4 Ekim 2017 Çarşamba

KUZEY IRAK REFERANDUMU VE POLİTİKAMIZ ( 2 )

İngiltere ve Fransa, özellikle İngiltere Osmanlı’yı petrol için parçalamıştı, Musul ve Kerkük bu bölgenin petrol açısından en zengin topraklarıydı ama bize bırakıyorlardı. Hiçbir akıl sahibi iki dünya savaşı çıkaran bu ülkeler burayı neden bize versin diye düşünmedi. Birincisinde yaklaşık 10 milyon insan, ikincisinde 65 milyon insan ölmüştü. Ama Kerkük ve Musul’u bize ikram ediyorlardı.

Başarısız olacağı bilindiği halde 15 Temmuz darbe girişimi yaptırılıyor. Ardından başkanlık sistemine geçmek için güçlü bir irade oluşuyor. 16 Nisan referandumu bu hava içinde geçiyor. Bu arada Kerkük karar alıyor, referandum ile Kuzey Irak’a katılacaklar. Barzani bağımsızlık için referandum yapılacağını açıklıyor. Bu olayların aslında birbiri ile bağı hiç yok gibi görünüyor değil mi?

Osmanlıcılık fikrine o kadar inandık ki, Irak merkezi hükümetini deport edip, doğrudan Barzani’yi muhatap aldık. Başkanlık gelecek, federasyon olacak, Barzani Kuzey Irak’taki bize bağlı özerk bölgenin başkanı olacaktı. İşgal sonrası ABD’nin 5 bin kürdü bir yerlere götürüp eğitip sonra geri getirdiğini unuttuk bile. Tıpkı bizdeki bazı ayrılıkçı Kürtleri batıda eğitip geri gönderdiği gibi.

O tarihte, şimdiki Barzani referandumuna yatırım yapan batı, belki bizim için de ileriye yatırım yapıyordu ama olsun, biz Osmanlı’yı geri getiriyorduk. Bazı aklı evvel tipler “bağımsızlık olmadan Türkiye’ye katılmak olur mu?”diye savunuyor.Aklı evvel yerine “aklı Amerikalı” demek daha doğru olur mu bilmiyorum. Hâlbuki Barzani bize sıkı bir çalım atmış, ABD planını devreye sokmuştu.

ABD’de yetkili ağızlar referanduma karşı olduklarını ve ertelenmesi gerektiğini söylüyordu ama Barzani yola devam ediyordu. Bizdeki yorumcular “ABD’ye rağmen” diyordu. Biz biliyoruz ki Barzani ABD’nin izni olmadan tuvalete bile gidemez.

Netice olarak Barzani de bizi kandırdı. Devletler kandırılınca telafisi mümkün olmayan sonuçlar doğuyor. Biz kandırılmıştık, hem de bir kabile reisi tarafından. O zaman bu referandum gayrimeşru demeliydik. Hatta sokak ağzı ile “bunun hesabını vereceksiniz” demeye başladık. Kime diyoruz bunları? Ankara’da mı referandum yapılmış İstanbul’da mı? Başka bir ülkede yapılan referandum için diyoruz.

Bize zarar verecek bir oluşum varsa elbette hesap sormalıydık. Bu hesap sorma sokak kavgası gibi olmamalı, devlet ağırlığınca, devlet prensipleri ile devlete yakışır olmalıydı.

Bize ne zararı olabilir? Suriye’nin kuzeyi gibi bir oluşum olur endişesini taşıyoruz. Hani şu Büyük Kürdistan hayali işte.

Bizde de bu hayali kuran yok mu?  Biz Irak değiliz. Kamyonet üzerinde 50 adamı görünce kaçacak ordu da yok bizde. Kürtlerin büyük çoğunluğunun böyle bir düşüncesi olmadığını biliyoruz. Bu oyun bizde tutmaz. Yapmamız gereken demokrasimizi rayına oturtmak. Kimliğinde Türk vatandaşı yazan her ferdin bizim milletimiz olduğu duygusunu vermek ve yaşatmak. Millet derken Kars’tan Edirne’ye yaşayan bütün insanları kastediyoruz, ırkı değil. Ancak bu sayede batının oyununu bozabiliriz.

Vatandaşlarımızdan bahsederken mensubiyete göre adlandırıyoruz. Almanya nüfusuna kayıtlı vatandaşa Alman, Fransa nüfusuna kayıtlı vatandaşa Fransız dediğimiz gibi Türkiye Cumhuriyeti nüfusuna kayıtlı vatandaşa da Türk diyoruz. İslamı kendisine paravan yapıp Kürt ırkçılığı yapanlar bundan rahatsız oluyorsa eğer olsunlar. Şehitlerimizin arasında Kürt vatandaşlarımız yok mu? Biz yine Türk askeri şehit oldu demiyor muyuz?

Devlet aklı ile davranmak gerekir. İşgal sırasında Musul ve Kerkük’te Tapu ve nüfus kayıtları yakılıp orada hiç Türkmen yaşamamış gibi yapılırken, BOP eş başkanlığı ve Osmanlıcılık oynamakla meşguldük. Şimdi “oralarda Türkmen ve Araplar da yaşıyordu” demenin anlamı yok. Tıpkı Ayn El Arap, Kobani yapılırken olduğu gibi. Hatta Peşmerge görüntüsünde PKK’lıları hastanemizde tedavi bile etmiştik. Bu uyku halimiz daha sonra bize hendek ve barikat olarak geri dönmüştü.

Yapılması gereken Barzani’ye bizi kandırmış olabilirsin, devlet kurmuş olabilirsin, ama bizden normal komşuluk ilişkisi bekleme demek olmalı. Eğer senin sınırlarından bana bir tek terör eylemi gelirse, eğer senin ülkenden bana bir tek silah ve mermi gelirse, eğer teröristlere yardım edersen elbette refleks gösteririz. Hatta sınırlarımızdan içeriye “bir tek Kürt kedisi” bile girerse derseniz o anlar. Madem devletsin, o zaman sınırlarına hâkim olacaksın demeliyiz.

İran ve Irak ile görüşmeler yapılıyor. Kuzeyde biz varız. Önce ekonomik olarak bütün yaptırımlar uygulanır. Bizim o bölgede yatırımlarımız var, onları kaybetmek istemiyoruz gibi bir düşünce olursa kaybedeceğimiz kesindir. Kaybetmeyi göze almayan kazanamaz.

