“İstanbul Barosu eski başkanı Yücel Sayman, “HSYK’nın bu yetkiyi
aldığı bir kanun maddesi göstersinler, gösteremezler” diyor. Bizim eski baro
başkanı o bildiği, okulda okuduğu evrensel geçerliliği olan gerçek hukuktan bahsediyor.
Bir şeyi kaçırıyor. Darbenin hukuku olmaz. Darbe hukuksuzluk demektir. Bu da
silahsız olarak yapılan hukuk darbesidir.
Şu anda ülkede yaşanan bir darbedir. Ancak darbelerimizde çağa
ayak uydurmuştur. Bildiğimiz, adına ihtilal dediğimiz, radyoyu ele geçirip, ey
ahali biz ihtilal yaptık denmiyor artık.
Bunu hukuk yoluyla yapmakta elbette mümkün. Bu yapılan, bas
bayağa bir darbedir. Hukuk darbesi. Önemli olan iktidarın yetkilerini almak
değil midir? Meclis anayasa yapamıyor, kanun çıkaramıyor, eli kolu bağlanmış. Çünkü
iktidar suçüstü yakalanmıştır. Hâkim güç kendisi dışında bir güce kaptırmak
istemiyor iktidarı. İktidarın suçu, halkın hislerine tercüman olmasıdır.
Garabet burada. HSYK denilen ucube bir yapı var. Hâkim tarafsız
olan bir insandır. Savcı değildir. Savcı taraftır. Devleti temsil eder..Şimdi
siz bu ikisini birleştirmiş HSYK adında bir kurum oluşturmuşsunuz.
Bir kere hâkimler kurulu olacak, bu kurul bağımsız olacak ancak,
bağımsız diyenler, aynı zamanda tarafsız sözünü hiç ağızlarına almıyorlar.
Çünkü onlar için bağımsızlık önemli. Tarafsızlık dersen, zaten tarafsız değiller.
İktidarlar karıştırılmak istenmiyor. Çünkü hâkim güç, hâkimiyeti kaybediyor o
zaman.
Biz ne iktidarın kontrolünde, ne de halkını düşman gören başka
bir gücün kontrolünde bir HSYK istemiyoruz. Bağımsız ve tarafsız bir yapılanma
istiyoruz.
Bunun için HSYK nın üçte biri meclis, üçte biri yüksek yargı,
üçte biri kürsü hâkimlerinden seçilebilir. Kontrol hiçbir gücün elinde olmadığı
gibi, hâkimler de haklarında karar veren kurumu kendisi katkıda bulunarak
seçmiş olur.
Şimdiki yapıda asla meclis karıştırılmak istenmiyor. Sebep belli,
yüksek yargı ve HSYK aralarında al gülüm ver gülüm işi götürüyor. Halk ne
düşünürse düşünsün. Oyu bile nerdeyse geçersiz sayılacak çoban bu işten ne anlar
ki?
Hep diyorum bu bir süreçtir. Önceleri ülke için iyi bir şeyler
yaptığını sananlar darbe yapıyordu. Ve suç değildi. Dünya değiştikçe, iletişim arttıkça,
insanlar bazı şeyler öğrendi. Darbe zihniyetinde olanlar bunun aslında suç
olduğunu anladılar. Bu defa planlar gizli yapılmaya başlandı.
Bu konuşmalar falan tatbikattan, bu açıklama filan toplantıdan
gibi mazeretler uydurulmaya başlandı. Asker anladı artık sokağa tankla çıkılmayacağını.
Zira çıkıldığında kan dökülecek, eskisi gibi olmayacak. Önüne çıkan insanı ya ezecek,
ya ateş edecek. İşte facia.
O zaman darbenin ikinci şekli olan hukuk darbesi uygulanacak.
Bunlarda sivil darbeciler. Oturmuş orda birkaç insan halkın iradesini yok sayıyor.
Halkı yok sayıyor. Ama bu insanlar yok sayılamanın ne anlama geldiğini biliyor.
367 kararının ne olduğunun, kat sayı kararının ne olduğunun,
eşsiz resepsiyonların ne olduğunun artık farkında. Biz bize benzeriz diyorlar,
Yıllarca Pazar sabahları TRT de senfoni dinlettiniz bana, ama ben bunu dinlemek
istemiyorum diyor.
Ben giyimimle, kuşamımla, inancımla, hayat felsefemle var olmak istiyorum.
Sizin resmi ideolojiniz bana uymuyor diyor. Ülkenin gerçek sahibi benim diyor.
Sahibi olduğum ülkenin ve vatanın düşmanı olamam diyor. Teşhisiniz yanlış diyor.
Olsa olsa, siz bize uymuyorsunuz, kendinize yönetecek, size benzeyen insanların
yaşadığı bir ülke bulun diyor.
Ya bu düşüncenizden vaz geçin, ya da bundan sonra beni tankla
çiğneyerek bu işleri yaparsınız diyor. Siz çekilirken yüksek yargıdaki
üyelerinizi de çekmeyi unutmayın diyor. Hukuk diye beni kandırdığınız
hukuksuzluğu artık yutmuyorum diyor bu millet.
Artık ülkem kurumları bu gerçeği görmeli ve millet huzur
bulmalı. Nasıl Meriç nehri taşkın sonrası yatağına dönüyor, kurumlar da
kendiişlerine bakmalı, kendi yatağında akmalı diyorum.
19.2.2010
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder