre binen bazı kesimler hala yukarı aşağı ayakkabı kutusu demekte.

Amerika, seçimde AKP nin kaybedeceğini hesaplayıp, hatta Erdoğan yerine Abdullah Gül ismini telaffuz etmeye başlanmıştı. 7 Haziran’da hükümet çıkmayınca, terör örgütü PKK’ya start verildi. Kaos tırmandırılmaya başlamıştı.

Zaten aramız limoni olan Amerika’ya, çözüm dediğiniz ve aleyhimize olan bu garabete son veriyoruz diyerek PKK vurulmaya başlandı. Suriye’de güvenli bölge olmasını ve göçmen sorununun çözülmesini istiyordu Türkiye. Amerika ise Suriye için kullanmak üzere üslerin açılmasını istiyordu.

PYD’nin kantonlaşması ve hattın Akdeniz’e bağlanması Türkiye’yi rahatsız etmesine rağmen, Amerika bizi rahatsız eden politikalara devam ediyordu. PYD’ye silah yardımı yapıldı. Silahların kaos planına geçen PKK’ya gideceği bilindiği halde.

Amerika tarafından isteklerimiz kabul görmüyor gibiydi. Kasım ayında G-20zirvesi Türkiye’de yapılacaktı. Temmuz ayında Rusya BRİCS toplantısının Türkiye’de yapılacağını açıklıyordu. Ak partiden bir yetkili, çözümün BRİCS bloğuna katılmakta olduğunu açıkladı.

Eylül ayında Esed’in daveti ile Rusya, Suriye’ye yerleşti. Uçakları sınırlarımızı ihlal ediyordu. Ekim başında ABD dışişleri bakanı Kerry, sınır ihlali yapan uçakları vurmak Türkiye’nin hakkıdır diye açıklama yaptı. Rusya ile yaşanacak kriz, ABD’nin aradığı fırsattı.

Kasım seçimlerinde Ak Partinin iktidar olması ile Amerika, Erdoğan ve Ak Partiden kurtuluş olmadığını anlamış, Türkiye’yi doğu blokuna kaptırmamanın yolunu aramaya başlamıştı. Batı medyasında Ak Parti ve Erdoğan aleyhine kampanyalar bıçak gibi kesilmişti. Erdoğan “hırsız ve diktatör” değildi artık. “Elin gavuru” iftira kampanyasını bitirmiş lakin “bizim gavurlar” asansörde hala çıkıp iniyordu.

5 Kasım’da Amerika tarafından PYD’ye yardım yapılmayacağı açıklandı. 12 Kasım’da Rusya ile Kuveyt enerji anlaşması imzaladı. 15 Kasım’da G-20de iki yıl aradan sonra Erdoğan ile Obama görüştü. Ardından Çin ile yapılan füze ihalesi iptal edildi.

18 Kasım’a kadar Rusya Işid’in bine yakın hedefini ve petrol tankerlerini vurdu. 19 Kasım’da Rus petrol devi Lukoil, Irak ile yapacağı petrol anlaşmasını düşük petrol fiyatları nedeni ile iptal ediyordu.

21 Kasım’da ABD dışişleri bakanı Kerry, Türkiye ile birlikte ortak operasyon yapılacağını açıkladı. Ertesi günü Cerablus-Azez hattında Işid mevzileri bombalandı. Türkiye’nin “güvenli bölge” fikri uygulamaya konmuştu. Bölgeye Türkiye ile bağlantılı güçler yerleşti.

Bütün ikazlarımıza rağmen, Suriye’ye girmesine pasif kalan ABD, Putin’de ego patlaması yaratmış, kimseyi hesaba almaz olmuştu. Ekim başından beri sınır ihlali konusunda ikaz ettiğimiz ve iki defa özür dileyen Rusya, Putin’in egosunun esiri olmuştu. 24 Kasım’da Bayırbucak Türkmenlerini bombalayan Rus uçağı sınır ihlali yapınca, vurduk ve düşürdük. Amerika, Türkmenler için “Daeş’e karşı desteklediğimiz bir savaş gücü” tanımını kullandı.

