27 Ocak 2016 Çarşamba

BATI DÜNYASI HAİN, SUÇLU. YA BİZ?

Batı dünyası ya da Hristiyan dünyanın elindeki tahrif edilmiş kitapta kaç ayette akla vurgu vardır? Karıştırdım, düşündüğümüz manada akla vurgu yapan ayet yok. Kuran’da eğer yanlış saymadıysam 75 ayet var akla vurgu yapan.

Durum bu olduğu halde akla en uzak mesafede duran yine Müslümanlar. İmtihan olduğuna itirazımız yok ama işte bu akla uzak duruşumuz her Müslümanı suçsuz kılıyor. Tek suçlu var, Kader.

Öğretilmiş alışkanlıklarımızdan kurtulmayı denemeyip, bütün suçu kadere ve Hristiyan dünyaya yüklemek kolaycılığı ile akılla bağımızı kestik. Bu yaşadıklarımızın tek sorumlusu onlar.

Hâlbuki okusaydık “ O kullarım ki, onlar sözü dinlerler, sonra da en güzeline uyarlar. İşte onlar, Allah’ın kendilerine hidayet verdiği kimselerdir. İşte temiz akıllılar da onlardır” Zümer-18 ayetinde diyor Rabbimiz. Sözü dinleyip, ayetler doğrultusunda gidilseydi başka suçlu aramaya gerek kalmazdı.

Görecektik ki kıyamete kadar sürecek olan Hilal ve Haç savaşında onlar görevlerini yapıyorlar, biz de onlara yardımcı oluyoruz. Hilal tarafında yer aldığımızı sanıp, Haç’a hizmet ediyoruz.

Öğretilmiş alışkanlık dedik. Bize öğretilen ve anlatılan ne ise onu doğru kabul ettik. Acaba doğru mu diye sorgulamadık. Sorgulamadığımız gibi, önümüze konan doğru kabul ettiğimiz şeyin yanlış olduğunu ispatlayan belgelere de inanmadık. Çünkü bize öyle öğretildi. Biad kültürü.

Biad kültürü deyince hemen aklımıza şeyhler ve müridleri geliyor. Hâlbuki biad, madem bağlılık, söz verme gibi anlamında ise, neden hemen şeyhler akla geliyor? “Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müridler ve meczuplar ülkesi değildir” dedik ve yerine batı normu olan laikliği getirdik. Laiklik belki Hristiyan dünyasına uygundu ama Müslüman bir ülke için ölçüler tutmadı.

Din ile devlet işlerinin ayrılması dediğimiz sistem, bizde laik fert olarak algılandı. Bazıları laikliğin aslında bir sistem meselesi olduğunu anlamadı ve “hem laikim hem müslümanım” dedi. Hâlbuki laik olan sistemdi. Böylece yeni bir din anlayışı doğdu. Okunmadığı için Kuran’ın “işte akıllarınız ersin diye, Allah size ayetlerini böyle açıklıyor” diyen Bakara-242 ayetinden habersiz olduk. Müslümanın Allah’ın emrettiği gibi yaşaması gerektiğini algılayamadık. Bir kısım müslüman laikliğe biad etti.

Bu durum, şeyhler ve dervişler ülkesi değiliz dediğimiz ülkenin insanlarını onların eline teslim etti. Eğer “Namaza çağırdığınız zaman, onu alay ve eğlence konusu yaparlar. Bu onların, akıllarını kullanmayan bir toplum olmalarından dolayıdır” diyen Maide-58 ayetine göre namaz kılan insanlar suçlu gibi görülmese idi, doğru bir din anlayışı oturabilirdi. “İslamın, akılcı insanın değil, akıllı insanın dini olduğunu” ( @ erim_kemal ) öğretseydik, şikâyet ettiğimiz yanlış şeyhler elinde kalmayacaktı insanlar.

Okumayan, din bilgisi olmayan insanlara din diye bazıları başka şeyler öğretti. İşlerine gelen ayetleri cımbızlayıp, önünde ve arkasında olan ayetler dikkate alınmadan empoze edildi. Ellerine silah verilen bu insanlar, İslama hizmet ettiğini sanarak, terör örgütlerine katıldı. Korumaya çalıştığımız insanları, elimizle “Bağdadi denen şeyh”e teslim etmiş olduk. Bir grup müslüman Bağdadi’ye biad etti.