Fırat’ın batısı-doğusu demeden, kesinlikle terör koridorunu bozarız ve batıdan çıkışı da engelleriz. Bir ülkenin başka bir ülkeye terör ihraç etmesi devletlerarası hukuka aykırı olduğuna göre bir tek terörist girişinde dağları değil, bütün ekonomik ve askeri hedeflerini vururuz.  İsrail bunu yapıyor ve kimse ilişemiyor.

Bizim ülkemizde Barzani’ye özenen olursa Kürdistan orada diye adres gösteririz. Vatandaşlıktan çıkarır Barzani’ye göndeririz. Öyle terörist bir vekilin ödeneklerini kesmek, vekilliğini düşürmek için yıllarca uğraşmayız. Anında biletini keser ve göndeririz. Yani devlet gibi devlet olmak gerek.

Hayali haritalarla uğraşmadan, Kerkük’ü işgal etmek için bütün Kuzey Irak’ı geçmek gerektiğini bilerek hareket etmek gerek. Vatandaşa da bunlar anlatılmalı. Öyle Kerkük 82, Musul 90, Erbil 95 demekle olmuyor bu işler.

Dış devletlere efelenmeden, yapacaklarımızı söylemeden, “bunların hesabını vereceksiniz” gibi sokak kavgası yapar gibi davranmadan, bu yapılan menfaatlerimize aykırıdır, bizim de alacağımız tedbirler olacaktır diyerek yapılması gereken yapılmalıdır.

Devletimizin bekası, milletimizin huzur ve refahı için milli konularda iktidarın desteklenmesi de bizim için milli bir görevdir. Her türlü dış tahrikle hareket eden, birliğimizi bozmak isteyen kimseden de korkumuz yoktur. Yanlışları dile getirip tenkit etmek, yanlıştan dönülmesini sağlamak, bu yanlışlara sebep olan kriptoları söylemek farklı bir şeydir, milli birlik farklı bir şeydir. Bunu yapmaya devam edeceğiz.
04.10.2017













KUZEY IRAK REFERANDUMU VE POLİTİKAMIZ ( 1 )

Referandum demeden önce bir konuya değinmek gerekiyor. Geriye doğru baktım son yazımı Mayıs ayı başında yazmışım. Daha sonra yazmayı bıraktım. Buna sebep defalarca belirttiğim tanrıların tanrı olmadığını insanlara anlatamamak.

Geçen akşam birkaç tiwit yazdım, benden mi bahsediyorsun yahut şundan mı bahsediyorsun diyen çok kişi oldu. Eğer şüphe ettiğiniz kişi varsa o zaman ihtiyatlı olun derim.

Mesela benim rengim kırmızı diyen birinin davranışı için bu bir mavi davranışıdır diyorsam ve biri “benden mi bahsediyorsun” diyorsa, mavi olduğunun keşfedilip edilmediğini anlamaya çalışıyor demektir.

Cehalet, tanrı olmayanı tanrı kabul ettiriyor. İşte onun için yazmayı bıraktım ki herkes tanrısı ile baş başa kalsın.

Şimdi bu yazıyı okuduktan sonra bile bazıları, trollerin ve fenomenlerin yaydığı Irak ve Suriye’nin yarısını bizim sınırlarımızda gösteren haritaları paylaşacaklar.

Feto’nun hizmet erleri bana ırkçı dese bile ben onların Amerikancı olduğunu biliyorum. Vatansever olmanın sakıncası yok ama başka bir ülkeye hizmet etmek bana göre çok iğrenç ve aşağılık bir davranış.

Kuzey Irak referandumu aslında ne anlama geliyor? Tepkilerimiz doğru mu? Yahut tepki vermeliysek kime vermeliyiz? Çözüm sürecinin bu referandum ile ilgisi var mı? 15 Temmuz darbe girişimi ve hemen onun ardından başkanlık konusunda ısrarcı olmamızla bir bağ kurulabilir mi? Daha çok uzatılabilir bu sorular.

Henüz 1995 yılında, bugün yaşadıklarımızın hiçbiri yaşanmıyorken, ABD Dışişleri bakan yardımcısı Richard Holbrooke’nin kongre komite toplantısında Türkiye için “Cephe Ülke” dediğini bilmiyorsak, daha Birinci Dünya Savaşı yokken, Osmanlı İmparatorluğunu parçalama girişimlerinde devletin adı Osmanlı İmparatorluğu olduğu halde İngiliz ve Fransız politikacıların Türkiye olarak andıklarını bilmiyorsak bu olayları da anlayamayız.

Her şey değişir. Değişmeyen tek şey Allah’ın emir, buyruk, kâinat için koyduğu kendisinin değiştirmediği kurallardır. Hiç bir bilim adamı bir kural için “bu böyledir” demez, diyemez. Ben bunu yaptım, “bu böyledir” diyen tek güç sahibi ancak ve ancak Allah’tır. Fizik kuralı, kimya kuralı dediğiniz şeylerin hepsi değişebilir. Bizim lise çağımızda kimya da 103 element vardı, şimdi bilmiyorum kaç element var. Bunu böyle bilirsek o zaman “daha önce kardeştik şimdi ne oldu” demeyiz.

Devletlerin ilişkileri menfaat üzerine kurulu olduğu için, dün dost olduğumuz ülke ile bugün hasım olabiliriz. “Dün dosttuk öyleyse yanlış yapıyoruz” demenin anlamı yok. Buna sebep, dün dost gibi davranan bir ülkenin, bugün hasım gibi davranması olabilir mesela.

Devletlerin doktrinleri, mevcut dünya düzeni içinde belli politikaları vardır. Bunların hiç biri asla değişmez değildir. Dünyanın siyasi durumuna göre değiştiklerini görüyoruz. Amerika’nın, Bolşevik devrimin ilk günlerinden beri komünizme düşman olduğunu hepimiz biliyoruz. Lakin ikinci dünya savaşında o komünist ülke ile ittifak yapan yine Amerika’nın kendisi idi.


“Hani biz bunlarla düşmandık, neden ittifak yapıyoruz”  diyen Amerikalı bir gazeteci, politikacı duydunuz mu? Savaşın bitiminde 1947 yılında Truman doktrini ile Sovyetler Birliği yine düşman ilan edilmiş, Marshall planı ile doğrudan komünist tehdidi altında olan 17 ülkeye yardım yapılmıştı.

Daha 1990’ların başında Irak için bazı söylemlerimiz vardı devlet politikası olarak.”Kuzey Irak’ta kurulacak bir Kürt devleti bizim kırmızıçizgimizdir. Böyle bir durumda seri bir harekâtla derhal onu ortadan kaldırırız” diyorduk. O zamanın şartlarında yanlış mıydı bu fikir?

O zamanın şartlarında muhtemelen değildi. Çünkü o zaman bir Irak devleti vardı, bir Suriye devleti vardı. Bize düşman terör örgütü vardı. Bunu söylediğimiz zaman 32 ve 36’ncı paralel arasında uçuşa yasak bölge de yoktu.

Şimdi o terör örgütü yine var ve yanına onun başka versiyonları eklendi. Örgüt aynı örgüt ama adına PYD, YPG denildi, adına SDG denildi. Şimdi o bildiğimiz Suriye yok, o bildiğimiz Irak yok. Suriye’nin kuzeyinde terör koridoru var.

Madem coğrafya değişmiştir, o zaman bizim politikamızın da değişmesi gerekir. 1990’ların başındaki coğrafya yoksa o tarihteki politika geçerliliğini kaybetmiş demektir. Kuzey Irak’ta batılı ülkelerin aslında resmen tanıdığı Barzani Kürdistan’ı kurulmuş, Kürtler ütopya peşinde koşturuluyor. Büyük Kürdistan diyerek.

Bu günün şartlarını oluşturmak için bizi de ütopya peşinde koşturdular. Osmanlıcılık oynadık hepimiz. Güneyimizde özerk bir Kürt devleti oluşacak ve bize katılacak. Musul ve Kerkük topraklarımıza katılacak. Hâlbuki Kerkük, Barzani’nin hâkim olduğu sınırların dışındaydı. Olsun biz sınırlarımızın içine aldık ve haritalar paylaşmaya başladık. Kulağa hoş geliyordu.


04.10.2017

5 Mayıs 2017 Cuma

İSLAMCILIK

Kulağa hoş geliyor. İçinde islam tabiri geçiyor ya, bizim için biçilen her rolü kabulleniyoruz. İslami terörist değil, İslamcı terörist deseler onu da kabulleneceğiz. İşin tuhafı, bunu muhafazakâr kesimin benimseyip reddetmiyor olması.

Bir tiwit attım “İslamcı ne demek? Müslüman rolü yapana mı diyorsunuz? Muhafazakârlık vardı şimdi İslamcılık çıktı. Bir insan ya Müslümandır ya değildir” dedim. İtiraz ettiler. Bu siyasi bir terim, biz İslamcıyız dediler.”

Baktım çok cahilce, saçma şeyler yazılıyor, devreden çıktım. Epeyi tartıştı gençler, sonuçta İslamcı olduklarına karar verdiler.

Hiç Musevici, Hıristiyancı tabirini duydunuz mu? Duymadınız, çünkü biz onlara bu tabirleri yakıştırmadık. Ama onlar bize yakıştırdı ve biz de kabullendik.

Çünkü biz dinimizi bilmiyoruz. Çünkü bizim dinimizi bilmediğimizi küffar çok iyi biliyor. Onun için İslamı, uyduruk şeylerle tahrif edilmiş bir din haline getiriyorlar. Biz de kuzu gibi inanıyoruz. Çünkü okumuyoruz.

Siyasi manevralarına alet ettiler dinimizi. Aynı bahçe içinde sinagog, kilise ve cami yaptık. Bunu bile hoş karşıladık. Onlar “basitleştirilmiş ve birleştirilmiş bir tek dünya dini” üzerinde çalışıyorlar. Bunun islamı bozmak olduğunu anlamadık aksine alkışladık. Kardeşlik, barış dedik.

Rabbimiz, Maide-3 ayetinde “Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim. Size nimetimi tamamladım. Size din olarak İslamiyeti beğendim( seçtim)” diyor. İslamcılığı beğendim demiyor. 1400 yıldır Kuran’da duran bu ayeti bilmeyen insanımız ayeti değil de 150 yıldır var olduğunu söyledikleri İslamcılığı benimsiyorlar.

Bilmedikleri şey, islamın yozlaştırma çalışmalarının aslında 150 yıl değil, yine yaklaşık 1400 yıldır devam ettiğiydi.

İslam devleti güçlenince kendisini müslüman olarak gösteren Abdullah İbni Sebe adında Yemenli Yahudi Mısır’dan getirdiği Yahudilere Hz. Osman’ı öldürttü. Hz. Osman’ın katillerinin cezalandırılması konusunda ihtilaf arttı. Müslümanlar kendi aralarında savaşmaya başladı. Abdullah İbni Sebe Hz. Ali’den önceki üç halifenin Hz. Ali’nin hakkını gasp ettiklerini ileri sürdü. Bu yolda hadisler uydurmaya başladı ve Şiiliğin temelini attı.

Şiilerin bir kısmı Abdullah İbni Sebe’nin izinden giderek islam dairesinden çıktı.

Hz. Ali’nin torunlarından İsmail’i imam kabul edenler İsmaili adını aldı. İsmaililer içinde Abdullah İbni Sebe’nin izinden giden ve sebeiyye olarak bilinen Gulat-ı Şia’nın takipçilerinden Yahudi asıllı göz doktoru Meymun El Kaddah Bâtıniliği kurdu.

Bâtınilik, Eflatun ve Aristo’dan gelen felsefenin, Zerdüştlük, mani ve Budistlik gibi dinlerin harmanlanmasından ortaya çıkan, Yahudilerin kabalasına benzeyen bir inanç sistemidir.

Kudüs kralı II. Baudouin baş müşaviri hugo ( hugues) de payens, Kudüs’te tapınak şövalyeleri tarikatını kurdu.


Tapınakçılardan Gül-Haç mezhebi doğdu. Tanrının vahdeti, yani birliği ve bütünlüğü, iyiliği. Ruhun ölümsüzlüğü. Kötülüğün, yanlışın, dert ve kederin nihayet bir Mesih ile son bulması.

Nihai hedefleri, bütün dinleri tek bir din halinde bu inançlar altında birleştirmek. Bu düşüncenin etkilerini cumhuriyetin kuruluş felsefesinde bile görebiliriz.

Görüldüğü gibi islamı bozmak, ılımlı hale getirmek, Müslümanları Kuran dışı bir inanç sistemine bağlamak tek hedefleri. Bu uygulamaları çeşitli şekillerde yaşadık, yaşıyoruz.

Yukarıda bahsettiğim, Antalya’da tek bahçe içinde, Pensilvanyalı Papazın Kilise, Sinagog, Cami projesinin ne anlama geldiğini anlamadık bile. Çünkü bize Kuran’ın bir zahiri bir de Bâtıni manası vardır diye öğretti hocalarımız. Biz de onlara inandık. Hocalarımızın Sünni değil aslında batını olduğunu, Bâtıniliğin de islam dışılık olduğunu anlayamadık.