Aynı gün sanırım, Amerika Türkiye’ye göçmenler için 3 milyar avroluk kaynağı onayladı. Çünkü Erdoğan, daha önce göçmen sorununun çözülmesini, Suriye politikamızın desteklenmesini istemişti. Duyarsız kalan batıya karşı göçmenlere sınırı açmıştı, Binlerce göçmeni kucağında bulan Avrupa, anlaşma zemini aramaya başlamıştı. Aynı gün Ukrayna enerji ve kömür bakanlığı, Türkiye’nin kendi depolarını kullanabileceğini açıklıyordu.

Rusya’nın “sırtımızdan hançerlendik” sözü buradan geliyor. Ancak kendileri de açıkça gözümüzün içine baka baka Esed’i destekliyor, Türkmenleri vuruyor, boşalan yerlere PYD yerleşiyordu.

24 Kasım’da Obama ve Hollande basın toplantısında “Türkiye’nin sınırlarını koruma hakkı vardır “ diyordu. Ardında Erdoğan, yakında müttefiklerle birlikte Cerablus-Akdeniz hattında güvenli bölge hayata geçirilecek diyordu.

Yarın Barzani Türkiye’ye geliyor. Biz Suriye’de Kürt kantonlarına müsaade etmeyeceğiz. Muhatabımız meşru Kürt yönetimidir, onun başkanı Barzani’dir mesajını alacak ilgili taraflar. Birkaç gün önce Musul yakınında Başika bölgesine yeni birliğin gönderilmesi ve peşmergelerin eğitimi zaten taraflara bir ön mesajdı.

Uzaktan bakınca, hiç politikası ve aklı olmayan bir devlet görüntüsü mü veriyoruz şimdi? Her liderin verdiği mesaj alınıyor, her mesaja diplomatik dille bir mesaj veriliyor ve ardından yeni bir adım atılıyor.

“Elin gavuru” biz olmadan Ortadoğu olmayacağını, dahası biz taraf değişince Ortadoğu’nun Rusya’nın kontrolüne geçeceğini anladı, iftira kampanyalarını bitirdi. Şimdi zararlı çıkan Rusya, aynı kampanyaya başladı. Lakin “bizim gâvurlar ” hala ayılmadı, yeni çıkan Rus korosuna katıldı. “Elin gâvurundaki” aklın darısı ve yarısı  “bizim gâvurların” başına diyelim şimdilik.

8.12.2015











6 Aralık 2015 Pazar

BATI-FRANSA PETROL SAVAŞLARI

Bantı geriye saralım. Fetö’nün yatak odalarına koyduğu Bantı değil ama. 2015 yılının başından bu yana yaşananların kaydedildiği bant. 7 Ocak 2015 Paris’te yaşanan Charlie Hebdo baskınına gidelim. Hani “Fransa’nın 11 Eylül’ü” olan olay.

Olay olduğu anda bütün dünya anında adını koydu. Yapanlar “İslamcı teröristlerdi.” Çünkü teröristler “Hz. Muhammed’in intikamını aldık” diye bağırmışlardı. Hem de yerde yatan polisin, kendisine silahını doğrultan teröriste “ dur şef yapma” diye seslenmesine rağmen. Çünkü Müslümanlar kendi aralarında böyle hitap ederlermiş. Yani “İslamcı terörist” bir Müslüman polisi de Müslüman olduğunu bilerek katlediyor ve Hz. Muhammed’in intikamını alıyordu. Yer olarak da Paris seçilmişti. Yani Fransa.

Bizim Rus çocuğu, batı beslemesi ateist ve Hrıstiyan çocuklardan oluşan yerli medyamız da bu koroya katılmıştı. Bizim gibiler, bunların islamla ilgisi yok demiştik ama sesimiz cılız kalmıştı. Çünkü karar verilmişti. Hemen ifade özgürlüğü gündeme getirildi, dünya liderleri “ifade özgürlüğüne destek yürüyüşü” yaptılar. Aslında katiller kol kola girmiş yürüyordu. Ne yazık ki biz de katıldık onların arasına.

Önceleri en güçlü devletler su kaynaklarını elinde bulunduran devletlerdi. İmparatorluklar dönemine gelince ticaret yollarını elinde bulunduran, sömürgesi çok olan ülkeler güçlü devletlerdi. İpek yolu, Baharat yolu savaşları. İngiltere sömürgesi çok ve bu yolları elinde bulunduruyordu. Sanayi devriminden sonra daha çok üreten ve sömürgelerine daha çok mal satan ülkeler zenginleşti.

