“Türkiye,
Türklere bırakılmayacak kadar önemli bir ülkedir” sözünü sanki kendi fikri gibi
insanlara anlatıldı Mehmet Ali Brand. Biz algıya açık bir milletiz. Pireyi deve
yaparlar, biz de deveyi fil gibi görürüz.
Aslında
ne demiş Brand? Avrupa’da bir toplantının ardından, toplantıda izlediği havaya
göre yorum yapıyor. Diyor ki ; ” Türkiyesiz Balkanlar rahat nefes alamaz.
Ankara ile bir uzlaşıya varmadan Irak-İran-Suriye üçgeninde barış kurulamaz.
Ege ve Akdeniz Türkiye’nin net katkısı sağlanmadan sükûnete kavuşamaz. İşte
bunlardan dolayı bize her kafamıza eseni yaptırmayacaklar. AB ve uluslararası
para fonu kuralları koyacak. Bizler de bu kurullar çerçevesinde oynayacağız.
Bir konuşmacının dediği gibi Türkiye, Türklere bırakılmayacak kadar önemli ve
değerli bir ülke konumuna geldi.”
Bu
son cümle kendisine ait değil, konuşmacı dediği birinin fikrini yazıyor. Ama
biz fikir kendisine aitmiş gibi aldık bu cümleyi. Belki birileri öyle
bilinmesini istedi, bilmiyorum.
Brand,
fikirleri makbul bir insandı veya değildi, o ayrı bir konu. Benim pek
hazzetmediğim bir insandı.
Ak
parti diye bir parti çıktı ortaya. Ülkenin neredeyse yarısının oyunu aldı.
Başında insanların çok sevdiği, kendisine benziyor diye bulduğu bir lider
vardı. Başlangıçta iyi şeyler de yapıldı. Gidişat iyi değildi batı dünyasına
göre. Önünün kesilmesi gerekiyordu.
Batı
dünyası her zaman temkinliydi. 1999 da ABD, İmralı’da ki bebek katili terörist
başının kendi tabiri ile “beni teslim ettiler, Fetullah’ı aldılar” diyordu.
Yani hesap dışı gelişmelere tedbir olarak Fetullah Gülen örgütü hazırlanmıştı.
Öyle
konuma getirilmişti ki, ülkede cumhurbaşkanlığı, meclis başkanlığı bile yapmış insanlar
makamına, konumuna bakmadan peygamber sevdası ile bağlanmıştı adama. O da
verilen görevi hakkıyla yerine getirdi.
Ak
partinin kadrosu yoktu. Yeni bir oluşumdu. Bu örgüt için fırsattı. Yıllardır
hazırladığı kadroları devreye soktu. Ondan sonrası kolaydı. Bütün kurumları ele
geçirmek zor olmadı.
Kendisinden
olmayanları kontrol altına almak için, Kızılcahamam toplantılarında herkesin
ailesini bile kaydettiklerini anlıyoruz. Çünkü biri aleyhte konuşmak istese,
önüne kaset şantajı konuluyor. Öyle ya, bu insanların hepsi, müslümanlar
dışında herkesi Cennet’e gönderen Fetullah Gülen’i peygamber kabul edecek kadar
ahmak değildi.
Eğer
havuz denilen medyadan Arınç için kaseti var diyen olursa bilin ki, o havuz
değil, paralel medyadır. Çünkü kasetlerin hepsi onlarda.
Coğrafyada
gelişmelere paralel olarak ülkemizin tökezlemesi için çözüm denen bir garabet
atıldı ortaya. Kim istiyordu peki bu çözümü? Başlangıçta devletin istihbaratı
var, güvenlik güçleri var, o zaman bildiği de vardır dedik. Sonra medyada yorumları
ve terör örgütünün çözümdeki tavrını görünce yanlış gidiyor dedik.
Biz,
çözüm olsa bile bebek katiline katil demeyi sürdürdük. Yazarlardan bazıları
“Öcalan yaşatmayı seçti” diyor, bazıları “artık ev hapsi vakti geldi” diyordu. Bebek
katili güzellemeleri aldı başını gidiyordu. Belli ki birileri bebek katilini
özgürlüğüne kavuşturma planları yapıyordu. Kimdi bunlar?
O
zaman anlamak mümkün değildi. Aradan zaman geçip, bazı bilgiler çıkmaya
başlayınca çözümü dayatan, Oslo görüşmelerini ayarlayan, sonra da medyaya servis
edenin aynı örgüt olduğunu gördük. Örgütü yönlendiren de elbette ki ABD.
Hazırlanan
fezlekelerde yer alan bilgilere göre İstanbul TEM’in 24.5.2010 tarihinde ele
geçirdiği bebek katilin avukatının mailinde yer alan bilgilere göre;
“Zaman
yazarı Ali Bulaç ile İstanbul Fatih’te Çıra yayınlarında görüşüldü” diyor. “ Ali
Bulaç, ABD kürt sorununu çözmek istiyor. Kürt sorununun çözülebilmesi için
siyasi bir genel af söz konusu olmalı” diyor.
“AKP
bu sorunu çözerse Kürtler ve Türkler adına büyük fırsatlar doğacak. ABD, AKP’nin
üzerini çizmek istiyor ama alternatifi yok.” Öcalan fikirlerini DTP üzerinde
geliştirirse daha hızlı yol alınır ve sonuca varılır.”
Avukat
ile Ali Bulaç arasındaki görüşme, İmralı’ya her hafta giden düğün alayı
tarafından iletilir.
“Ali
Bulaç, cemaat akp yi çözüme yönelik iteliyor. Cemaatin daha fazla küresel ve
bölgesel planları var.” Bebek katili “kendilerine kalmış” diyor.
“Erdoğan
2024 e kadar başkan ya da cumhurbaşkanı olarak başımızda. İktidarı bırakmaz.
Bunun bilincinde hareket edin.”
Çamlıca’da
Mümtaz Türköne ile görüşme yapılıyor. Bu daha facia.
“Özerklik
ve federasyon demokratikleşme adı altında tartışılmalı. Kürt sorunu değil de,
demokratikleşme adı altında tartışılırsa, bu talepler toplum tarafından tepkiye
yol açmaz.”
“Mit
müsteşarı Emre Taner, bu sorunun çözülmesi için büyük bir şans. Yakın zamanda
17 AKP’li vekille kahvaltı yaptık. Bana bu sorun sizce ne olur diye sordular.
Ben de önünüze af yasasını koyacaklar, siz de imzalamak zorunda kalacaksınız
dedim.”
“Kürt
sorununda en kolay çözüm Öcalan çözümü. Öcalan için şartlar düzenlenmeli ve ev
hapsi düşünülmeli.”
“Çözüm
süresince MHP nin suistimali dışında hiçbir kesim tepki göstermeyecektir. Bu da
çok güzel bir fırsat ve değerlendirilmeli”
Devletin
terör sorununu çözmek için görüşmesini doğru bulduğumuzu söylemiştik. Bugün her
fırsatta “terör örgütü ile masaya oturdunuz” diyen cemaatin asıl örgütle
görüşenler, hem de devleti yıkmak için görüşenler olduğunu görüyoruz.
Üstelik
ülkenin bölünmesine karşı çıkmayı suistimal olarak ele alıyorlar. Hatırlarsanız
büyük çoğunluk bebek katilinin ev hapsi fikrine tepkiliydi. Buna rağmen çözümle
ilgili her tenkitte, ak partililer tarafından tepki alıyorduk. Plan tutmuştu.
Yazarlar
güzelleme yapıyor, Habur rezilliği bile cilalanıyordu. İşkence görmüş diyerek
ne kadar Diyarbakır cezaevi mahkûmu eski pkk lı varsa ekranlara çıkarıldı. Güya
PKK lı değildi bunlar. Hala ekranlarda olduklarına göre muhafazakâr denilen
medyanın yola devam ettiği anlaşılıyor.
Onlar
ilkokul öğrencisi zekâ seviyesinde yayınlar yapıyor, vatandaş doğru kabul edip
peşinden gidiyor. Artık ne söyleseniz hükmü yok. Bazı icraatları tenkit
ettiğimizde yine karşı çıkılmıştı. Görüldü ki iktidar, iktidar ama muktedir
değil. Cemaat ülkeyi yönetmiş.
Vatandaş
olarak ekonomik açıdan gittikçe kötüleşiyoruz. Yeni vergiler gelecek. Elektrik
parası ödemeyenlerin parası bize ödettiriliyor. Cari açığı kapatmak için cep
telefonlarını peşin alma kuralı getirdiler, bankalar taksit yapıyor. Mücadele
ettikleri “baronlara” fon ayırmış olundu. Biz daha pahalı alıyoruz, aradaki
farkı bankalar alıyor.
Et
fiyatlarını kontrol için tavan fiyat getirildi. Bizzat bakana yazdım kim
uygulayacak bunu, kim takacak bu kararları? Kimse takmadı tabi. Çünkü devlet
yok. Eğer devlet bankası bile kart ücreti, krediden masrafı hala alıyorsa,
kimse devlet var demesin.
Çözüm
sürecinde bizim gibi itiraz edilseydi belki bunları yaşanmayacaktık. İktidar “hata
yapıyorum” galiba diyecekti. Ama bizde itiraz etme, bu yanlıştır deme kültürü
gelişmemiş. Delinin değirmenini yel çevirirmiş. Neyse ki Allah korudu milleti.
Terör örgütü çözüm denen garabeti bitirdi.
Erdoğan
cumhurbaşkanı olurken bu yanlış dedik. “Ama hakkı değil mi “ dediler. Hâlbuki
biz hakkı değil demiyorduk. Geçmiş tecrübelere göre yanlış diyorduk. Erdoğan
icranın başında olmalı diyorduk. Elbet o makamda oturtulacak biri bulunurdu.
Şimdi Erdoğan etkisiz kılındı.
Paralele
gün doğdu. Parti ile Erdoğan’ın arasına fitne sokmak için var gücü ile
çalışıyor. Çatışma yoksa bile var olarak gösteriliyor. Hala partinin yarısı
kripto, muhafazakar medyanın yarısı kripto. Sadece paralel değil, çok sayıda
kripto pkk lı var.
Vatandaşa
Doğan Medya ile mücadele görüntüsü verilirken, bakıyorsunuz ekranın köşesinde
DHA yazıyor. Yani muhafazakâr medya, para ile DHA’ dan haber satın alıyor.
Vatandaş da sosyal medyada Doğan Medyaya saydırıyor.
Kaçmaktan
vurmak elimize geçmiyor. Devlet saldırı altında olunca, onu korumak için
mücadele ediyor, yapılan yanlışları yazmaya fırsat bulamıyoruz.
Benim
oy verdiğim parti iktidar ise, bana kazık atmaya yetkilidir diye düşünülüyor
sanırım. Hayır, iktidar kim olursa olsun vatandaşa kazık atmaya hakkı yoktur.
Vatandaş yanlışları söylemediği müddetçe, sil baştan yapmaya mahkûmuz.
6.3.2016