Hem de “ Bu kitabı her şeyi açıklayan olarak indirdik. Müslümanlara doğruyu gösteren bir rehber, bir rahmet kaynağı ve bir müjdeleyici olarak indirdik “diyen Nahl-89 ayeti dururken. Biz Allah’a inanmadık, Bâtıni manası var diyen hocalara inandık. Çok yerde “apaçık ayetler” denirken, biz açık olan ayetleri “Bâtıni manası var, biz anlamayız ama hocalarımız anlar” dedik.

Mensubu olduğumuz tarikat veya cemaatin asıl kurucusunun belki bir Yahudi olduğunu aklımıza bile getirmedik. Cemaleddin Afgani ve onun talebesi Muhammed Abduh için selefim diyen Said Nursi’nin peşinden hala milyonlar gidiyor. Hâlbuki o Muhammed Abduh, o sırada Fransa’da bulunan hocası Cemaleddin Afgani’ye yazdığı mektupta “davranışlarımızı senin muteber talimatına göre tanzim ediyoruz. Dinin başını, dinin kılıcı ile kesiyoruz” diyordu. Tabi kılıcı da biz “İslamcıların” eline vermişler farkında değiliz.

Nasıl ki ayakkabıcı demek ayakkabı demek, tiyatrocu demek tiyatro demek değilse İslamcı tabiri de islam demek değildir. İslam dinimizin adıdır. Bu dine mensup olanlara da Müslüman denir.

Eline silah verilerek islam coğrafyasına salınan, islam adına kafa kesenler belki İslamcı olabilir ama asla müslüman olamazlar. Dönem dönem farklı isimlerde dinimiz tahrif edilmektedir. Bu dönem demek ki İslamcılık akımı seçilmiş. Şuurlu bir müslüman bunu reddeder.

İsteyen, dini sorulduğunda ben İslamcıyım diyebilir. Ama biz sorulduğunda Müslümanım demeye devam edeceğiz.

5.5.2017






13 Nisan 2017 Perşembe

DARBESAVAR ANAYASA ORTADOĞU’DA KİLİDİ ÇÖZECEK!

Ortadoğu’nun bu duruma gelmesinin tek nedeni bizim darbe içeren anayasamız. İlk hamlemizi 2010 yılında değişiklik ile yaptık. Hani o danışmanların hazırlayıp fevkaladenin fevkinde demokratik dedikleri anayasa değişikliği. Epeyi demokratik bir hal aldı. İkinci hamle ile sadece Ortadoğu değil, bütün Dünya’ya barış getireceğiz.

İlk suçluyu daha önce tespit etmiştik. İç Hizmet kanunu madde 35. Hamdolsun ondan kurtulduk. Büyük oranda darbeleri savdık. Yeterince savamamış olacağız ki 15 Temmuzdan sonra darbesavar anayasa üzerine yoğunlaştık. Tam olarak savmak için son bir hamle lazımdı bize. Başkanlık sistemi. Adı başkanlık olmadı ama Cumhurbaşkanlığı sistemi ile bazı insanlara sevimsiz gelen tek adamı çağrıştıran o sözü kaldırdık.

O tarihten beri bütün enerjimizi başkanlığa ve anayasa referandumuna harcadık. Bu arada güneyimizde bazı gelişmeler oldu ve oluyor. Onlarla ilgilenemiyoruz tabi. Olumlu bir tek icraatımız oldu. Fırat Kalkanı. Bundan sonra Münbiç, Afrin gibi operasyonlardan söz ettik. Olması gereken bu idi zaten. Hatta yetmez, Fırat’ın doğusunda da PYD-PKK tarafından ele geçirilen Arap bölgelerinin de temizlenmesi gerekir diye yazıyorduk. Bu da olması gereken idi. Cumhurbaşkanımız her konuşmasında Münbiç ve Afrin’e operasyon yapacağımızı söylüyordu.

Davul - zurna ile ilan ederek bu iki bölgeye operasyon yapacaktık. Oraları da temizleyecek, insanları kendi evlerine ve topraklarına kavuşturacaktık. Henüz yapmadık, çünkü daha önemli bir işimiz var. Darbesavar anayasa oylamamız var. Evet-Hayır oyunu ile meşgulüz. Belki Cumhurbaşkanlığı sistemi gelince operasyona gerek kalmayacak, PYD-PKK bölgeyi kendiliğinden boşaltacak.

Bizim davul- zurna ile ilanımızdan sonra Amerikan, İngiliz ve Fransız askerleri Münbiç ve Afrin’e yerleşti. Biz hala oralara operasyon yapacağımızı söylüyoruz. Kime karşı PYD’ye mi?

Bu arada Amerika Kobani denilen aslında Arap bölgesi olan Ayn El Arap’ta havaalanını genişletip büyük uçaklarını iniş ve kalkışına uygun hale getirdi. Bilmiyorum oraya da operasyon düşünüyor muyduk?

Kobani; hani şu danışmanların hazırlayıp sunduğu planlar ile Kuzey Irak’tan PYD ve PKK’lı teröristlerin topraklarımızdan geçerek Daeş’ten temizledikleri yer. Hatta çatışmada yaralanan teröristleri Türkiye’de tedavi etmiştik ya, işte orası.

Bölgede dengeler değişince taraflar direk müdahil olur mu şimdiden kestirmek güç. Farklı politikalar uygulanacağı Trump’ın seçilmesi ile belli oldu. Yeni aktörler ilave olmuştu Rusya gibi. Bertaraf edilmesi gerekiyordu. Obama sisteminde insanlar birbirini yeterince öldürsün, biz açılan alanlarda planlamaya gideriz diye düşünülüyordu.

Bu planlar bozuldu biraz. 61 Tomahawk bölgeye politik çeşitlilik kattı. Rusya’ya burada asıl oyun kurucu benim denildi. İran’a da ortalığı karıştır diye müsaade ettik ama fazla ileri gitme denildi. Füze saldırısı ABD’nin demokrasi anlayışına ve Obama tarzı çözüm planlarına ters düşüyordu ama füzelerin ABD ile ilgisi yoktu. Onlar Trump’ın füzeleri idi. Kılıf hazır.

Ege’de bir şeyler oluyor gibi. Çünkü medyada yeterince yer almıyor. Kıbrıs’ta gelişmeler oluyor ama biz oraya da yoğunlaşamıyoruz. Daha önemli işimiz var.

ABD açıklama yapıyor, “Esed’li geçiş olmaz.” Seviniyoruz bizim dediğimize geldiler diye. Trump, Suriye’de savaşın bitirilme vakti gelmiştir. Herkes evine dönmeli “ diyor. Bu da sevindirici. Bizim dediğimize geldiler.