Üretmek ve satmak için enerjiye ihtiyaç vardı. Enerji kaynağımız petroldü. En büyük kaynaklara sahip olan ülke ise Amerika idi. Çünkü küresel petrol şirketleri Amerika ile işbirliği içindeydi. Enerji kaynağına sahip olmak yetmiyordu. Bunun ulaştırılması ve taşınması için enerji yollarını da kontrol etmek gerekiyordu.

Bunun için petrol şirketleri çok savaş çıkarmışlardı. 1.Dünya savaşı, Ortadoğu petrolünün paylaşılması ya da hâkim olma savaşıydı. Doğu Timor savaşı böyle bir savaştı. Sonra Sudan’da savaş başladı. Darfur’da ciddi petrol yatakları tespit edilince 180 bin kişi öldü, 2 milyondan fazla insan evsiz kaldı. Savaşın sorumlusu yine batı idi. Sudan ikiye bölündü. Güney Sudan zengin petrol yatakları ile bağımsız devlet oldu. Sonuç olarak Güney Sudan zengin petrolünü batılı petrol şirketlerine açtı.

Sondaj çalışmaları gösteriyordu ki bu kaynaklar sonsuz değildi. Bunların tükenme ihtimaline karşı, yeni petrol sahaları bulmak zorunlu idi. 2000 yılından sonra yapılan çalışmalarda, en uygun saha olarak Kuzey Afrika bulundu. Moritanya, Mali, Nijer, Çad, Sudan önemli petrol kaynakları idi. Araştırmalara Cezayir ve Tunus’un petrol şirketleri de katılıyordu.

Amerika’nın önde gelen şirketi “Exxon Mobil”, Libya’nın “Holding Petrol” şirketini 2007 yılında satın alır. Bu şirket 2011 yılına gelindiğinde Afrika’da 3 bin enerji dağıtım noktasına ulaşmıştı. Sadece Nijer’de 838 bin varil petrol çıkarıyordu.

Nijer’de yatırım yapan başka bir şirket Çin’li idi. Çin’in şirketleri 2000 yılından sonra çok sayıda Afrika ülkesinde yatırım yapmıştı. Çin’in en çok hâkim olduğu ülke Çad’dı. Çin hükümet tarafından büyük destek görüyordu. Batılı ülkeleri bu durum rahatsız etti. Çad Dünya Bankası tarafından kuşatmaya uğradı. Bunun üzerine Çin şirketleri Çad’da yeni silah fabrikaları kurmaya başladılar.

Enerji kaynaklarına sahip bu Orta Afrika ülkelerinin denize kıyısı yoktu. Enerji yollarına da hâkim olmak veya yol bulmak gerekiyordu. Bunun için Orta Afrika’dan başlayan ve Libya üzerinden Avrupa’ya boru hattı projesi geliştirildi. Bütün petrol şirketleri bölgede yoğun bir mücadeleye girişti.

2011 yılına gelindiğinde başlayan Arap Baharı özellikle Tunus ve Cezayir petrol şirketlerini baltaları. Çok sayıda petrol şirketi bölgede kargaşa nedeni ile çalışmalarını durdurdu.

Dikkat edilirse nerde petrol varsa orada terör örgütleri ortaya çıkıyordu. Çin’in silah fabrikaları kurmasının anlamı buydu. Terör örgütleri vasıtası ile darbeler yapılıyor, yönetim terör örgütlerine teslim ediliyordu. Terör örgütü de kendisini destekleyen ülkenin petrol şirketlerine petrol yataklarını açıyordu. “Boko Haram” ve “El Şebab” bu örgütlerdendi.

Işid petrolünü aldığımız yalanını Rusya ve bizim Rus çocukları uydurdu. Işid’i biz kurmadığımıza göre, bizim onun petrolünden faydalanmamız söz konusu değildi. Kuranlar, onun petrolünü alıyordu hâlbuki.

