4 Ekim 2017 Çarşamba

KUZEY IRAK REFERANDUMU VE POLİTİKAMIZ ( 2 )

İngiltere ve Fransa, özellikle İngiltere Osmanlı’yı petrol için parçalamıştı, Musul ve Kerkük bu bölgenin petrol açısından en zengin topraklarıydı ama bize bırakıyorlardı. Hiçbir akıl sahibi iki dünya savaşı çıkaran bu ülkeler burayı neden bize versin diye düşünmedi. Birincisinde yaklaşık 10 milyon insan, ikincisinde 65 milyon insan ölmüştü. Ama Kerkük ve Musul’u bize ikram ediyorlardı.

Başarısız olacağı bilindiği halde 15 Temmuz darbe girişimi yaptırılıyor. Ardından başkanlık sistemine geçmek için güçlü bir irade oluşuyor. 16 Nisan referandumu bu hava içinde geçiyor. Bu arada Kerkük karar alıyor, referandum ile Kuzey Irak’a katılacaklar. Barzani bağımsızlık için referandum yapılacağını açıklıyor. Bu olayların aslında birbiri ile bağı hiç yok gibi görünüyor değil mi?

Osmanlıcılık fikrine o kadar inandık ki, Irak merkezi hükümetini deport edip, doğrudan Barzani’yi muhatap aldık. Başkanlık gelecek, federasyon olacak, Barzani Kuzey Irak’taki bize bağlı özerk bölgenin başkanı olacaktı. İşgal sonrası ABD’nin 5 bin kürdü bir yerlere götürüp eğitip sonra geri getirdiğini unuttuk bile. Tıpkı bizdeki bazı ayrılıkçı Kürtleri batıda eğitip geri gönderdiği gibi.

O tarihte, şimdiki Barzani referandumuna yatırım yapan batı, belki bizim için de ileriye yatırım yapıyordu ama olsun, biz Osmanlı’yı geri getiriyorduk. Bazı aklı evvel tipler “bağımsızlık olmadan Türkiye’ye katılmak olur mu?”diye savunuyor.Aklı evvel yerine “aklı Amerikalı” demek daha doğru olur mu bilmiyorum. Hâlbuki Barzani bize sıkı bir çalım atmış, ABD planını devreye sokmuştu.

ABD’de yetkili ağızlar referanduma karşı olduklarını ve ertelenmesi gerektiğini söylüyordu ama Barzani yola devam ediyordu. Bizdeki yorumcular “ABD’ye rağmen” diyordu. Biz biliyoruz ki Barzani ABD’nin izni olmadan tuvalete bile gidemez.

Netice olarak Barzani de bizi kandırdı. Devletler kandırılınca telafisi mümkün olmayan sonuçlar doğuyor. Biz kandırılmıştık, hem de bir kabile reisi tarafından. O zaman bu referandum gayrimeşru demeliydik. Hatta sokak ağzı ile “bunun hesabını vereceksiniz” demeye başladık. Kime diyoruz bunları? Ankara’da mı referandum yapılmış İstanbul’da mı? Başka bir ülkede yapılan referandum için diyoruz.

Bize zarar verecek bir oluşum varsa elbette hesap sormalıydık. Bu hesap sorma sokak kavgası gibi olmamalı, devlet ağırlığınca, devlet prensipleri ile devlete yakışır olmalıydı.

Bize ne zararı olabilir? Suriye’nin kuzeyi gibi bir oluşum olur endişesini taşıyoruz. Hani şu Büyük Kürdistan hayali işte.

Bizde de bu hayali kuran yok mu?  Biz Irak değiliz. Kamyonet üzerinde 50 adamı görünce kaçacak ordu da yok bizde. Kürtlerin büyük çoğunluğunun böyle bir düşüncesi olmadığını biliyoruz. Bu oyun bizde tutmaz. Yapmamız gereken demokrasimizi rayına oturtmak. Kimliğinde Türk vatandaşı yazan her ferdin bizim milletimiz olduğu duygusunu vermek ve yaşatmak. Millet derken Kars’tan Edirne’ye yaşayan bütün insanları kastediyoruz, ırkı değil. Ancak bu sayede batının oyununu bozabiliriz.

Vatandaşlarımızdan bahsederken mensubiyete göre adlandırıyoruz. Almanya nüfusuna kayıtlı vatandaşa Alman, Fransa nüfusuna kayıtlı vatandaşa Fransız dediğimiz gibi Türkiye Cumhuriyeti nüfusuna kayıtlı vatandaşa da Türk diyoruz. İslamı kendisine paravan yapıp Kürt ırkçılığı yapanlar bundan rahatsız oluyorsa eğer olsunlar. Şehitlerimizin arasında Kürt vatandaşlarımız yok mu? Biz yine Türk askeri şehit oldu demiyor muyuz?