Kerkük’te referandum kararı alınıyor, güney Kürdistana dâhil olmak için. Alırlar tabi, çünkü Kerkük’ün ilk işgalinde tapu ve nüfus kayırlarını yakmışlardı. Kerkük’te Türk yok artık, Arap da yok. Barzani, bağımsızlık için adım atılacağını söylüyor. Güney Kürdistan bağımsız olacak. Kuzey neresi diye sormaya gerek yok tabi. Cumhurbaşkanlığı sistemi gelsin, hepsini söker atar, Türk’ü Arab’ı evlerine yerleştiririz evvelallah.

Bütün bunların sorumlusu olarak mevcut parlamenter sistemi gördüler danışmanlar. Bütün darbeler ve muhtıralarda darbeciler nasıl açıklama yaptılar hatırlayan var mı?

1960 ihtilali bildirisi:

“Dikkat…. Dikkat… Muhterem vatandaşlar” diye başlıyor. Devam eden açıklamalardan sonra
Büyük Atatürk’ün “Yurtta Sulh Cihanda Sulh” prensibi bayrağımızdır. Bütün ittifaklarımıza ve taahhütlerimize sadığız. NATO’ya inanıyoruz ve bağlıyız. CENTO’ya bağlıyız….”

1980 ihtilali bildirisi:

“Yüce Türk milleti! Büyük Atatürk’ün bize emanet ettiği ülkesi ve milletiyle  bu bütün olan, Türkiye Cumhuriyeti Devleti, son yıllarda izlediğiniz gibi iç ve dış düşmanların tahriki ile…. Diye devam ediyor.

MGK’nın 28 Şubat 1997 bildirisi:

Bildiriler uzun, sadece meramımı ifade edecek bölümleri keserek alıyorum. “Cumhuriyet rejimine ve Atatürk ilke ve inkılaplarına sadık…..”

27 Nisan e muhtırası:

“…….Özetle, cumhuriyetimizin kurucusu ulu önder Atatürk’ün……” diye devam ediyor.

15 Temmuz Amerikan maşası Feto ayaklanması bile “Yurtta sulh konseyi “ demişti hatırlarsanız.

Derin güçlerden talimat alan biri darbe yapmaya kalktığında tek söylediği şey, “sarsılan otoriteyi Atatürk ilke ve inkılâpları doğrultusunda tesis etmek” oluyor.

Peki, anayasamızın 2. Maddesi ne diyor?

“Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir” hükmünü koymuş, Anayasanın 10. maddesinde ise….” Diye devam ediyor.

Anayasamız Atatürk milliyetçiliği diyor, darbeciler Atatürk ilke ve inkılâpları uğruna darbe yapıyor.

İsterseniz anaysa maddelerinin hepsinin arkasına darbe yapmak suçtur diye yazın. Birileri Atatürk ilkelerinin dışına çıkıldığını ileri sürüp darbe yapabilir ve ona göre meşrudur. Gücünü anayasadan alıyor çünkü.

Danışmanlarımız çok çok ileri görüşlü olduğu için gözlerinin önündeki üç kelimeyi görmüyor, darbe savmak için tek yol olarak başkanlık ya da cumhurbaşkanlığı sistemini görüyor ve bununla bertaraf etmek için teklifler hazırlıyor, raporlar sunuyorlar. Çünkü:

15 Temmuzdan önce de biz Feto darbeleri yaşadık. MİT krizi, 17-25 Aralık, Gezi ayaklanması. Bunlar başarısız olunca 15 Temmuz denendi. O da başarısız oldu. Tek yol kaldı, başkanlık sistemini getirmek. Hem de danışmanların “federasyon artık düşünülmeli, Kürtler anadilde eğitim yapmalı, Türkçe ikinci dil olmalı” açıklamaları eşliğinde. Bu açıklamayı yapan bir danışman olsa yanlış demiş, talihsiz bir açıklama derdik. Birden fazla danışman dillendiriyor.

Geçen akşam bir kanalda “yeni bir çözüm düşünülmeli mi?” başlığı ile tartışma yapılıyordu. İlk çözüm planı yeterince milli idi. Şimdi yeni bir milli plan daha gündeme geliyor. Resmi ağızlar demese bile biz buna yoklama çekmek diyoruz.

Kerkük’ün Irak Kürdistanına ( Bu tabiri yadırgamayın, bütün dünya o bölgeyi bu isimle adlandırıyor)  katılması, Barzani’nin bağımsızlık dillendirmesi, Amerikan, İngiliz Fransız güçlerinin operasyon yapacağız dediğimiz bölgelere yerleşmesi ve bizim danışmanların federasyon açıklamaları. İsterseniz tesadüf deyin bunlara. Eğer Osmanlıcılık oynuyorsanız çok güzel oyalama taktikleri bunlar.

Bence Rakka’yı, Münbiç’i bir yana bırakalım. Hatay’ı topraklarımızda tutmaya bakalım. PYD bölgesini Fırat Kalkanı ile böldük ama ne zaman kadar, nasıl elimizde tutacağız? Haritaya bakan ne dediğimi anlar. Keşke davul-zurna çalmak yerine Afrin’i temizleseydik. Güney sınırımızda bizi bölecek oyunlar oynanırken danışmanlarımız evet-hayır oyunu ile darbesavar anayasa hazırlıyorlar. İki yıl sonra eğer Amerika’ya hicret etmemişlerse, Sayın Erdoğan bu danışmanlara “Kuzey Kürdistan neresi, beni yine kandırdınız” diye sorar mı bilmiyorum.

13.4.2017









26 Şubat 2017 Pazar

“KARARGÂH RAHATSIZ” VE MEDYA YORUMLARI

Eğer dikkatli olmaz, araştırmaz, incelemezseniz medya sizi, gerçekten sevilmeye layık, en sevdiğiniz insandan bile nefret ettirir.

Haberi yapan medya evet, muğlâk bir ifade kullanmış. Bunu bütün medya yapmıyor mu? Dikkat çeksin, sayfa tıklansın diye yapıyorlar bunu. Mesela bakıyorsunuz haber sitesinde peş peşe tıkladığınız haberlerden birinde şöyle bir ifade.” Ordu, darbe yapmaya hazırlanıyor.”

Hemen kafanızda şimşek çakıyor “ vay alçaklar darbeye hazırlanıyorlar” diyor, haberi tıklıyorsunuz. Karşınıza şöyle bir haber çıkıyor. “Patangoya’da general bilmem kim liderliğindeki ordunun darbe hazırlığında olduğu bildirildi.”