Boko Haram, Nijer’de kurulmuştu. Kontrol sahası bu bölge idi ve Çin şirketlerine açmıştı petrol yataklarını. Boko Haram kimdi? İslami kökten gelen bir örgüttü. Farkındaysanız terör örgütleri hep selefi kökten geliyor. Zor değildi böyle örgütleri kurmak. Daha önceki yazılarda da belirttiğimiz gibi, İslamı bilmeyen mücahitler olunca, hedef göstermek yetiyordu. Işid’de böyle bir örgüt.

Enerji savaşı veren ülkeler, bu savaşı perdelemek için sebebi bulmuştu. “İslami terör. “ Biz burada petrol savaşı veriyoruz diyecek değillerdi haliyle. Parayı kazanan ülkeler onlar. Savaşan, ölen ve öldüren yine “ahmak Müslümanlar.” Petrol savaşının adını “İslami terör” koydular.

Peki, bu işin çözümü yok mu, Müslümanlar neden böyle davranıyor diye sorabilirsiniz. Defalarca yazdığımız gibi dininden haberi olmayan ahmak cihatçılar, madem cihad yapıyoruz, neden şimdiye kadar bir tane bile kâfir öldürmedik sorusunu sormadıkları sürece çözümü yok.

Petrol kavgasında önemli mesafe kaydeden Fransız petrol şirketi Total’di. Moritanya’da bu şirkete arama izni vermişti. Ayrıca Orta Afrika’dan Akdeniz’e uzanan “Trans-sahra” boru hattının girişimcisi idi. 2011 yılında Kaddafi’nin devrilmesi ile Fransa, Nato vasıtası ile Libya’ya demokrasi götürülmesine öncülük etmişti. Libya petrol sahaları da Total’in oldu.

Brezilya petrollerinin işletilmesini Amerikan ve İngiliz şirketlerinin de katıldığı mücadelede Total’in de içinde olduğu konsorsiyum kazanmıştı. Fransa Arjantin hükümeti ile sıkı ilişkiler içindeydi. Krichner hükümeti İngiltere ile problem yaşıyordu. Daha sonra İngiltere ile gerginlik arttı. Devlet başkanı Cristina Fernandez de Krichner aleyhine bir savcı dava açtı. Soruşturmayı açan savcı, 2015 başında şüpheli bir şekilde öldü.

Batı ile Fransa arasında problem 2012 yılında başlamıştı. Standart & poor’s 2012 yılında Fransa’nın kredi notunu düşürmüş, sonra 2013 yılında yine düşürmüştü. 2014 yılında Amerikan-Rus ekonomik savaşında Fransa, iki helikopter gemisi için önce anlaşmanın iptali yönünde karar vermesine rağmen, zararın tazmin edilmesi talebinde bulunuyor. Aksi halde satışın yapılacağını bildiriyor.

Petrol şirketlerinin Karadeniz’de de faaliyetleri artıyor. Ukrayna’da Exxon Mobil faaliyette bulunmakta. Kargaşanın artması ile durma noktasına geliyor. Rusya’ya ambargo uygulanıyor fakat Fransız Total şirketi Rus politikasını destekliyor.

Batı İran’a ambargo uyguluyor lakin İran’da birçok Fransız şirketi faaliyette bulunuyor. Aktif olarak ticaret yapıyor. 2014 yılında Fransız bnp paribas bankası ambargoyu deldiği için 8,8 milyar avro cezaya çarptırılıyor.

Yine 2014 yılında Total’in ceosu Cristoph de Margerie Rusya’da ilginç bir şekilde ölüyor. Ölenin Total’in ceosu olması, ölümün şekli ve yerin Rusya olması düşündürücü tabi.

Fransa, batı politikalarından bağımsız hareket ederken, Total’de dünya üzerinde petrol faaliyetlerini arttırıyordu. Başka bir anlaşmazlık Fransa’nın nükleer yatırımları konusunda yaşanıyor. Nükleer tesislerin üzerinde uçan kimliği belirsiz insansız hava araçlarının sayısı çoğalıyor tabi.

2014 yılı yoğun olayların yaşandığı bir yıl oluyor. Paris’te bir kamyon vatandaşların üzerine sürülüyor. Çok fazla abartılacak bir olay olmamasına rağmen, biden fazla komando sokaklara çıkarılıyordu. Fransızlar büyük bir terör olayı bekliyordu.


Charlie Hebdo saldırısından bir gün önce yani 6 Ocak günü Hollande “keşke Esed’i vursaydık” diyerek batının Suriye politikasına ters açıklama yapmıştı. Çünkü bu durumda Işid ortaya çıkmayacak, Total Suriye ve Irak petrolleri üzerinde etkili olacaktı. 7 Ocak’ta saldırı oldu.

Daha sonra helikopter gemisi satışı iptal oldu, Rusya ile soğuk ilişkiler başladı. Total vermiş olduğu taahhütleri yerine getirmiyordu. Sonraları Kıbrıs açıklarında yürütülen petrol faaliyetlerinden de çekildiğini açıklayacaktı.

Fransa’nın Batı karşıtı politikaları sona erdirmesi ve batı dışında kendisine alan açma faaliyetleri yeterli görülmemiş olacak ki, 13 Kasım’da 7 ayrı noktada birden terör saldırısı ile Fransa sallandı. Saldırı saat 11.30 civarında olmuş, Hollande saat 11.50 de kameralar karşısında saldırıyı Işid’in yaptığını açıklıyordu.

Fransa mesajı tam aldı mı bilmiyoruz. Total’in faaliyet alanlarından büyük oranda çekilmesi, aldığını gösteriyor şimdilik.

“Deve deveye sürtünür arada sinek ezilir” demiş atalarımız. Elin gâvuru petrol savaşı veriyor, bizim Müslümanlar ölüyor. Elin gâvuru petrol savaşı veriyor, bizim Kürtler bağımsız devlet hayali yaşıyor. Hâlbuki beyinsiz cihatçıların “madem cihad yapıyoruz, neden şimdiye kadar bir tane bile kâfir öldürmedik” diye sorması gerektiği gibi, Kürtlerin de “batı neden beni sevsin, neden benim devlet kurmam için bana bu kadar silahı versin” diye sormadığı müddetçe, Müslümanlar oyun hamuru olarak ölmeye devam edecek, yerlerinden yurtlarından olacaklardır.

Hâlbuki cihad yaptığını sanan örgüt mensupları ve devlet kurmaya kalkan beyinsizler Kuran’a göre hareket etse, “Onlar sizinle toplu olarak savaşamazlar. Ancak müstahkem şehirlerde yahut duvarların ardından savaşmak isterler. Kendi aralarındaki çekişmeleri şiddetlidir. Sen onları toplu sanırsın, oysa onların kalpleri dağınıktır. Böyledir, çünkü onlar aklını kullanmayan bir topluluktur” diyen ayet gereği, onlar birbirini yerken, biz kârlı çıkacak politikalar üretebiliriz.


6.12.2015















3 Aralık 2015 Perşembe

3.DÜNYA SAVAŞI

Komplo teorileri üretilirken oturup roman gibi yazmıyor insanlar. Bazı belgeler ve olgular üzerinden fikir üretiyorlar, olacaklar üzerinde tahminler yürütüyorlar.

Bu teoriler aslında öyle uçuk, kaçık fikirler değildir çoğu zaman. Devletlerin geçmiş davranışları, yöneticileri veya onları yönetenlerin uyguladıkları metotlar üzerinden yürünür.

Yakın tarihimizde iki dünya savaşı yaşamış olan dünyanın, üçüncü dünya savaşını da yaşaması ihtimal dışı değil. Hatta göstergeler bu yönde. Kutsal kitaplarındaki metinler ne diyorsa sanki adım adım uyguluyor gibiler.

1871 yılında üç dünya savaşı ile ilgili yazılmış bir mektup görüyoruz. Yeni Dünya Düzeninin fikir babası İsveç masonları büyük üstadı Albert Pike’nin,  Bavyera İllimünatlarının başı Guiseppe Mazzini’ye yazdığı mektup.

Buradan anlıyoruz ki İllimünati 1871 yılında üç dünya savaşını da proğramlamış. Yaşanılan iki dünya savaşı, mektupta yazılanlarla örtüşüyor. Üçüncü savaş ne kadar örtüşecek bilmiyoruz ama gelişmeler mektuba paralel gidiyor görüntüsü veriyor.

Bu mektupta Albert Pike 1.Dünya savaşı için “1. Dünya Savaşı, İllimünati’ye Rus Çarlığı’nı yıkarak, bu ülkeyi Ateist Komünizmin bir kalesi yapmak için gereklidir. Britanya ve Alman İmparatorluğu içindeki örgütümüz bu savaşı tetiklemeli, savaşın sonunda Komünizm kurulmalı ve dinleri zayıflatmak amacıyla diğer hükümetleri yıkmakta kullanılmalıdır" demekte.

2.Dünya savaşı için ise “ 2. Dünya savaşı faşistler ile Siyonistler arasındaki farklılıkların kışkırtılmasıyla tetiklenmelidir. Bu savaşın sonunda faşizm yıkılmalı, Siyonizm Filistin’de bağımsız bir devlet kuracak kadar güçlenmelidir. Enternasyonal komünizm, savaştan Hristiyan dünyası ile denge içinde bir güç olarak çıkmalıdır ki, ona çıkaracağımız son karışıklıkta ihtiyacımız olacaktır”  diyor.

3.Dünya savaşı için de “ Siyonistlerle İslam âlemi arasında İllimünati ajanlığının sebep olacağı farklılıkların körüklenmesi ile tetiklenmeli. Bu savaş, öyle bir savaş olmalı ki, İslam ve Siyonizm birbirini yiyerek yok etmeli. Bu arada diğer uluslar fiziki, ahlaki, ruhsal ve ekonomik yıkımlara sürüklenerek bölünmeli. Öyle bir sosyal kaos yaratılmalı ki, herkes dinleri kanlı şiddetin temel sebebi olarak görmeli ve insanlar mutlaka ateizme yönelmeli. Netice de Lucifer’in saf ve mutlak doktrininin manifestosuyla Hristiyanlık ve ateizm de silinmeli. Bu sayede bir taşla, iki kuş vurulmuş olunacak” diyerek, kuracakları yeni dünya düzenindeki dinlerin yerini ve onun yerine bütün devletlerin içinde yer alacağı yeni bir din düzenini anlatmaktadır.

Irak’ta ki bölünme, Müslümanların mezhep farklılığı diyerek bir birini öldürmesi, İran'ın fitne unsuru olarak görevini yapması, Mısır’da ki kargaşa, Suriye’de neredeyse bütün dünyanın içine girdiği savaş.

Dikkat edilirse İslam barbarlık, cinayet, kafa kesme imajı ile dökülen her damla kan ile “kanlı şiddetin temel sebebi ve sorumlusu” olarak dünyaya sunulmaktadır. Mektuptaki dinlerin sorumlu olması cümlesine paralel gitmektedir.

Siyonistler İsrail devletini kurduğu günden bu yana kesintisiz kan akıtmakta, Müslümanları katletmektedir. Mektupta dinlerin sorumlu tutulmasına her iki dinin de “kanlı şiddetin temel sebebi ve sorumlusu”  prensibine uydurulduğu görülüyor.

Amerika’da İllimünatların evanjelist kilise örgütlerini yönlendirdikleri bir gerçektir. Evanjelistlerin dünyayı fethedecek bir mezhep olduğunu söylemektedirler.

Daniel Wickvire vahiy kitabındaki olayları Armagedon-Kıyamet savaşına götüren boyutunu yorumlayarak, savaşın İsrail’de olacağını, Fırat'ın boşalacağını, askerlerin kuru toprak üzerinden geçeceğini söylüyor. GAP projesi Fırat'ı boşaltmış gibi görünüyor. Wickvire bunu 50 yıl önce söylüyor.

Bizim inancımıza göre gaybı sadece Allah bilir. Bu yorumcuların bildiğini değil, olayları bizzat hazırladıklarını söylüyoruz. Bir binanın temelini atarsanız, eğer tabii bir felaket olmazsa üstüne bina çıkılacağı bellidir.

Bütün bunları göz ardı etsek bile, Müslüman olmayanların Müslümanlara düşmanlığı, onların ekonomik kaynaklarını paylaşmaktaki hırsları, kendi aralarında savaştırsa bile, savaşın Müslüman topraklarda olacağı ve yine Müslümanların zarar göreceği kesin görünüyor.

3.12.2015