Kuran’a uzaklığımız nedeni ile başka biri çıkıp, ayetler ve Peygamber Efendimiz (sav) duruyorken, “ehlibeyt” diyerek Müslümanları başka bir yönde böldüler. Elbette ehlibeyt bizim için kıymetlidir. O kıymet, Peygamber Efendimizden gelmektedir. Hal böyle olunca bir grup insan İran’a biad etti.

Dininin aslını bilmeyen ve okumayan insanlar “çünkü yeryüzünde dolaşan canlıların Allah katında en kötüsü anlamayan ve düşünmeyen sağırlarla dilsizlerdir” Enfal-22 ayetini bilemediler tabi. Kim samimi müslüman, kim değil ayırt etme şansları olmadığı için, yabancı güçlerin emir eri olan insanları âlim, hoca sandılar.

Kuran ayetlerine ters düşse bile söyledikleri için “hocam diyorsa doğrudur” diyen bir müslüman türü zuhur etti. “Şimdi Rabbinden sana indirilenin gerçekten hak olduğunu bilen bir kimse, kör olan bir kimse gibi olur mu? Fakat bunu ancak üstün akıllı ve temiz vicdanlı kimseler idrak edebilirler” Rad-19 ayetinden habersiz, hocalarının direktifleri ile amel eden şakirtler türedi. Fetullahçı biad türü oluştu.

“Muhakkak ki, biz onu anlayasınız diye Arapça bir kitap olarak indirdik”  Yusuf -2 ayeti bazıları tarafında Arabın dini, bazıları tarafında Türkçeye çevrilmez olarak algılandı. Çevrilmesin ki, onlar ne derse doğru olsun. Bu da farklı bir biad türü oluşturdu.

Bu kadar çok islam olunca bölge üzerinde siyasi ve ekonomik emelleri olan batı dünyası planlarını uygulamaya her dönem uygun ortam buldu. Bölgede menfaat temin eden batılılar, lakin birbirini öldüren müslümanlar.

“Bölgemizin kaderi bu” veya “batılılar fitne yaratıp çatışma üretiyor” der de insanımız, biz neden böyleyiz demez. Batı görevini yapıyor. Biz görevimizi yapıp dinimizi öğrendik mi peki? Elbette hayır. Öğrenmeyip, bu kadar fırkaya bölününce, cihad yaptığını sanan müslümanlar birbirini öldürmeye devam edecek.

Ölen de Allahu ekber diyecek, öldüren de. “Belki aklınızı kullanırsınız diye size ayetleri açıkladık “ diyen Hadid-17 ayetinden habersiz, batıyı suçlayarak öldürmeye devam edeceğiz.

20.1.2015









25 Ocak 2016 Pazartesi

BİRAZ CİDDİYET LÜTFEN

Daha önceki yazılarımda da belirttiğim gibi tarafımız bellidir. Ya Musa’dan yanayızdır ya da Firavun’dan yana. İkisinde birden olmadık. Çünkü inanç sistemimiz buna manidir. Hak ne ise onu söylemeye çalıştık hep.

Baştan beri hükümetin politikalarını destekledik, yanlışlarını söylemek kaydıyla. Özellikle güvenlik ve dış politikada tenkit ettiğimiz çok konu oldu. Ancak önceliğimiz, bir müslüman olarak ikinci sınıf vatandaş olmaktan kurtulmak yönünde idi. Batı zihniyeti ve Kemalizm denen zihniyeti benimsemedik hiç. Çünkü aklına esen istediği yasağı koyup, adına Kemalizm diyordu.

Hükümetin yalpalamalarını tecrübe eksikliğine bağlayıp, bazı noktalarda hepimiz yanıldık, devletin hiç yanılma hakkı olmadığı halde yine de haklı bulduk.

Cemaat yanılmasında, çözüm yanılmasında, gezi ayaklanmasında devletimizden yana tavır koyduk. Çünkü bize göre devletimiz yanlış da yapsa, düşmanın yanında yer almak hainlikti. Yine aynı düşüncedeyiz.

Hiçbir hatayı dile getirmeden gözü kapalı hükümeti destekleyen, ya da kör taassubtan öte, altında başka maksat olan düşüncelerle destekleyen muhafazakâr denen medyayı da hep tenkit ettik.

Bize kimin dost, kimin düşman olduğunu kimsenin göstermesine gerek yoktu. Birikimimizle ülkemizin düşmanlarını ve dostlarını ayırt edecek durumdaydık çok şükür.