Doğan medyayı sevdiğim, savunduğum için bunları söylemiyorum öncelikle bu biline. Aydın Doğan’ın “kırmızı fularlı kız”ı parlatan medyasını tenkit ettiğim için mahkemeye verdiği insanım ben. Sağ olsun, kendisinden de medyasından da hiç hazzetmem.

Zaten burada sorun Doğan medya değil. Sorun karşı tarafta. Habere bakamamıştım, dolanırken arada sosyal medyadan yazılanları okuyordum. Gazete haberi “Karargâh Rahatsız” diye vermişti. Yazanlar öyle yazıyordu. Aklıma “genç subaylar rahatsız” manşeti geldi. Galiba öyle bir durum var diye düşündüm.

Dehşetli bir gazetecimiz “Doğan medya derhal özür dile” diyordu. Hem de profilindeki parmak sallayan fotosu ile. Onun peşine takılan tek satır yazı okumamış ama çok bilgili olanlar “alçak Doğan Medya”ya ve 15 Temmuzda göklere çıkardıkları Hande Fırat’a saydırıyorlardı.

İçeriğini bilmediğim ve muhafazakâr medyanın da bilumum kriptoları göklere çıkardığını bildiğim için “Neredeyse Hande Fırat'ı CB başdanışmanı yapacaktık. Yine mi kandırıldık?”diye yazdım.

Dün akşam haberi okuma fırsatı buldum. Haberin giriş bölümünde özetle şöyle deniliyor. “TSK, terör örgütleri ile tarihi öneme sahip bir mücadele yürütüyor. Bazı kesimler, bir kısmı çarpıtılarak, bir kısmı asılsız iddialarla bu başarılara gölge düşürmek için haberler yapıyor.” İşte TSK bundan rahatsız olmuş ve 7 maddelik bir açıklama yapmış.

Bu açıklamada ne hükümete parmak sallamış, ne de darbe iması yapmış. Muhafazakâr medyanın akıllıları da haberi okumadan sosyal medyada çok okuyan, çok bilgili vatandaşı trollemiş. TSK ne demiş peki? Özetle onlar da şöyle:

1.Kadın subay ve astsubaylara başörtüsü serbestliği getiren kararı biz almadık. Siyasi otoritenin kararı bu. Bu konuda bize saldırmayın. Bu konular bizim dışımızda. Biz ancak ülke güvenliği için görevimizi yaparız. Bunlar bizim işimiz değil.

2.Hasan Karakaya’nın vefatında ailesine başsağlığı mesajı gönderildi diye saldıranlara, biz Tarık Akan, Mehmet Türker gibi toplumda kabul görmüş her insanın ailesine başsağlığı mesajı göndermiştik diyor.

3.Orgeneral Akar’ın, Cumhurbaşkanı ile yurt dışı gezilerine katılmasını tenkit edenlere de, gidilen geziler sayılmış ve Ülke menfaati için gerekli ise her yere gidebileceği ifade edilmiş.

4.Orgeneral Akar “görüşme için Amerikalı generalin ayağına gitti” diyenler için de, 5 defa görüşme oldu. Üç görüşme Ankara’da, iki görüşme İncirlik’te yapıldı deniyor. Ayrıca bu tür görüşmeler şartlara göre istenirse bir pastanede bile yapılabilir. İncirlik başka devletlerin kullanımına açılmış ise de Türk toprağıdır, bunu da hatırlatmakta fayda var.

5.2003 yılında çuvalcı komutan diye bilinen subayın, şimdi Amerikan Kara Kuvvetleri Komutanı olması ve 2015’de ondan liyakat madalyası alması tenkit konusu olmuş. Buna uygun bir cevap verilmiş. Bunlar devletlerin ilişkilerinde sembolik ritüellerdir. ABD yıllardır PKK’yı destekliyor, tenkit sahiplerine bakarsanız şimdi ABD’ye savaş açmamız gerekir. Devletlerin ilişkileri böyle yürümüyor maalesef.

6.Orgeneral Akar ve kuvvet komutanlarının 29 Ocak’ta Kardak kayalıklarına gitmesini CHP “turistik gezi” olarak diline dolamıştı. Buna cevap verilmiş. Aslında Yunanistan gerekli mesajı almıştı ama bizim yerli beyinsizler bunu anlamaktan yoksundu.

7.CHP’li, Mahmut Tanal, Orgeneral Akar’ın “darbeci” Mehmet Dişli ile ortak arsa aldığını gündeme getirmişti. Bu haberin yalan olduğu belirtilmiş. Mehmet Dişli Tümgeneraldi. Darbe girişimi öncesi kimin ne olduğu belli olmayan bir zamanda, aslında ortak arsa alınmış bile olsa bunda bir sakınca neden olsun ki?

Dikkat ederseniz açıklamalarda muhafazakâr kesimi rahatsız edecek bir şey yok. Öyle önceki yıllarda “ genç subaylar rahatsız” tarzında darbe çığırtkanlığı yapılmadığı gibi ima dahi yok. Hande Fırat’ın, 15 Temmuz gecesi muhafazakâr medyanın bile yayınlamadığı belki de yayınlamaya korktuğu konuşmayı, aslanlar gibi yayınladığı icraatına gölge düşürecek bir çaba da yok.

Benim fikrimde diye düşündüğünüz her insanın, sizin fikrinizde olmama ihtimali aklınıza gelmeden peşine takılırsanız böyle sonuçlar doğabiliyor işte. Benim fikrimden dediğiniz insan aslında bir ajan, bir başka ülkenin hizmetkârı olabilir. Daha önce hoca sandığınız adamın papaz çıkması gibi.

“Bu milletin feraseti, şimdiye kadar iç savaş çıkmasını önledi” diyorsunuz ya, bana göre öyle değil. Bu kadar okumadan, araştırmadan, kim olduğunu bilmeden peşine takıldığınız adamlar sizi bal gibi savaşa sürükleyebilir. Eğer çıkmadı ise, küresel organizatörler zamanı gelmediğini düşündüğündendir. Yoksa yayılacak bir yalan haberle, hepinizi sokağa dökerler, benden söylemesi.

26.2.2017









17 Şubat 2017 Cuma

İSTER EVET DEYİN, İSTER HAYIR AMA DÜŞÜNÜN

Bugünün Türkiye’si değil, bugün dünyanın içinde bulunduğu siyasi durumu anlamak için yüzyıl geriye gidelim diyorum hep. Hatta 160 yıl, 170 yıl geriye gidelim. O zaman dünyaya çekidüzen vermek isteyen aktörlerin, şimdi yine devrede olduğunu göreceksiniz.