Devlet aklı ile davranmak gerekir. İşgal sırasında Musul ve Kerkük’te Tapu ve nüfus kayıtları yakılıp orada hiç Türkmen yaşamamış gibi yapılırken, BOP eş başkanlığı ve Osmanlıcılık oynamakla meşguldük. Şimdi “oralarda Türkmen ve Araplar da yaşıyordu” demenin anlamı yok. Tıpkı Ayn El Arap, Kobani yapılırken olduğu gibi. Hatta Peşmerge görüntüsünde PKK’lıları hastanemizde tedavi bile etmiştik. Bu uyku halimiz daha sonra bize hendek ve barikat olarak geri dönmüştü.

Yapılması gereken Barzani’ye bizi kandırmış olabilirsin, devlet kurmuş olabilirsin, ama bizden normal komşuluk ilişkisi bekleme demek olmalı. Eğer senin sınırlarından bana bir tek terör eylemi gelirse, eğer senin ülkenden bana bir tek silah ve mermi gelirse, eğer teröristlere yardım edersen elbette refleks gösteririz. Hatta sınırlarımızdan içeriye “bir tek Kürt kedisi” bile girerse derseniz o anlar. Madem devletsin, o zaman sınırlarına hâkim olacaksın demeliyiz.

İran ve Irak ile görüşmeler yapılıyor. Kuzeyde biz varız. Önce ekonomik olarak bütün yaptırımlar uygulanır. Bizim o bölgede yatırımlarımız var, onları kaybetmek istemiyoruz gibi bir düşünce olursa kaybedeceğimiz kesindir. Kaybetmeyi göze almayan kazanamaz.

Fırat’ın batısı-doğusu demeden, kesinlikle terör koridorunu bozarız ve batıdan çıkışı da engelleriz. Bir ülkenin başka bir ülkeye terör ihraç etmesi devletlerarası hukuka aykırı olduğuna göre bir tek terörist girişinde dağları değil, bütün ekonomik ve askeri hedeflerini vururuz.  İsrail bunu yapıyor ve kimse ilişemiyor.

Bizim ülkemizde Barzani’ye özenen olursa Kürdistan orada diye adres gösteririz. Vatandaşlıktan çıkarır Barzani’ye göndeririz. Öyle terörist bir vekilin ödeneklerini kesmek, vekilliğini düşürmek için yıllarca uğraşmayız. Anında biletini keser ve göndeririz. Yani devlet gibi devlet olmak gerek.

Hayali haritalarla uğraşmadan, Kerkük’ü işgal etmek için bütün Kuzey Irak’ı geçmek gerektiğini bilerek hareket etmek gerek. Vatandaşa da bunlar anlatılmalı. Öyle Kerkük 82, Musul 90, Erbil 95 demekle olmuyor bu işler.

Dış devletlere efelenmeden, yapacaklarımızı söylemeden, “bunların hesabını vereceksiniz” gibi sokak kavgası yapar gibi davranmadan, bu yapılan menfaatlerimize aykırıdır, bizim de alacağımız tedbirler olacaktır diyerek yapılması gereken yapılmalıdır.

Devletimizin bekası, milletimizin huzur ve refahı için milli konularda iktidarın desteklenmesi de bizim için milli bir görevdir. Her türlü dış tahrikle hareket eden, birliğimizi bozmak isteyen kimseden de korkumuz yoktur. Yanlışları dile getirip tenkit etmek, yanlıştan dönülmesini sağlamak, bu yanlışlara sebep olan kriptoları söylemek farklı bir şeydir, milli birlik farklı bir şeydir. Bunu yapmaya devam edeceğiz.
04.10.2017













KUZEY IRAK REFERANDUMU VE POLİTİKAMIZ ( 1 )

Referandum demeden önce bir konuya değinmek gerekiyor. Geriye doğru baktım son yazımı Mayıs ayı başında yazmışım. Daha sonra yazmayı bıraktım. Buna sebep defalarca belirttiğim tanrıların tanrı olmadığını insanlara anlatamamak.

Geçen akşam birkaç tiwit yazdım, benden mi bahsediyorsun yahut şundan mı bahsediyorsun diyen çok kişi oldu. Eğer şüphe ettiğiniz kişi varsa o zaman ihtiyatlı olun derim.

Mesela benim rengim kırmızı diyen birinin davranışı için bu bir mavi davranışıdır diyorsam ve biri “benden mi bahsediyorsun” diyorsa, mavi olduğunun keşfedilip edilmediğini anlamaya çalışıyor demektir.

Cehalet, tanrı olmayanı tanrı kabul ettiriyor. İşte onun için yazmayı bıraktım ki herkes tanrısı ile baş başa kalsın.

Şimdi bu yazıyı okuduktan sonra bile bazıları, trollerin ve fenomenlerin yaydığı Irak ve Suriye’nin yarısını bizim sınırlarımızda gösteren haritaları paylaşacaklar.

Feto’nun hizmet erleri bana ırkçı dese bile ben onların Amerikancı olduğunu biliyorum. Vatansever olmanın sakıncası yok ama başka bir ülkeye hizmet etmek bana göre çok iğrenç ve aşağılık bir davranış.

Kuzey Irak referandumu aslında ne anlama geliyor? Tepkilerimiz doğru mu? Yahut tepki vermeliysek kime vermeliyiz? Çözüm sürecinin bu referandum ile ilgisi var mı? 15 Temmuz darbe girişimi ve hemen onun ardından başkanlık konusunda ısrarcı olmamızla bir bağ kurulabilir mi? Daha çok uzatılabilir bu sorular.

Henüz 1995 yılında, bugün yaşadıklarımızın hiçbiri yaşanmıyorken, ABD Dışişleri bakan yardımcısı Richard Holbrooke’nin kongre komite toplantısında Türkiye için “Cephe Ülke” dediğini bilmiyorsak, daha Birinci Dünya Savaşı yokken, Osmanlı İmparatorluğunu parçalama girişimlerinde devletin adı Osmanlı İmparatorluğu olduğu halde İngiliz ve Fransız politikacıların Türkiye olarak andıklarını bilmiyorsak bu olayları da anlayamayız.

Her şey değişir. Değişmeyen tek şey Allah’ın emir, buyruk, kâinat için koyduğu kendisinin değiştirmediği kurallardır. Hiç bir bilim adamı bir kural için “bu böyledir” demez, diyemez. Ben bunu yaptım, “bu böyledir” diyen tek güç sahibi ancak ve ancak Allah’tır. Fizik kuralı, kimya kuralı dediğiniz şeylerin hepsi değişebilir. Bizim lise çağımızda kimya da 103 element vardı, şimdi bilmiyorum kaç element var. Bunu böyle bilirsek o zaman “daha önce kardeştik şimdi ne oldu” demeyiz.

Devletlerin ilişkileri menfaat üzerine kurulu olduğu için, dün dost olduğumuz ülke ile bugün hasım olabiliriz. “Dün dosttuk öyleyse yanlış yapıyoruz” demenin anlamı yok. Buna sebep, dün dost gibi davranan bir ülkenin, bugün hasım gibi davranması olabilir mesela.

Devletlerin doktrinleri, mevcut dünya düzeni içinde belli politikaları vardır. Bunların hiç biri asla değişmez değildir. Dünyanın siyasi durumuna göre değiştiklerini görüyoruz. Amerika’nın, Bolşevik devrimin ilk günlerinden beri komünizme düşman olduğunu hepimiz biliyoruz. Lakin ikinci dünya savaşında o komünist ülke ile ittifak yapan yine Amerika’nın kendisi idi.


“Hani biz bunlarla düşmandık, neden ittifak yapıyoruz”  diyen Amerikalı bir gazeteci, politikacı duydunuz mu? Savaşın bitiminde 1947 yılında Truman doktrini ile Sovyetler Birliği yine düşman ilan edilmiş, Marshall planı ile doğrudan komünist tehdidi altında olan 17 ülkeye yardım yapılmıştı.

Daha 1990’ların başında Irak için bazı söylemlerimiz vardı devlet politikası olarak.”Kuzey Irak’ta kurulacak bir Kürt devleti bizim kırmızıçizgimizdir. Böyle bir durumda seri bir harekâtla derhal onu ortadan kaldırırız” diyorduk. O zamanın şartlarında yanlış mıydı bu fikir?

O zamanın şartlarında muhtemelen değildi. Çünkü o zaman bir Irak devleti vardı, bir Suriye devleti vardı. Bize düşman terör örgütü vardı. Bunu söylediğimiz zaman 32 ve 36’ncı paralel arasında uçuşa yasak bölge de yoktu.

Şimdi o terör örgütü yine var ve yanına onun başka versiyonları eklendi. Örgüt aynı örgüt ama adına PYD, YPG denildi, adına SDG denildi. Şimdi o bildiğimiz Suriye yok, o bildiğimiz Irak yok. Suriye’nin kuzeyinde terör koridoru var.

Madem coğrafya değişmiştir, o zaman bizim politikamızın da değişmesi gerekir. 1990’ların başındaki coğrafya yoksa o tarihteki politika geçerliliğini kaybetmiş demektir. Kuzey Irak’ta batılı ülkelerin aslında resmen tanıdığı Barzani Kürdistan’ı kurulmuş, Kürtler ütopya peşinde koşturuluyor. Büyük Kürdistan diyerek.

Bu günün şartlarını oluşturmak için bizi de ütopya peşinde koşturdular. Osmanlıcılık oynadık hepimiz. Güneyimizde özerk bir Kürt devleti oluşacak ve bize katılacak. Musul ve Kerkük topraklarımıza katılacak. Hâlbuki Kerkük, Barzani’nin hâkim olduğu sınırların dışındaydı. Olsun biz sınırlarımızın içine aldık ve haritalar paylaşmaya başladık. Kulağa hoş geliyordu.


04.10.2017