Kendimi bildim bileli bazı ürünlere, bazı markalara ambargo uyguladım. Kimse farkında değilken. Kimin nasıl bir misyonu olduğunu pekâlâ biliyordum. Muhafazakâr medyanın da bunun farkında olduğunu görünce memnun oluyordum.

Gerek dış dünya, gerekse iç mihraklarla mücadele ederek bu günlere geldik. Muhafazakâr medyanın bu günlerdeki yayınlarını görünce, yeni bir yanılgıya doğru mu gidiyoruz demek gereğini duydum.

Çözüm denen garabetin aslında batının dayatması olduğunu hepimiz gördük. 2012 yılında etkili mücadele verilirken bir anda çözüm sürecine girdik. Hendeklerden, yapılan yığınaklardan, ABD vasıtası ile pyd üzerinden pkk ya aktarılan silahlardan bunu anladık.

Şimdi aynı medya yine çözümden söz eder oldu. AB toplantısında batılıların yine çözüm sürecine girilmesi telkinlerini alıyoruz. Bakıyorsunuz bir kanalda Leyla Zana parlatılıyor. Başka bir kanalda bir yorumcu “pkk’yı yolundan saptıran İran oldu “ diyor. Sanki pkk şimdiye kadar doğru yoldaymış gibi.

Birileri yine çözüm hazırlığı yapıyor. Bu hazırlık yorumcuların kendi görüşü ise bunları dinlemeyin. Bütün bunlardan sonra hala çözüm diyen yorumcu çok cahildir, dinlemek bir şey kazandırmaz. Yok eğer bir proğram dâhilinde yapılan algı operasyonu ise bunu reddediyoruz.

Ağustos 2015 de “yeni çözüm ak partiyi bitirir” diye yazmıştım. http://ncocak.blogspot.com.tr/2015/08/yeni-cozum-ak-partiyi-bitirir.html

Gezi ayaklanmasında Koç ailesinin desteğini kimsenin söylemesine gerek yoktu, hepimiz görüyorduk. Muhafazakâr medya “baronlar” diye haykırdı her gün 7/24. Koç ailesinden bir kişi vefat etti. Cumhurbaşkanı ve Başbakan elbette katılacaktı yapılan cenaze törenine. Ülkenin en zengin insanı vefat etmişti. Cem Küçük şu satırları kaleme aldı.

“Mustafa Koç özellikle Erdoğan’lı yıllar olan son 13 sene içinde Koç Grubu’nu 15 kat büyütmüştü. Mustafa Koç döneminde bu grup, Vehbi ve Rahmi Koç’un hayatı boyu ürettiği paradan daha çok kazandı. Bu bağlamda Mustafa Koç, babası Rahmi Koç’tan daha başarılı bir adamdı. Biliyorum ki özellikle biz muhafazakarların Koç Grubu’na sebepleri haklı da olan bazı kızgınlıklarımız ve kırgınlıklarımız vardır. Fakat artık geçmişe sünger çekmeli ve önümüze bakmalıyız. Koç Holding, Türkiye’nin bir büyük markasıdır. Kurumsal ve ciddi bir şirkettir….. “

Cem Küçük ne derse desin, Koç ailesinin misyonunu çok iyi bildiğimizi zannediyorum. Ölen birinin arkasından konuşmak inancımıza göre makbul davranış değildir. Bunun için biz susmayı tercih ettik.

Terör örgütünün yaz aylarında bütün Türkiye’de ayaklanma başlatacağı bilgileri geliyorken, şimdi çözümden söz etmek münasebetsizliğine katlanmak zorunda değiliz. Düne kadar Yahudi, baron diye haykırdığınız insanların, aslında evliya olduğunu yazdığınız yazıları okumak zorunda da değiliz.

Muhtemelen önümüzdeki günlerde aslında yanlış anlaşılma olmuş, bizim hoca papaz değilmiş diyeceğinizi umduğum yazılarınızı, şimdiden reddediyorum ve biraz ciddiyet lütfen diyorum.

25.1.2016





15 Ocak 2016 Cuma

TERÖRÜN HUKUKU

Öncelikle hukuk ne işe yarar. Hukuk, toplumun belli kurallar çerçevesinde yaşaması içindir. Western filmlerinde ki gibi yaşamasın diye toplum. Herkes kendi hukukunu uygulamasın diye.