Birinci Dünya Savaşı öncesi emperyalist devletlerin ve küresel güçlerin birbiri ile mücadele içinde olduğunu bilmiyorsak, imparatorlukları parçalayan zihniyeti anlamıyorsak, bugünü anlamak mümkün olmaz.

Bazen sohbetlerde o dönemlere ait bilgileri paylaşırken muhataplar nedense hemen konuyu getirip Erdoğan’a bağlıyorlar. O zaman Erdoğan yoktu diyorsak da pek inandırıcı olmuyor. Çünkü taraflar güdümlü füze gibi hedefe kilitlenmişler.

Eğer o dönem yaşananları, ülkeyi selamete çıkarmak isteyen İttihat Terakki’yi, bizim dünya savaşı dediğimiz petrol savaşlarını anlamıyorsak, ne coğrafyamızda yaşanan sınır düzenlemelerine, ne de iç politikada yaşananlara anlam verebiliriz.

Dünyaya yön veren küreselcilerin planı her zaman tutmuyor tabi. Bir plan tutmazsa, onun yedeği vardır. O da olmazsa yedeğin yedeği. Yine tutmazsa yedeğin, yedeğinin, yedeği. Yani, A-B-C derken alfabedeki harf sayısı kadar planları vardır.

Bazen bir plan öyle birkaç gün değil, 50 yıl, 60 yıl ertelenmiş olabiliyor. Mesela Osmanlı’nın yıkılması için bütün tezgâhları hazırlayan İttihat Terakki’nin gölge başkanı İngiliz casus Aubrey’in “Kürtler şu anda birlik olmaya ve devlet kurmaya hazır değiller “diyerek planı ertelediği gibi. Ne zamana kadar? Bazı insanların batıda yetiştirilip ülkeye gönderilinceye, PKK’nın kurulmasına, PYD, YPG adında örgütlerin açıktan silah desteği sağlanmasına kadar. O gün geldi mi bilmiyorum, hep birlikte düşünelim.

Yahut Mark Sykes’in casus Aubrey’e yazdığı mektupta “Onlar çöl bedevileri ve Türklerden tüm hücreleri ile nefret ediyorlar…..Daha sonra bir bahar ihtilalinde tüm şimali çöl kabileleri ile görüşülebilir. Aneze, Beni Sadr, Dürzîler, Advan. Eğer tüm bu sürüler batıya götürülürse Türkler tamamen felce uğrayacaktır” dediği gibi. “Bir bahar ihtilali” ile “ şimdi yaşanan “Arap Baharı” arasında bağ kuramıyorsak, bilmem kaçıncı yedek planla muhatap oluruz.

Seçimler yaşıyoruz, referandumlar yaşıyoruz ama aslında ülkemizde neler olduğunu anlamıyoruz. Bunu, ülkeyi seçimlere, referandumlara götüren siyasiler anlıyor mu bilmiyorum. Sanki anlamıyor gibi geliyor bana. Çünkü kullandıkları argümanlara bakınca o kanaat oluşuyor insanda haliyle.

Nisan 16’da yapılacak referandum için tarafların kullandığı sloganlara bakın. İçi boş sloganlar. İki tarafta bir şeyler söylüyor, şartlanmış insanlar içeriğe bakmadan peşlerinden gidiyor. Evet diyenler, aslında sadece tek bir madde için anlamsız ve gereksiz maddelerle süslenmiş değişikliğe oy verecekler. Slogan çift başlılığı ortadan kaldırmak, koalisyonları önlemek. Hayır diyenler, tek adamlığa karşı oldukları için oy verecekler.

Mevcut Cumhurbaşkanı ve Başbakan seçildiği müddetçe aslında çift başlılık söz konusu değil. Ama vatandaş yine de çift başlılık olmasın diye oy verecek.

Tek adamlık ne kadar kötü? Osmanlı padişahlık değil miydi? Cihan devleti olarak dünyaya yön veriyordu. Hala dünyada krallık olan rejimler yok mu? Belki bu da öcü değil. İngiltere krallık değil mi? O zaman iki tarafta konuya vakıf değil demek kalıyor geriye.

 Ergenekon yargılamaları yaşandı bu ülkede. Vesayet rejimini kırdık. Bavullarla belge vardı. Darbeci subayları kolundan tutup attık içeriye. Bunlar Amerikanın emri ile darbe yapacak olanlardı. Ordu onlardan temizlenince rahata erdi ülke. Daha sonra belgelerin uyduruk olduğunu anladık. Bir şeyi daha anladık, belki darbe düşünenler var olabilirdi içlerinde ama aslında biz Amerikan işgaline direnecek askerleri temizlemiştik. Reis “vesayeti kıracağız” diyordu. Yanlış olabilir mi diye düşünmedik hiç. Meğer bu bir Amerikan projesiymiş dedik sonunda.

Daha önce de referandum yapmadık mı? Neyi değiştirmiştik? O zaman yapılan değişiklik ile ülkeye daha demokratik olmanın yolunu açmıştık. Hatta o değişikliği Pensilvanyalı Papaz ve ekibi de desteklemişti. Hani Kuran ayetine ters düşen sözleri için “hocam diyorsa doğrudur” diyen şakirtlerin desteklediği. Şimdi “Reis diyorsa doğrudur” diyenler, o zaman da aynı sözü söylemişti.

Devletin bütün kurumları hile ile Amerikalıların eline geçmiş lakin biz farkında değildik. 2010’da evet derken daha demokratik bir yapı olacak diyorduk. Yüksek Yargı mensupları, yine yargı mensupları tarafından seçimle belirlenecekti. İdeal olan bir metod değil mi bu? Ama bütün yargı işgal altındaymış. Seçim yapmaya bile gerek yokmuş. Papazın işaret ettiği insanları, seçim yapmadan da o makamlara oturtabilirdik aslında. Pek fark yokmuş direk atama ile seçimin arasında.

MİT krizi ve 17-25 Aralık yaşanınca anladık ki birileri devleti ele geçirmiş, meğer bizim demokratik olsun diye değişiklik yaptığımız anayasa referandumu bir Amerikan planıymış aslında.

Çözüm denen meselede onlarca yazı yazdık. Bu plan yanlış, görüşülmesi gereken insanlar bunlar değil, vatandaş ile görüşün diye. Kafamıza yatmıyor ama buna rağmen bu ülkede eğer huzur olacaksa, şeytanla bile görüşülebilir, demek bir bildikleri var, olsun deneyin dedik. Hendekler kazılınca, hatta çözüm var diye hendek kazılmasına bile ses çıkarılmayınca, şehirler, ilçeler peş peşe özerklik ilan edince, anladık ki bu da bir Amerikan projesiymiş.

