29 Temmuz 2016 Cuma

AKINCI ÜSSÜNÜ KAPATMAK YETMEZ

Hendek savaşları sırasında HDP kapatılsın diye sesler yükseliyordu. O zaman dedik ki; binalar, içindeki masalar, koltuklar suç işlemez. Kapatırsanız başka isimle yenisini açarlar. İnsan unsuru suç işler, onları cezalandırmak gerek.

Hamdolsun böyle bir hata yapmadık. PKK’ya silah taşıyan adamı bile alamadık. Almadığımız gibi meclis kürsüsünde millete küfretmesine izin verdik.  Emniyet güçleri operasyon yapamazsın diye terörist yuvalarına yerleşen vekil bozuntularına bile izin verdik. İyi bir karardı!

Şimdi iyi bir karara daha imza atıyoruz. Akıncı üssü isyancı çetenin karargâh olarak kullandığı üs olduğu için kapatıyoruz. Eğer ülkemizde Akıncı adında bir üs olmasa bu kalkışma asla olmayacaktı.

Ne yapacağız peki o üssü? Şehitlerin anısına park yapacağız. Ağaçlı bölgede aileler piknik yapacak. Pisti de onarır, çocuklara top sahası falan yaparız.

“Akıncı üssü” diye sosyal medyada açılan taga yazılanlara baktım vatandaş çok memnun. Devletin hafızasında kötü bir yer etmiş diye kapatmak en uygun davranış. Yanlışa yanlış deme kültürümüz olmadığı için herkes “oleey” diyor. Yarın medyada bu konu ile ilgili güzellemeler okuyacağımızdan eminim.

Çözüm sürecinde benzer şeyler yaşadık. Dehşetli ve çok bilgili yazarlarımız “ Öcalan öldürmeyi değil yaşatmayı seçti” dediler. Adeta “oleey “ çığlıkları attılar. Biz yanlış ama devlet karar verdi denesin. Ama bu bebek katilinin, katil olma vasfını değiştirmiyor dedik. Hendekler, barikatlar, tonlarca bombalar çıkınca ortaya sustular.

Çözümün bir Amerikan projesi olduğunu söylediğimizde, akıl sahipleri destek verseydi, iktidar paralel yapı eliyle yanlış yola girdiğini görürdü. Paralel yapının farkına varır, belki bugün bunları yaşamamış olurduk. Ama biz alkışlamayı seçtik.

Tarihimizde devletin ve milletin hafızasında kötü yer etmiş çok olay vardır. Her hafıza tazeleme olayı sonucunda yakıp, yıkarak çözüm aramak akla ve mantığa son derece aykırı.

İsyancı çetelerin yol açtığı vahim olaylarda çok sayıda şehidimiz oldu. Akıncı üssünün adını değişir, bir şehidimizin adını veririz. Üssün yer değişmesi ve taşınması külfetinden kurtulmuş oluruz. O para ile okul yaparız, taşınacak kışlalar için yeni tesisler yaparız.

Üs’de hala varsa eğer paralel çete örgütüne mensup personel ki kanaatimce vardır onlar temizlenir. Sadece TSK değil bütün kurumlarda temizlik yapılmakta zaten.

Birliklerin yer değiştirilmesi fikri akla yatar. Tank çıkışının olduğu birlikler değil sadece, şehir içinde kalmış birliklerin, şehir dışına taşınması elbette uygundur. Zaten bu birlikler kurulurken büyük ihtimalle şehir dışındaydı.

Üs kapatılınca sorun çözülmüyor. Üs’den o gece havalanan uçakları da imha etmek gerek. Birliklerden çıkış yapan tanklar da yakılıp yok edilmeli. Piyade tüfeklerine mühimmat üreten Kırıkkale fabrikası da kapatılmalı. Hatta alçak uçuşlarla insanımızın hafızasında kötü imaj oluşturmuş uçakları barındıran Hava Kuvvetleri de lağvedilebilir.

Yine o gece bombalanması nedeni ile vekillerimizin hafızasında kötü izler bırakmış olan Meclis de başka yere taşınabilir. Boğaziçi köprüsünü yıkarsak, bir daha darbe girişiminde kapatılacak köprü de olmaz.

Birliklerin önündeki iş makinesi ve kamyonlarla yapılan ablukaya da son verilmeli. Birlikte sadece isyancı hainler yok çünkü. O gece onlarla çarpışan vatansever personel rencide olmaktadır. Ayrıca etrafı tel örgü ile çevrili birlikten çıkmak için, tanklar neden nizamiyeye ihtiyaç duysun ki?

Ey medya. Artık doğru bir şeyler yazın. Bu yapılanların yanlış olduğunu söyleyin. Söylemez alkış tutarsanız iktidar yine yanlış yaptığını anlamayacak.

Bilinçsizce imam hatip, dincilik vurgusu yapanlar bilsin ki bu dinci kalkışma değildi. Bu Amerikan darbesi idi. Ayrıca Tuğgeneral ve Tümgeneral rütbesinde isyancılar olduğuna göre sorun 10-15 yıllık sorun değil. O zaman sorarlar, komutan birliğinin yaptığı ve yapamadığı her şeyden sorumlu değil mi? Altın nesil dedikleri, 1986 devresi ile başlayan ile bu serüven için o zamanki komutanlar nasıl bir tedbir aldı?

Tenkit ederken de bilinçli olalım. Birilerine olan kinimiz nedeni ideolojik davranırsak gerçekleri göremez, getireceğimiz çözümler de çözüm olmaz.