Madem hukuk kurallar manzumesidir, devlet de buna uymak zorundadır, fertler de. Devlet tarafından bir haksızlığa uğradığımı düşündüğüm zaman hukuk mücadelesi başlatırım. Hakkım gasp edildi diye. Devlet, ben bu kurallara göre karar verdim der. Ben de, bu kurallara göre haklıyım derim. Konu mahkemeye taşınır belki. Orada benim hukukumu da devletin hukukunu da bilen hâkim karar verir.

İtiraz yolları da vardır bu karara ama karar verici belli kurallara göre hareket etmiştir. İşimize gelir veya gelmez bu böyledir.

Bugün Başbakanımız konuşmasında “ terörle mücadelede hukuk içinde kalarak, hukuka uygun mücadele eden bizden başka ülke yok” dedi. Devletin her zaman hukuk içinde davranması elbette beklenen bir durumdur.

Ancak biraz hukuku tersinden okuyarak, biraz hissi, biraz da duygularımıza kulak vererek biz de diyoruz ki, devlet sahip olduğu iki güçten yumuşak olanı değil de, sert gücünü kullansın.

Terör konusu bütün toplumu huzursuz eden, toplum düzenini bozan bir olgu. Hem düzenin tesisi hem de devletimizin bekası için sert gücümüzü de göstermeliyiz. Çünkü bu konu, benimle devletin arasında verilen hukuk mücadelesi gibi değildir. Orada ben de devlette kurallara bağlı olarak mücadele ediyoruz.

Eğer devlet hukuka göre hareket ediyorsa, karşıdakinin de hukuka göre davranması gerekir. Terörist hangi hukuka göre hareket ediyor, Terör örgütü hangi hukuka göre katliam yapıyor?

Hayvanların bile hukuku vardır. Ama çocuk, bebek demeden öldürenin hukuku olmaz. Hangi hukuka göre öldürdüğünü sordunuz mu?

Pazardaki limonun bile satılmasında mademki Avrupa normlarına göre hareket ediyoruz, terörle mücadelede de Avrupa ve diğer devletler gibi hareket etmeyi istemek hakkımız değil mi? Veya onlardan ayrı olarak neden bu kadar hukuk içinde kalmaya özen gösteriyoruz?

Geçtiğimiz gün adına aydın dedikleri 1128 akademisyen devleti katil olarak gösteren, kendilerince “barışa çağrı” dedikleri bildiriye imza attılar. Ünvanı ve sıfatı ne olursa olsun, kimsenin devletimizi böyle iftiraya maruz bırakmaya hakkı ve haddi yoktur.

Bu vatan haini güruh hangi hukuka göre teröristi haklı bulmuştur da devleti suçlamaktadır. Hiçbir hukuka uymayan bu davranış karşısında, devlet hangi hukuk ile muamele edecektir?

Milletçe bizi yaralayan bu davranışın cezasız kalması, bizi daha çok yaralayacaktır. Bu davranış milletçe hainlik olarak algılanmıştır. Vatan hainlerinin nasıl muamele görmesi gerekiyorsa onu beklemekteyiz.

Öğretim üyesi kadrosunda olmaları, bizi düşündürmektedir. Hiç kimse çocuğunu bir vatan hainine teslim ederek eğitim almasını kabul edemez.

Devlet kadrosunda olanların derhal diplomaları alınıp görevlerine son verilmeli, özel okul statüsünde olanların da diplomalarına el konulup çalışamaz duruma getirilmelidir. Teröre arka çıkmak, teröristin sırtını sıvazlamak öldürmeye ortak olmaktır.

Doğu ve Güneydoğu da terör faaliyetine katılanların bir bölümü yabancı uyrukludur. Hatta yabancı devlet istihbarat elemanlarıdır. Bunların yakalanıp yargılanması yerine, bulunduğu yerde infaz edilerek, cesetlerinin mensubu olduğu ülke başkanına gönderilmesi, mesajınızı aldık denmesi caydırıcı olacaktır.

Milletçe içimizdeki hainler hariç, üzerimizde oynanan oyunun farkındayız. Hainler de farkında ve bağlı oldukları güçlere hizmet etmektedir. Millet, devleti yaşatmak için değildir elbet. Ancak devletimizin bekası için de her ferdimiz ölmeye hazırdır. Devletimiz var olacak ki, huzur içinde yaşayabilelim.

Hiç kimsenin kınamasından korkmadan, diğer devletler nasıl mücadele ediyorsa biz de terörle öyle mücadele edelim. Doğabilecek en kötü sonuca bile hazırız.

Eğer Çanakkale’de dedelerimiz ölümü göze almasaydı, şimdi Türkiye Cumhuriyeti diye bir devlet olmayacaktı belki. Biz dedelerimizle övünürken, gelecek yıllarda bir yerde sığıntı gibi yaşayan torunlarımıza “ne korkak dedelerimiz varmış” dedirtmeyelim.

14.1.2016





12 Ocak 2016 Salı

HDP’YE OY VERENLER ANLADI MI?

Herhangi bir olay neticesinde, özellikle olumsuzluk durumunda insanlar “her işte bir hayır vardır” derler. Doğrudur, biz hakkımızda neyin hayırlı olduğunu neyin şer olduğunu bilmiyoruz. Ancak yaşananların hitamında neticeyi görürüz.

Bu konuda, savaşın farz kılınması ile ilgili olmakla birlikte, hayatımıza yön veren olaylarla ilgili genele şamil olacak Bakara-216 ayeti “Savaş size farz kılındı. Gerçi o size hoş gelmez. Olabilir ki siz bir şeyden hoşlanmazsınız, oysaki o sizin için bir hayırdır. Yine olabilir ki, siz bir şeyi seversiniz. Oysaki o sizin için bir kötülüktür. Allah bilir siz bilmezsiniz.” Demektedir.

Yaklaşık 40 yıldır bir örgüt bazı insanları kandırıyor. Kanan insanların sayısı yükselen bir grafikle artıyor. Bağımsız devlet olma hayali kuruyorlar. Dünyanın siyasi durumunu görmeyip, anlamayıp emperyalistlerin emellerine hizmet ediyorlar.

Emperyalist derken alışıldığı gibi batılı devletleri kastetmiyorum. Bizzat pkk’nın kendisi emperyalisttir ve bütün Kürtlerin kanını emmektedir. Sosyalist ayağında gittiğine bakmayın.

Kandırılan insanlar mevcut gücü ve büyüklüğü ile Türkiye Cumhuriyeti denen devletimizin, batı fitnesini önlemekte zorlandığını görmüyor, kıytırık bir Kürt devletinde huzur içinde yaşayacağını sanıyorlar.

Bunun böyle olmadığını bu insanların görmesi gerekiyordu. Pkk’nın devlet yapısının ne olacağını, adalet sisteminin ne olacağını, vatandaşa davranışının ne olacağını anlatmamıza rağmen anlamadılar.

Allah yardım etti bize. Yönetenlerin basireti bağlandı. Terör örgütü ile barış yapmaya karar verdiler. Çözüm denen garabeti başlattılar. Terör örgütü silah yığdı ses çıkarılmadı, yol kapadı ses çıkarılmadı, kimlik kontrolü yaptı ses çıkarılmadı. Hatta bir yazımda “polis ve jandarma karakollarını pkk ‘ya devredecek gibiyiz” diye yazmıştım.

Şimdi o şehirlere yerleşen pkk, halkın evini işgal ediyor. Rıza göstermeyenleri öldürüyor. Hendekler kazıp hayatlarını zehir ediyor. Yerleştirdikleri patlayıcılar elektrik ve su hatlarını tahrip ettiğinden elektrik ve suları kesilmiş. Hastaları sağlık kurumlarına götüremiyorlar. Çünkü hastaneler bombalanıyor, ambülânslar kurşunlanıyor.

Halk kendilerini özgürleştirecek örgütten kaçmaya başladı. Nereye kaçıyor? Tabi ki başka ülkeye değil, örgütlerinin savaştığı ve kendilerine düşman olarak gösterilen devletinin merhametli kollarına kaçıyor. “Bir musibet, bin nasihatten hayırlıdır” sözünü adeta yaşıyoruz.

Daha önce kocası, oğlu dağda diye beyaz başörtüsü takan kadınlar, şimdi o beyaz başörtülerini beyaz bayrak olarak sallıyor kaçarken. Kocaları ve çocukları şimdi kendileri için Azrail olmuştu. Evlerini kurşunlayan, evlerini işgal eden, duvarlarını yıkan, dükkânlarını kapatan Azrailler.

Bu örgütün aslında kendileri ile ilgisinin olmadığını, kan emici vampirler olduğunu biz anlatamamıştık, örgüt çok güzel anlattı. Bebekleri bile katleden örgütün insanlıkla ilgisi olmadığını artık anladılar sanırım.

Bu arada biz karakoldaki askerlerimizi baraka tarzı yapılarda barındırıyorduk.