Fazla uzatmaya gerek yok. Şimdi de referandum yapıyoruz. Yine Reis bunun iyi bir şey olduğunu söylüyor. Gerçek manada Reis’in iyi niyetinden şüphemiz yok. Biz de “Reis diyorsa doğrudur” diyoruz. Etrafındaki Türk isimli Amerikalı v.s. danışmanlar falan temizlendi mi bilmiyoruz Reis bu kararı alırken.

Bu anayasa değişikliğini MHP’de desteklemekte. Sayın Devlet Bahçeli’nin milli oluşundan zerre kadar şüphemiz de yoktur. Cumhurbaşkanlığı seçiminde Sayın Bahçeli CHP ile işbirliği yapmış, çatı adayını desteklemişti.

O zaman Sayın Bahçeli doğru düşünüyordu. Bugün Sayın Bahçeli’ye karşı olan “Hayır” cılar o zaman karşı değildi. Çünkü düşünmeden Erdoğan karşıtlığına oy veriyorlardı. Hâlbuki “çatı adayı”, Pensilvanya’nın adayı idi. Yani Amerikan projesiydi.


Geçen gün muhafazakâr medyada yer almayan bir haber gördüm. Cumhurbaşkanı başdanışmanı fikirlerini açıklamıştı. Medyada, yalan haber yapmak moda olduğu için bu haber doğru mu diye sordum. Sosyal medyada tek kelime yazan olmadı. Muhtemelen kimse o tiwitimi görmemişti!

Başdanışman Sayın Adnan Tanrıverdi şöyle diyordu.”Eyalet sistemi getirilmelidir. Türkiye Cumhuriyeti’nin taşra teşkilatı ve devletin yönetim şekli yeniden düzenlenmelidir. Devletin kurumlarında ve uluslararası ilişkilerde resmi dil Türkçe olmalıdır….Devletin resmi okullarında isteyen Kürt vatandaşlarımıza Kürtçe eğitim hakkı sağlanmalı, ikinci dil Türkçe olmalıdır.” Bunları okuyunca, acaba iki yıl sonra 16 Nisan referandumu, Amerikan projesiymiş diyeceğimiz bir an gelir mi diye düşünmeden edemiyor insan.

İster evet deyin, ister hayır ama yanlış olan şeylere de yanlış deyin ki, icracı makamlar yanlış olduğunu anlasınlar. Yoksa küresel yöneticilerin A, B, C hatta yumuşak (G) planlarına muhatap olmaya devam ederiz. 

17.2.2017






2 Ocak 2017 Pazartesi

TERÖRÜN NE OLDUĞUNU BİLMİYORUZ

Evet, kesinlikle öyle. Biz terörün ne olduğunu bilmiyoruz. Daha önce yetkili makamlarda bulunanlar da, şu anda yetkili makamlarda olanlar da terörü bilmiyoruz.

Terör uzmanı diye çıkıp konuşanlar, terör konusunda yazan yazarlar, ekranda terör konusunda açıklama yapan bakan da. Kimse kızmasın ama terörü bil-mi-yo-ruuuuz.

Numan Kurtulmuş “nitelik bakımından diğerlerinden farklı” diyor. Farkı ne anlıyor insanlar? Dünden beri anladığımızı. Yani yılbaşını kutlayan insanları irticai terör vurmuştur. Bunu söyleyen çok aklı başında insanlar da oldu.

Diyanet açıklama yapmış efendim “yılbaşı kutlamak dinimizde yok” diye. Bazıları da afişler asmış “yılbaşı kutlamak dinimize aykırı” diye. İşte sebep bu. Diyanet böyle açıklama yapmasaydı bu olay vuku bulmayacaktı.

Ben çok iddialı söylüyorum ki, evet birçok tarikat ve cemaatin içine İngiliz ve Yahudi kaçmıştır. Ancak bu, yılbaşı gecesi yaşanan terörün sebebi değildir. Örgütlere militan devşirmek için sebep olabilir, ama bu olayın sebebi değildir.

Terör bizi birbirimize düşürmek için çabalıyor. Aslında bizim birbirimizi yemek için teröre ihtiyacımız da yok. “İnançlarımızdan dolayı, yılbaşı kutladığımızdan dolayı bu saldırı oldu” diyor ve bildiğimiz terörü bahane edip karşı gruba saldırıyoruz.

Bunun için fırsat kollayanlar var. Ülkenin zaten %2’si gayrimüslim. %20-25 arası da müslüman gâvuru var. Her buldukları fırsatta sanki azınlık gibi Müslümanlara saldırıyorlar. “Bu eylem yaşam tarzımıza müdahaledir” diye.

Bir de bunlara çanak tutan yazar çizer takımı. Ahmakça yazılarla ve açıklamalarla çanak tutuyorlar. Yok, eğer ahmak değil ise bu muhteremler, o zaman terör kışkırtıcılığı yapıyorlar. Malum bütün kadroların en az yarısı Türk isimli Amerikan hizmetkârları ile dolu hâlâ.

Peki, Diyanet açıklama yaptı diye önceki akşam terörist veya teröristler baskınla katliam yaptı. Gaziantep’te düğün evinde katliam yapanlar, Diyanet “düğün islama aykırıdır” dediği için mi katliam yaptı?

Beşiktaş stadı yanında patlayan bombalar Diyanet “futbol dinimize aykırıdır” dediği için mi katliam yaptı?

Kayseri’de otobüsteki askerlerimize saldıran teröristler, Diyanet “ otobüse binmek haramdır” dediği için mi katliam yaptı?

O zaman “Yılbaşı gecesi ünlü bir eğlence mekânının seçilmesi Daeş’in ideolojisine uygun bir eylem şeklini oluşturuyor” diye yorum yapanlar, bu sorular ışığında bir daha düşünsün bakalım.

Herkes aklını başına alsın. Kimsenin “yaşam tarzına” müdahale falan yok beyler. Bu Türkiye’nin bekasına müdahaledir bekasına.

Terör diyor ki, benden korkun. Kalabalık olan yerlerde, korku salmak, tedirgin etmek için ben ayırt etmem. Düğünde de, maçta da, otobüste de, eğlence yerinde de vururum. Çünkü politikalarını bize kabul ettirmek isteyen küresel güç bunu yap diyor.

Bunu anladıysak terörü yeneriz. Anlamadıysak terör bittikten sonra, bu defa birbirimizi vurmaya başlarız. Benden söylemesi.

2.1.2017