29.7.2016





26 Temmuz 2016 Salı

PARALEL YAPININ DAĞITILMASI VE FİNANS KAYNAKLARI

Medyada yer alan bir haber.

“Fethullah Gülen, ABD'nin New York Times gazetesine kendi adıyla yazdığı makalede, “Batılı demokrasilerin ılımlı Müslümanlara ihtiyaç duydukları bir dönemde, "hizmet" içindeki ben ve arkadaşlarım Batının yanında yer aldık” diyerek Obama yönetimine mesaj verdi.”

Mesajı biz de aldık, Obama’da. Her ülke milli menfaatine göre değerlendirecek. Bu mesajdan Obama şunu anladı. “Beni iade etmeyin, yoksa sizin emrinizde olduğumu söyletirler bana.”

Biz ise, zaten bildiğimiz bir durumun, sahibi ağzı ile itiraf edildiğini anladık. Şimdi bu ihanet şebekesi için hukuken yapılacak her türlü muameleyi onaylıyoruz. Buna itiraz edeceklerin tarafı bellidir.

Ancak bu muamele yapılırken 12 Eylül’de, 28 Şubat’ta düşülen hataları yapmamak lazım. Hep söylediğim danışman hataları yaşanmaya devam ediyor. Neler mi onlar;

HASTANELER:
Fetö terör örgütünün finans kaynaklarından biriydi bu kurumlar, bunda hem fikiriz. Hastanenin yolsuzluk yapmasına da gerek yok, ki çoğunda yolsuzluk olduğunu medyadan takip ettik. Devletin bunlara el koyması en tabii hakkıdır.

Hastane kapatılmak yerine yönetici kadro değiştirilir, devlet adına işletilirdi. Hatta bunu vatandaşın duymasına bile gerek yoktu. Başhekim Ahmet gitmiş, yerine Mehmet gelmiş olarak anlardı vatandaş. Hastane yine özel Hastahane anlayışı ile çalıştırılır, devletin bir özel hastanesi olurdu.

Çünkü muhtemelen çalışanların tamamı örgüt üyesi değildi. Çok sayıda sade vatandaş vardı içinde. Askerde olduğu gibi sivil alanda da komuta kademesi en ağır şekilde cezalandırsın. Çalışanlardan örgüt bağı olanlar da cezalandırılsın.

Bir hastanenin yaklaşık 800 çalışanı olsa, bunu aile bazında 5 ile çarpın, 4 bin insan yapıyor. Belki yarısından fazlasının hatta çok daha fazlasının örgüt ile bağı yok. Ama bütün çalışanlar ve aileleri mağdur olmuştur.

OKULLAR:
Bu örgütün çok sayıda eğitimi kurumları vardı. Okullar kapatılıyor. Binlerce öğrenci mağdur oluyor. Bu kurumlarda okuyan öğrencilerin hepsi örgüt üyesi değil. Örgüt, bunları müşteri olarak görüyor, çünkü paralı okullar bunlar.

O halde okul kapatmak yerine kadroyu değiştirip, öğretime devam edilebilir. Varsa öğrencilerden örgüt ile bağı olan, onlar hakkında işlem yapılır. “Öğrenci o okula girdiği puanla eş değer bir devlet okuluna gitsin ama yine para ödesin” demek nasıl bir mantıktır? Aynı sınıftaki bir çocuk para ödüyor diğeri ödemiyor. Adı devlet okulu ise para almak anayasanın eşitlik ilkesine aykırı olmaz mı? Yeni kadro ile yine özel okul statüsünde devam edilir.

Hem Maide-8 ayeti “  Ey iman edenler! Allah için hakkı ayakta tutanlar ve adaletle şahitlik yapanlar olunuz. Bir kavme olan kininiz, sizi adaletsizliğe sevk etmesin. Adaletli olun, çünkü o takvaya daha yakındır. Allah’tan korkun” demiyor mu?

YURTLAR:
Yurt kapatmak yerine aynı mantıkla, yurda el koyar, yeni bir müdür atarsınız. Birkaç personel ile sorun çözülür. Yurt yine devletin olur ama devletin özel yurdu olur.

 Kurumlarla bir şekilde bağı olan insanları paralel diye adlandırmak hem toptancılık olur, hem de adil olmaz. Çoğumuz bu adamlar müslüman diye çocuklarımızı dershanelerine göndermedik mi?  Hatta imtihana girecek çocuğumu Şubat ayından itibaren dershaneye bile göndermedim. 13.4.2014 tarihinde MÜLAANE DEĞİL, AÇIK AÇIK BEDDUAMDIR diye http://ncocak.blogspot.com.tr/2014/09/mulaane-degil-acik-acik-bedduadir.html bu yazıyı yazdım.

Hala temizlenmemiş olan paralel kadrolar yeni personel arayışında yöneticilerin önüne yeni paralel insanları koyacaklardır. Bu konuda, parti farkı gözetmeden devlete yapılan bütün saldırılarda hükümetin yanında yer alan vatan ve millet sevgisi olan ülkücü kadrolardan istifade edilebilir.

Muhalefet benzer görüşleri dile getirince bunlar zaten muhalif denilebilir. Devamlı muhafazakâr medya yanlışları söylesin dedim. Söylenseydi iktidar bu kadar hataya düşmez, bu yanlışlar yapılmazdı. Görüldüğü gibi her şeyi alkışlayarak iktidarı darbe girişiminden korumak mümkün olmuyor. Korumak yanlışları söylemekle olur.

Bu kadar emniyet, ordu, istihbarat kaynakları olan devlet, bu Fetö denilen örgüt bizi kandırdı derse, onun dershanesine çocuğunu gönderen vatandaş, biz de kandırıldık dediğinde ne diyeceksiniz?

26.7.2016












23 Temmuz 2016 Cumartesi

DARBENİN ANATOMİSİ

Eğri oturalım ama doğru konuşalım. Dokuz köyden değil doksan dokuz köyden kovulsak bile bunu yapacağız.

Darbe değildi tabi, başarısız darbe girişimi dedik. Sonra düzeltme yaptık, kalkışma oldu adı. Bir çetenin ülkeyi ele geçirme çabası, yani bir isyan, yani “istemezük, hoşafın yağı kesildi” tavrı. Orada yeniçeriler yerli idi. Burada kıyafetine bakıp bizim askerimiz desek bile bunlar yabancı askerler.

Yabancı askerler çünkü kendi halkına ateş ediyor, kendi meclisini bombalıyor, Türk Bayrağına ateş ediyorlar. Ediyorlar, lakin sembolü Türk bayrağı olan ülkeyi yönetmeye kalkıyorlar. Bunlar bizim askerimiz değil, bunlar düşman askeri.

Olsun bizim geleneğimizde var, ordu darbe yapar. Ben de dahil hepimiz ilk dakikalarda ordu bildiğimiz darbeyi mi yapıyor yoksa birileri isyan mı ediyor diye anlamaya çalışmadık mı? Peki, ordu darbe yapıyorsa ne yapacaktık?

Şimdi kanallar gün boyu saat 16:00’dan itibaren neler oldu onları veriyor. İsyan 15 Temmuz günü işte tam o saatte aniden başladı çünkü. Bu insanlar, bu ülkede yaşamıyordu. Tam o saatte aniden uzayda bilinmeyen bir yerden ışınlanmıştı.

Her olayda olduğu gibi sonuç ile ilgileniyoruz. Sebepler kimseyi ilgilendirmiyor. Elin gâvuru kendi ülkesi değil, Dünya için 50-100 yıllık planlar yaparken, biz başımıza gelen musibetlerin sebebini merak etmiyor ve tartışmıyoruz.

“Meclis bombalandı, özel harekât polislerinin karargâhı bombalandı, sivil halka ateş açıldı, tanklar içindeki insanlarla birlikte araçları ezdi” deniyor. Evet, bunların hepsi yapıldı.

Herkes birbirini suçluyor, sen sebep oldun diye. Hâlbuki isyan 30-40 yıl önce başlamış. Gümbür gümbür gelmiş. Şimdi sadece suçu başkasına yükleme çabasında insanlar. Bu süre içinde ülkeyi yönetenlerin hepsi sorumlu.

12 Eylül’de darbe yaptı Kenan Evren, “silahlı kuvvetler yönetime el koydu” diye açıklama yaptı. Aslında yönetemiyordu. Yönetenler ülkeyi yönetiyor, o da yönettiğini sanıyordu. Bu güne kadar gelen bütün yöneticiler böyle oldu. Kürsüde kadınların başörtülerini gündem yapan konuşmalar yapıyordu. Ülkenin ilerlemesinin önündeki tek engel kadınların başörtüsü idi.

Sonraki her iktidar döneminde isyancılar devletin damarlarına nüfuz ediyor. Devlet adeta kronik zehirlenme yaşıyor. Siyasi iktidarlar oy kaygısı ile görmezden geliyor. Siyaset üzerinde bütün ağırlığı ile çöküyorlar. Yine kimsede ses yok. Ekonomik güçleri var, medya güçleri var.

Asker bu arada tehlikeyi seziyor. Mücadele ediyor ama devletin damarlarındaki virüslerle değil. İslamı düşman olarak görüyor. Bütün müslümanlar potansiyel tehlike. 28 Şubat böyle geliyor. Atatürk adına, ne kadar müslüman varsa temizleniyor. Kemalizm bu idi çünkü. Kimse demiyor ki, dinini tam bilmese bile çoğunluğu müslüman olan bir ülkede islamla mücadele etmek nasıl bir mantıktır.

Bu arada muhtemelen gerçek dindar, vatan ve millet sevgisi olan subaylar ordudan atılıyor. İfşa olmasın diye gözleri ile ima yoluyla güya namaz kılan, içki içen, virüsler yerlerinde kalıyor. Hâlbuki asıl tehlike bunlardı.

Vatandaş askerinden soğuyor. Ordusu için dinsiz demeye başlıyor. İşte virüsün yayılmasına uygun bir ortam. Kaygısı din olmayan her türlü cemaat ve tarikat bu defa vatandaşın beynine nüfuz ediyor.

Fetullah Gülen diye bir “hoca efendi” var, müslüman gençler yetiştiriyor. Bunlar yarın devlet kadrolarında yer alacak. Namaz kılan bir Cumhurbaşkanı, namaz kılan bir Genelkurmay Başkanı olacak. Kulağa hoş geliyor.

Başlangıçta, devleti devlet gibi yöneten idareciler olmadığı için ve hedef yanlış seçildiği için istihbarat örgütlerimiz de virüslerle ilgili çalışma yapmıyor. Her yönetim kadrosunun kendisine göre belirlediği bir düşman var. Birinin düşmanı islam, diğerinin düşmanı dinsiz devlet. Başında “milli” ibaresi olan istihbarat örgütümüz ABD ve İsrail istihbaratına dönüşüyor. Artık isteseniz de doğru bilgi alamazsınız.

Tanrı yerine koydukları adam rüyasında Peygamber Efendimizi görüyor, ondan talimatlar alıyordu. Ağlayarak salya, sümük “rüya değil Resulullah karşımda temessül ( cisimlenme ) etti” demeye başlıyor. Artık Peygamber Efendimizle yüz yüze görüşme başlıyor.

Bu arada biz yazıyoruz. Bari Kuran okuyun, söylenenlerin Kuran’a ters düştüğünü göreceksiniz. Gerçek hoca ile sahte hoca farkını görsünler diye. Bu defa Şeyhleri tarafından uydurulmuş sözleri din yerine koyan güruh saldırıyor. “Sen Peygamberi reddediyorsun, Kütüb’i Sitte’yi reddediyorsun “diye. Uyandırmak için örnek verdiğimiz sözlerin Kütüb’i Sitte’de olmadığını dahi bilmeden. Bunlar da şeyhini tanrılaştıran başka bir güruh. Hatta Kuran okuyun dediğimiz için “kâfir” diyenler bile çıktı. İslam tarihinde bir ilktir bu.

Bir grup uyduruk sözlerle islamı yaşıyor, diğer grup tanrısının direktifleri ile ülkeyi ABD’ye bağlamanın mücadelesini veriyor. İkisi de ülke için potansiyel tehlike. Etki tepki olayı. Dini yasaklamaya kalkarsan, naylon dinler türer.

28 Şubat’ın külleri üzerine bina edilen bir parti iktidara geliyor. Çok insan başında Erdoğan’ın olmadığı bir seçimde bu partiye oy veriyor. Yani diyorlar ki “ben sisteme tepkiliyim.”

Sonradan Erdoğan liderliğinde yönetim başlıyor. Çok iyi şeyler yapılıyor millet ve ülke menfaati için. İktidar devam ediyor sonraki seçimlerde. Bu defa liderini kutsallaştıran seçmenler doğuyor. Ancak bu parti kurulmanın akabinde iktidar olduğu için kadroları yok veya yetersiz. Kadrolaşmak istiyorlar.

Devletin damarlarındaki virüsler bu kadroları sunuyor Başbakana. Mantıklı geliyor, namazında niyazında insanlar, bunlardan zarar gelmez diye düşünüyor sanırım. “Ne istediler de vermedik” sözü bu dediklerimiz anlamak için ışık tutuyor bize.

Aklınıza gelen her bakanlık, her kurum “cemaat” denilen yapının kontrolünde artık. İmtihanları onlar yapıyor, soruları onlar hazırlıyor. Hazırlamak yetmiyor kendi elemanlarına soruları veriyor. Daha önce belki %50 “cemaat” kontrolünde olan kurumlar şimdi tamamen onlara teslim.

Artık Erdoğan istese de doğru şey yapamaz. Müsteşarlar paralel, danışmanlar paralel, medya paralel, bakan paralel, yaver paralel. Yani şah damarına girmişler Erdoğan’ın.

Buradan sonrası önemli. Kör bir Erdoğan düşmanlığı güdenler de Erdoğan’ı kutsallaştıranlar da iyi okumalı bence.

28 Şubat döneminde toplum zaten kutuplaşmıştı. Şimdi Erdoğan veya Ak parti toplumu kutuplaştırdı diyenler işlerine gelmediği için bunu görmüyor. Bir tarafta Kemalizm adına din düşmanlığını destekleyenler, diğer tarafta yıllarca zenci muamelesi gerenler. Burada zenciler haklıydı.

Bu psikoloji içindeki toplum Ergenekon, balyoz v.s denen garabetle karşılaştı. Olması gereken oldu. Kendilerine zenci muamelesi yapanlar yargılanıyordu. Kimden yana olmaları gerekirdi? Haliyle devletten yana, yargıdan yana olmalıydılar, öyle de oldu. Bir şey vardı gözden kaçan, devlet dedikleri yapı aslında devlet değildi.

Genelkurmay Başkanına çete kurdurdular. Kimse itiraz etmedi. Biz dedik mesele sulandırılıyor, eğer darbeci ise bu askerler darbecilikten yargılayın. Bir Genelkurmay Başkanının çete kurmasına ihtiyacı yok ki. Kenan Evren çete kurarak mı darbe yaptı? Çete tabiri cazip geliyordu, bir aşinalık vardı bunu yapanlarda. Dedik ya, bunları yapan devlet değildi, bir çete idi. Onun için her karşı olan insanı, çete mensubu olarak ilan ediyorlardı.

Seçmen alkışlıyor. Normaldir, liderleri taraftı çünkü. Muhafazakâr medya denilen medya kayıtsız şartsız destek veriyor. Bir iktidar kendisini destekleyen medya yoksa ayakta kalamazdı elbet. Ama destek olan medya tehlikeyi görüp uyarma görevini de yapmıyor. En azından iktidarın devamı için, yanlışlardan dönülmesi için.

Medyanın bir kısmı, devlete ve kendilerine karşı olan ordu mensuplarına savaş açan çetenin kendisiydi. İleride yapacakları her türlü darbe veya baskın için temizlik yapıyorlardı. Girdikleri her kurumu tamamen ele geçirme taktiği ile saldırıyorlardı.

Askeri casusluk davasında 300-500 subay casus olarak yargılanıyordu. Türk tarihinde askeri casusluk olayına belki bir veya iki defa rastlanmışken, nasılsa bu kadar subay veya askeri personel bir anda casusluk yapmıştı.

Bahsettiğim bütün konular hakkında yazılar yazdım. Eğer bu yazıların linklerini verecek olursam bir sayfadan fazla yer tutar. Muhafazakâr medyaya yanlışları yazın, sosyal medyada yanlışları söyleyin, iktidar hata yaptığını anlasın dedik.

Paralel olmayan medya mensupları için de para hırsı ve uçakta masa etrafında oturmak, şöhretli olmak duygusu vatan ve millet sevgisinden öndeydi. Yazılarına, karşı yazılarla cevaplar verdim ya cevap bile vermediler, ya da “abi üslup çok sert” dediler.

Erdoğan, hakkında yazılanları gördükçe, sonsuz bir özgüvene kapıldı. Yağcı medya, kriptoları gazetelerine yazar yapıyor, Baykal devrilmese hala yanında olacak adamı televizyonlara çıkarıyor. Birkaç gün sosyal medyada Atatürk’e söven sonra “cumhurbaşkanım beni yanına al” diyen yağdanlık bakıyorsunuz muhafazakâr medyada yazar olmuş.

Son zamanlarda yaklaşan tehlikeyi gördükçe, madem iktidardan yanasınız, göreviniz onu korumak, yanlışları söyleyin ki görevinizi yapmış olun. Hatta aldığınız paranın hakkını verin bile dedim.

Soruyorum şimdi, aldıkları paranın hakkını verdiler mi? Destekledikleri iktidarın yönetimindeki ülkenin hali bu ise eğer. Biraz gözden düşen bu medya mensupları, köşe kapmak uğruna kavgaya bile tutuştular. Arpa ne kadar kutsal değil mi?

Devlete sahip çıkmak yerine toplumu kutsal lidere inandırdılar. Ak parti yapıyorsa doğrudur kıvamına geldik. Şeyhim, hocam diyorsa doğrudur, ayete ters düşse bile diyenlerden farkı ne?

Bir ABD projesi olan çözüm ile ilgili yazdık, sosyal medyada “sen ne anlarsın” diyenler oldu. Bunlar dünkü çocuklardı. Yağcı medya onlara doğru bilgiler veriyordu çünkü. Biz anlamıyorduk. Suriye politikası başta doğru gitti, Amerika politika değişti biz de değişelim dedik, “sen bundan da anlamazsın” dediler. 15 Temmuz akşamı emre uyan askerlere eziyet etmeyin, etkisiz hale geldikten sonra devlet yargılasın dedik, bak ateş ediyorlar dediler.

O gece kötü olaylar yaşandı elbette. Buna rağmen ceza verme görevi devlete aittir. Çünkü kalabalık halk o psikoloji ile masum insanların da canını yakabilir. Ne dediğimiz anlamadılar. Darbe görmeyenler tecrübeli ve biliyordu, biz bilmiyorduk.

11 Eylül 1980 gecesi nöbetçiydim. Kriptolu mesaj geldi. İlgili arkadaşı çağırdım. Mesajı çözdü ve komutanımıza gitti. Biraz sonra komutan geldi. “Topla milleti” dedi. Herkesi evinden kaldırdık ve toplantı yapıldı. Bizlere görevler verildi. Herkes birliğinin başına gitti ve bulunduğumuz küçük ilçe bir saat sonra kontrol altına alınmıştı.

Neden bunlar oluyordu komutanımız söylememişti. O dönem ülke çatışmalarla boğuşuyordu. Güvenlikle ilgili tedbirler alınıyordu herhalde. Mezun olalı iki yıl olmuştu. Tecrübesiz bir subaydım. Sabah olduğunda sokağa çıkmayın denildi vatandaşa. Öğlen vakti böbreğim ağrımaya başladı. İlaç almak için kışlaya döndüm. Küçük bir pilli radyom vardı onu da aldım. İnternet yok, cep telefonu yok, iletişim yok.

Dönüşte radyoyu açtım. Araçta şoförüm ve ben varız. Radyoda Genelkurmay Başkanımız “ordu yönetime el koydu” diyordu. Şoförüme evlat galiba darbe yapmışız dedim. Masum erler vardır dediğimde bana saldıranlar darbe görmüş, biz görmemiş cahilleriz tabi.

7 Şubat MİT krizi yaşandı. Erdoğan ne olduğunu anlamıştı artık. Ardından 17-25 Aralık geldi. İktidar ve Erdoğan hakkında ipe sapa gelmez şeyler uyduruldu. Yolsuzluk dendi. Yolsuzluğun olmadığı iktidar görmedim ben hayatım boyunca. Gören varsa söylesin.

Bu devlete karşı tankla, uçakla isyan olayını bize yaşatan kim şimdi? Başı Pensilvanya’da mukim, adına FETÖ denilen örgüt değil mi? Peki o günlerde Erdoğan hakkında kaset, belge diye ortaya dökülenleri kim çıkardı? Yine bunlar çıkardı. Yani Ergenekon, balyoz gibi uyduruk belgeler.

Şimdi soruyorum aranızda üzerinde Bilal Erdoğan yazan bir gemi gören var mı? Bir değil birden fazla “gemicik” olayı uyduruldu. Kuzu gibi herkes buna inandı. Bunu okurken bile itiraz ediyorsunuz şimdi biliyorum. Yok mu diye sorabilirsiniz. Bunu vatan haini isyancılara sorun, size gemicik göstersinler.

Ayakkabı kutuları çıktı ortaya. Halkbank’a operasyon çekildi. O günlerde, 2012 yılında ABD senatosunda senatörler teklif sunuyor. “Halkbank, İran’a uygulanan ambargoyu deliyor, yaptırım uygulansın” diyorlar. Hürriyet gazetesindeki haberin ekran görüntüsünü bile verdim yazıda. Ama aklımızda standart ölçülerde, turuncu renkli ayakkabı kutuları kaldı tabi.

Bir başbakan dinlendiğini bildiği telefonda oğluna “paraları sıfırladın mı” diyor. Sonra da oğlum bu telefon dinleniyor diyor. Kimse demedi, hem dinlendiğini biliyor, hem de neden bu telefondan bunları oğluna söylüyor, salak mı bu adam? Hala akıllarda bunlar duruyor, bir yandan da cemaat denilen ihanet örgütünün isyanında tankın önüne yatıyoruz.

Toplumun bir bölümü isyanın başarılı olması için dua etti, başarısız olunca da üzüldüler. Diktatör dedikleri adam devrilmemişti. Devrilmedi ama suçlular mahkeme önüne çıkarılıyor. Kelle kesen yok. Ama yine de diktatör. Bu yalanlarla uyutuldu insanlar.

15 Temmuz günü Mit müsteşarını arayan Cumhurbaşkanı ona ulaşamıyor. Müsteşar, Genelkurmaya gitmiş, durum ciddi hal almış. Ama ne hikmetse kendisine ulaşamıyor Cumhurbaşkanı. Eniştesinden öğreniyor. Başbakan, “eş dost haber verdi” diyor. Hâlbuki müsteşar, tuvalete bile telefonla gider veya gitmeli. Ne demek ulaşamamak.

Genelkurmayımız vaziyeti anlayınca birliklere emir veriliyor, “uçak kalkmayacak, birliklerdeki hareketlilik duracak.” Adamlar odasına girmiş, kafasına silah dayanmış, birliklere emir veriliyor. Emir dinleyecek adamlar isyana kalkar mı?

Cumhurbaşkanı helikoptere binerken pilotlara soruyor, “dürüstçe söyleyin kimden yanasınız.” O psikolojiyi düşünün önce. Belki de havada kendisini aşağıya atacak pilotların kullandığı hava aracına biniyor.

İsyan tek başlı değildi. Pensilvanya örgütü var, Erdoğan nefreti olan, muhtemelen islam düşmanı olan Kemalistler var, başarılı olunursa ikbal bekleyen, hiç ölmeyecek gibi dünyaya kazık çakacağını sanan hainler var.

15 Temmuz gününün kronolojik sıralaması ile isyana bakmaya gerek yok. Baksanız ne olacak ki? Bütün ülkeyi ayakta uyutan bir çete var, bir de uyan bir ülke var.

Bütün bu oyunlar Erdoğan üzerinde oynandığına göre, bu andan itibaren Erdoğan hariç bütün insanlar paralel çıkabilir. Bana sorulsa şu insan paralel mi diye, Erdoğan paralel değil ama bunları bilmiyorum derim.

23.7.2016









9 Temmuz 2016 Cumartesi

TERÖR ÖRGÜTLERİNE İNSAN KAYNAĞI NASIL ÖNLENİR (2)

Yazdıklarımızın daha iyi anlaşılması için ulema ile sorunumuz olmadığını bir kere daha tekrarlayalım. “Peki, sünneti ve hadisi yok sayıyorsan nasıl namaz kılacaksın” diyenlere;

Nisa-13 “Bu hükümler Allah’ın sınırlarıdır. Kim Allah’a peygambere itaat ederse….” Tevbe-63-64 “Bilmiyorlar mı ki, kim Allah’a ve resulüne karşı gelirse muhakkak ki ona içinde ebedi kalınacak cehennem ateşi vardır” ve Enfal-20” Ey iman edenler! Allah’a Resulüne itaat edin” ve yine, Enfal-27”Ey iman edenler! Allah’a ve Resule hainlik etmeyiniz” diyen ayetleri hatırlatalım. Onlar da bizim Hadis ve sünneti yok saydığımızı söylemeye devam etsinler.

Kuran okuduğu halde, Peygamberimizi yok sayanlar gaflet içindedir. Peygamberimize söylemediği şeyi söyletenler de fitne peşindedir. Hadiste israiliyat, tefsirde israiliyat yok deniyorsa bizim de diyecek bir şeyimiz yok.

Ulema fetva vermiş. Eğer efendimiz söylese, böyle derdi babından. Efendimizin Kuran’a aykırı söylediği bir şey var mı? Eğer yoksa ki yok, Kuran’a aykırı fetvayı nasıl vermişler diye sorgulamak “aklınızı kullanın” manasında ayetlere ters düşer mi?

Dinimiz Kuran’dan alınan bir tek ayetten ibaret değil. Eğer ulema böyle dedi diyerek bir tek ayetle müslüman olmaya kalkarsak hepimiz birer canavara dönüşürüz, tıpkı canlı bombalar gibi. Hele o ayetin önünde ve arkasında olan ayetler okunmadan tek başına okunursa. Hadis ve sünnet Kuran ayetlerinin nasıl anlaşılacağına dair Efendimizin söz ve davranışlarıdır. Küllünü birden ele alıp dinin ruhunu anlamak lazım.

Peygamber Efendimiz veda hutbesinde “İnsanlar "la ilahe illallah" deyinceye kadar onlarla cihad etmek üzere emrolundum” buyurmaktadır. Dikkat edilirse “kıyamete kadar müslümanlar emrolundu” demiyor. Neden demiyor, çünkü kendisi vahiy ile hareket ediyor. İnsanlar öyle mi hareket edecek? Bunu da buyuruyor zaten.

"Dikkat ediniz! Şu dört şeyi kesinlikle yapmayacaksınız: 1.Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmayacaksınız. 2.Allahın haram ve dokunulmaz kıldığı cani haksiz yere öldürmeyeceksiniz. 3.Hırsızlık yapmayacaksınız. 4.Zina etmeyeceksiniz.” Biz böyle miyiz?

Al-i İmran-78” “Kitap ehlinden öyle bir güruh da vardır ki, siz onu kitaptan sanasınız diye, dillerini kitaba eğip bükerler. Hâlbuki o kitaptan değildir.”Bu Allah katındandır “ derler. Oysa o Allah katından değildir.”” Kuran ayetlerini eğip bükerek Amerika’nın petrol savaşına yardım eden, insanları canlı bomba yapan, çoluk çocuk katlettiren halife bozuntusuna bu yetki verilir mi hiç?

Bu insanlara, hangi yetki ile öldürüyorsun, hangi yetki ile insanları evinden, yurdundan ediyorsun diye sorulmayacak mı? Bize hemen Bakara suresini, Tevbe suresini oku diyorlar. Başka okuyan yok ya, bir tek kendileri okuyor.

Okuyanlar bilirler ki, ya Resulullah’a sorulan sorulara cevap olarak birçok ayet nüzul olmuş, ya da ayetlerin anlaşılması için sorulan sorulara Efendimiz cevap vermiştir.

Bakara-190 “Size savaş açanlarla Allah yolunda çarpışın. Fakat haksız saldırıda bulunmayın. Çünkü Allah, haksız saldırıda bulunanları sevmez “ diyen ayetle sonraki Bakara-191”Onları nerde yakalarsanız öldürün. Ve sizi çıkardıkları yerden onları çıkarın” ayeti Hudeybiye anlaşması neticesinde Müslümanların efendimize sorduğu soru üzerine nüzul olduğunu Beyzavi’nin rivayetinden de anlıyoruz.

Müslümanlar “ya Resulullah, gelecek sene de müşrikler anlaşmayı bozar, bizimle Harem dâhilinde çarpışırsa ne yapacağız” derler. Çünkü daha önce Müslümanlar müdafaa şeklinde bile olsa savaştan men edilmişler, her ne olursa sabır ve anlaşmaya memur edilmişlerdi. İşte bu ayetlerle bu yasaklama kaldırılmıştır.

Savaşmanın serbest bırakılması durumunda bile “Fakat haksız saldırıda bulunmayın. Çünkü Allah, haksız saldırıda bulunanları sevmez” diye ikaz edilmişlerdir. Size Irak ve Suriye’de çocuk katline kadar varan bombalama ve yurtlarından çıkarılma olayı, haklı saldırı gibi mi görünüyor?

Savaş ancak Allah yolunda, hak yolunda, hak uğrunda yapılmalıdır. Güya fitneyi defetmek maksadıyla, kendilerine öğretildiği gibi, Tagut kabul ettikleri müslüman katlinden başka maksada dayanmayan savaş, daha büyük fitneler icat eder. Etti de nitekim.

İslam dininde ilk emirlerden itibaren müdafaa hakkı meşru olmuştur. Eğer ihtiyaç olursa Allah yollunda olmak kaydıyla taarruz hakkı da meşrudur. Allah yolunda olmak kaydı harbin esasıdır. Müslüman, harbi bile güzel gösteren meşruluğun dışına çıkarak saldıramaz. Aksi halde Rabbimiz “fakat haksız saldırıda bulunmayın. Çünkü Allah, haksız saldırıda bulunanları sevmez” diye buyurmazdı bize.

“Başlangıçta savaşa müsaade edilmemiş olmasının sebebi Müslümanların zayıf durumda olmalarıdır. Bu durumda savaş ancak felaket getirirdi. Resulullah’ın Medine’ye hicreti ve Müslümanların biraz güçlenmesi üzerine savaş meşru kılınmıştır. Lakin bir şartla. “Harbe iktidarı olmayan kadınlar, çocuklar, yaşlılara dokunmayın” diye buyurulmuştur. Bu emre aykırı hareket zulümdür. Zulmedenleri ise Allah sevmez.

Bu konuda Mehmed Vehbi “ bu ayette evliya-yı umur için iyi bir ders vardır. Zira Vacip Teala ehli islamın azlığını ve mühimmatın noksanlığını nazarı itibara alarak mukatele edenlerle mukatele etmeyi, mukatele etmeyenlere tecavüz etmemeyi emretmiştir. Eğer ehli islamın zaafı zamanında mukateleyi emretmiş olsaydı, islamın adayı din ile muharebeye tahammülü olmadığından inkirazına badi olurdu. Şu halde islamın işi başında bulunan zevat için bu esaslara dikkat etmek ve daima düşman ile ehli islamın kuvvetini mukayese edip mukabele-i bilmisle sa’yeylemek mühimden olduğuna ayeti celile delalet eder” der.

Yani zayıf zamanda güç dengesini gözetmeden savaşa meyledilseydi müslümanlar kırılır, islam dini son bulurdu.

Eline kâfir tarafından verilmiş silahlarla, kâfir tarafından verilmiş kamyonetlerle sırtını kâfire verip, silahlarını Müslümanlara doğrultan ve “Harbe iktidarı olmayan kadınlar, çocuklar, yaşlılara dokunmayın” emri hilafına saldıranlar hangi cihaddan bahseder anlamak mümkün değil.

Ey ahmaklar sürüsü, eğer kendi emellerine hizmet etmeyecek olsan, kendisi ile savaşman için sana o silahları kâfir verir mi? “Al bu silahları beni vur” diyecek aptal, beyinsiz kâfir yok dünyada. Dininden, diyanetinden haberi olmayan, şeyhinin emirlerini din sayan sizin gibi ahmaklara din kardeşlerinizi katlettiriyorlar.