Çözümdeki saldırmazlıktan istifade karakolları kalekola çevirdik. Artık teröristin önüne hedef gibi dikilmiyor Mehmetçik. Daha iyi silahlarla ve teknoloji ile donattık.




Baraj inşaatlarını çeşitli saldırılara rağmen devam ettirdik. Havaalanlarını açtık yollar yaptık. Vatandaş bu hizmetlerle mukayese imkânı buldu şimdi.

Devlet hizmet götürüyor, kendilerini özgürleştirecek örgüt tahrip ediyor. Okulları bile bombalayan örgütün gerçek yüzünü görme fırsatı buldular. Barajı bile aşamayan partiye %13 oy vermenin bedelini ödüyorlar. Devlete ve ihanet ettikleri millete değil, pkk’ya bedel ödüyorlar. Örgüt kendini güçlü hissettikçe, zulmü arttırıyor çünkü.

Eğer bütün bunları bir taktik olarak devleti yönetenler yapmadı ise, Allah yardım etti bize demektir. Hani delinin değirmenini yel çevirir ya. Gönderdiği rüzgâr ile değirmenimizi çevirdi.

13.1.2016













11 Ocak 2016 Pazartesi

ÖZÜR DİLEYİNCE BEYAZ’MI OLDU YİNE?

Özellikle polislik ve askerlik mesleği meşakkatli bir meslektir. Bu meslek erbabı aşırı fedakârlık gösterir. Fazla çalışır, zor şartlarda çalışır karşılığında fazla para bile talep etmez.

Yaklaşık 40 yıldır ilave olarak hayati riskler olduğunu da milletimiz gördü. Bu meslek erbabının aile fertleri de bunun farkındadır. Bunu bilen aile fertleri içinden genelde devlet ve millet düşmanı çıkmaz.

Çıkmaz çünkü babasına kurşun sıkan teröriste arka çıkması için ya geri zekâlı olması gerekir, ya da çok büyük menfaatler karşılığında ülkesini, milletini satıyor olması gerekir.

Bir polis çocuğu olan Beyazıt Öztürk bunları bilmez mi? Bilir elbette lakin bir medya kuruluşunda proğram yapmakta, bu kuruluş da çok büyük oranda Erdoğan ve Ak parti düşmanlığı içermektedir.

Bu konumda olan bir insanın, telefonla bağlanan bir kadının bölgede çocuklar öldürülüyor lafının ne anlama geldiği bilir. Eğer bunu anlayamayacak durumda olsa, o kademede yıllarca proğram yapamazdı. Demek ki yeterince akıllı.

30Temmuz 2013 günü Beyaz şov’da Beyazıt Öztürk özetle şöyle diyor.” Evet, arkadaşlar öncelikle hoş geldiniz demek istiyorum. Ekran başındaki ve stüdyoda ki konuklarımıza. Bu hoşgeldinizi çok içimden söylemek isterdim ama ne yazık ki çok hoş gelmediğinizi tahmin ediyorum. Çünkü ülke olarak gerçekten çok zor bir hafta geçiriyoruz. İnsanların gezi parkının sadece gezi parkı kalması ile ilgili istekleri ve istekler sonrası yaşanan olaylar…..”diyerek devam ediyor.

Akabinde Beyaz şov iptal ediliyor. Beyaz şov yayından kaldırıldı açıklamasına bir sitede şöyle bir açıklama var. “Beyaz Show, Taksim'deki olaylar nedeniyle yayınlanmadı. Beyazıt Öztürk ve stüdyoya gelen öğrenciler Gezi Parkı eylemlerine destek vermek için Kanal D binasından Taksim'e yürüdüler.

Bu durumda polis çocuğuyum safsatası oturmuyor yerine. Çünkü daha önce CHP’li vekiller, kepçeye ayağını dayayıp efelenen BDP’li vekillerle Gezi parkında eyleme gitmişti Beyazıt Öztürk.

Lokmanın küçüleceğini düşünerek ekrana çıkıp özür dilemek kurtarmıyor. Biz balık hafızalı insanlar değiliz. Özür diledi diye hemen affetmek bunları cesaretlendiriyor. 

Aynı şeyleri yapmaya devam ediyorlar. Nasılsa unutuyor, dizimizi izliyor, bizi dinlemeye geliyor, şov proğramlarımıza katılıyor ahmaklar diye düşünüyorlar.

Bütün bu sanatçı bozuntusu, batı kırıntılarını yaşadığımız sürece boykot edip, balık hafızalı olmadığımızı gösterelim derim.

12.1.2016