Bu konuda fikir söyleyen herkes kafasına
göre bir tarafa sorumluluğu yükleyerek diğerlerini sütten çıkmış ak kaşık
olarak görüyor. Mensubu olduğu grup en doğru olan çünkü.
Kemal Öztürk geçtiğimiz günlerde İtalya’ya
gittiğinde dikkatini çekmiş ve şöyle diyor. “5 yıl önce insanlarda gördüğüm
güler yüz, hoşgörü, yumuşaklık yerini sertliğe bırakmış. AB’ye karşı olanların
oranı %50 olmuş. Brexit isteyen ülkelerin sayısı 8’e çıkmış. Global olarak
sertleşme var.”
İnsanlarda mensubiyet duygusu olacaktır
elbet. Bunun kötü bir yanı yok. Ancak mensubiyet duygusuyla bağlandığımız taraf
ne kadar şeffaf, ne kadar doğru?
Şirin Payzın, metrobüste şortlu kadına
tekme atan adamı sorarken “dini bir tepki ile attı” diyerek olayı anında dine
bağlıyor. Elimizde bu adamın dindar olduğuna dair veri yok. Tarikat mensubu
olduğuna dair veri yok.
Bu sözü söylediğiniz anda bütün dindarları
karşınıza almış oluyorsunuz. Bu durumda son yıllarda muhafazakâr parti iktidarı
toplumu böldü tezi çöküyor tabi. Çünkü bu adamın Osmanbey’de bir öğrenciye
saldıran, tecavüz eden Moğol’dan farkı yoktu. Bildiğiniz bir sapık işte.
Diğer yandan okumadığı için yanlış
bilgilerle donatılan dindar olduğunu söyleyen biri hocasının dinine mensup
olmuş. Söz konusu ayet bile olsa hocam derse veya filan hoca efendi derse olur
diyebiliyor. Kendi aklına güvenmiyor. Çünkü hocaları “siz okumayın
anlamazsınız, yanlış yorum yaparsınız” diyor.
Bir hanım “ben hoca ile evlenmedim,
çünkü cemaatten toplanan para ile geçiniyor” diyor. Yahut tam böyle olmasa bile
cemaat üzerinden farklı bir geçim olduğu hepimizin malumu. Şimdi anladık mı “siz
okumayın, anlamaz, yanlış yorum yaparsınız” sözündeki derin manayı.
Bir başka grup Gadir-i Hum hadisesi diye
bir şeyler uydurup İslam’ı böldü, Şia’yı bir hançer gibi İslam’ın bağrına
sapladı. Çünkü Peygamberimizin vefatından sonra İslam devleti büyüdü güçlendi.
Güç, fitne ve düşmanı da getirir, fitneciler bölmeye, parçalamaya başladılar.
Abdullah İbni Sebe adında Yemenli bir Yahudi’nin
Mısır’dan getirdiği adamlar Hz. Osman’ı katletti. Karışıklıklar Hz. Ali
zamanında da devam etti. Müslümanlar bölündü ve savaşmaya başladı. Abdullah İbni
Sebe Hz. Ali’ye ilahlık isnad etti ve önceki üç halifenin hakkını yediğini
söyleyip hadisler uydurmaya başladı. Böylece Şiiliğin temeli atıldı.
Daha sonra Şiiler de bölündüler.
Hz.Ali’ni torunu İsmail’i imam kabul edenler İsmaili adını aldı. Sonra bunlardan
Abdullah İbni Sebe’nin peşinde gidenlerden Yahudi asıllı göz doktoru Meymun el
Kaddah Bâtıniliği kurdu. Bâtınilik adında doğan bu inanç sistemi Zerdüştlük,
Mani, Budizm’in karışımından oluşan kabala benzeri bir inanç sistemiydi.
Bâtınilikte Kuran’ın iki manası vardır.
Biri bizlerin bildiği açık olan ZAHİRİ manası. Diğeri bizim anlamadığımız BÂTINİ
manası. Bunu normal insanlar anlayamaz.
Sünni kesimden de Kuran’ın Bâtıni manasını
anlamak için mutlaka mürşidin olması gerektiğini söyleyenler var. Kuran “apaçık”
diyor ama olsun. Bilgisi bu olmasa bile yolunun bu olması gerekiyor. Geçinmek
için hocam bilir diyen bir cemaate ihtiyaçları var çünkü. Kim Sünni kim Şii
karışmış artık. Bunlar da insanları ayrı yönlere çekiyor.
Diğer yandan laikler devletin takınması
tarafsızlık ilkesini din olarak almış kendisini toplumda bir kenara çekmiştir.
Hatta geçmiş dönemlerde bu hata devlet eliyle yapılmış, daha az sayıda olan
laikler çoğunluk üzerinde baskı kurmuştur.
Madem toplumlar bölünerek sertlik
yanlısı olmuştur daha geniş açıdan bakmak gerekir meseleye. Basit bir hak arama
eylemi eğer Arjantin, Brezilya, Almanya, Fransa, Amerika v.s gibi ülkelerde de
kargaşaya, yakıp yıkmaya dönüşüyorsa mesele başka demektir.
Bütün dünyada toplumun sosyolojik,
psikolojik durumları kullanılarak dini, etnik, mezhebi ayrılıklar körükleniyor.
Hal böyle olunca birileri dünya ile
oynuyor. Bütün toplumları derin bir kaosa hazırlıyor diye bir teori geliyor
insanın aklına tabi. Kim bilir belki ekonomisi bozulan dünyayı yeni bir dünya
savaşına hazırlıyor küresel güçler.
28.12.2016