”Onları nerde yakalarsanız öldürün. Ve sizi çıkardıkları yerden onları çıkarın” ayeti haram ayda ve Haremi şerifte savaşmayı hoş karşılamayan Müslümanların, peki önümüzdeki yıl da bizi Mekke’ye sokmazlarsa ( Hudeybiye anlaşması) sorunsuna cevaptır.

Bu durumda siz de yer ve zamana bakmadan onlarla savaşın ve bulduğunuz yerde öldürün ve sizi nasıl Mekke’den çıkardılarsa siz de onları çıkarın diye verilen izindir. Şeyhlerin, sahte halifelerin Tagut diye tanımladığı namaz kılan, oruç tutan insanları çocuklara, kadınlara varıncaya kadar öldürün diye verilen bir izin değildir. Kim namaz kılan, oruç tutan, inandığını söyleyen bir insanın Tagut olduğuna karar verebilir? Halifenizin elinde iman ölçer alet mi var? Asıl Tagut, müslümanı müslümana kırdıran, halife dediğiniz adamın kendisidir.

Hac veya umre ziyareti yapmak istediniz de size engel mi olundu? Mekke’de, Medine’de hem de Mescid-i Nebevi yanında bombayı neden patlattınız? Kutsal şehrimiz Mekke’ye, Peygamber Efendimize saygınız da yoksa siz neyin Müslümanısınız diye sormak hakkımız değil mi?

Tevbe suresi 14ve15’nci ayetleri bize delil olarak gösteriyorlar. ” Onlarla savaşın ki Allah,  ellerinizle onların cezasını versin. Onları rezil ve rüsva etsin. Yardımıyla sizi onlara muzaffer kılsın. Müminler topluluğunun yüreklerini ferahlandırsın. Ve kalplerindeki öfkeyi gidersin. Allah dilediğine tevbeyi nasip eder” diyen bu ayetleri de tek başına alıyorlar.

Önceki ayetlerle birlikte ele alınınca dinin kapsadığı mana bakımından şartlar oluşmadan savaşmak gerektiği anlamını çıkarıp, insanları canlı bomba yapanlar ya da müslümanın üzerine sürenler aslında ne yaptığını biliyor. Kâfire hizmet.

Bundan önceki ayetleri buyurun okuyun, bu ayetleri delil göstermeyip, filan şeyh bunu dedi, falan ulema şunu dedi diyerek onların uyduruk fetvalarını mı göstereceğiz? Kim Allah’ın emirlerinin üzerinde fetva verebilir ki?

Tevbe-9---Allah’ın ayetlerini az bir çıkara değiştirdiler. Gerçekten bunlar fena şeyler yaptılar.

Tevbe-10--- Bir mümin hakkında ne bir yemin gözetirler, ne de bir antlaşma. İşte bunlar haddi aşanların ta kendileridir.

Tevbe-11--- Eğer Tevbe ederlerse, namazı kılar, zekâtı verirlerse din kardeşleriniz olurlar. Biz ayetleri bilen kavme açıklarız.

Tevbe-12--- Eğer verdikleri sözden sonra yeminlerini bozar ve dininize dil uzatırlarsa, küfür öncülerini hemen öldürün. Çünkü onların yeminleri yoktur. Ola ki saldırgan tutumlarına son verirler.

Tevbe-13--- Yeminlerini bozan toplulukla savaşmaz mısınız? Onlar peygamberi yurdundan çıkarmaya azmettiler. Ve ilk önce size saldırmaya onlar başladılar. Yoksa onlardan korkuyor musunuz? Kendisinden korkmanıza Allah daha layıktır. Eğer inanıyorsanız.

Bu ayetlerde o müşrikler yani sözünde durmayan, yeminlerini bozan müşrikler için Allah katında ve Resulü katında bir ahit bulunamaz. Ancak Mescid-i Haram yakınında kendileri ile antlaşma yaptıklarınız müstesna deniyor. Bunlar size dürüst davrandıkları sürece siz de onlara dürüst olun deniyor. Çünkü “Allah müttakileri sever”

Yok, eğer sözlerinde durmaz yeminlerini, ahitlerini bozarlar, sizi küçük düşürmeye, sövmeye, saldırmaya kalkarlarsa o zaman onların öncülerini, ileri gelenlerini öldürün dendiği açıktır.

Devamında siz onlarla nasıl savaşmazsınız ki, ilk önce saldırmaya onlar başladılar, Peygamberi yurdundan çıkarmaya azmettiler. Eğer onlardan korkuyorsanız korkmayın, asıl Allah’tan korkun diye ikaz ediliyor insanlar.

Bunu önce Mekke’de yapmak istediler. Hicret emrolundu. Peşini bırakmadılar daha sonra Medine’den de kovup çıkarmak istediler. ( Merak edenler Enfal suresi 30’ncu ayetin tefsirine baksınlar.) Belki biraz da tehdit var, nasıl olur korkar, Peygamberinize yardım etmezsiniz denmekte.

Şimdi, bu ayetler açık açık burada dururken, birileri çıkıp benim müslüman kürt kardeşimi başka müslümanlara saldırtıyorsa kabahat kimin? Birileri çıkıp ayetleri cımbızlayarak müslüman gençlerini cihad yaptığına ikna ediyorsa kabahat kimin?

Devlet bu işe el atmalı, insanlar dinini doğru olarak öğrenmelidir. Ancak bu sayede başkalarına hizmet etmekten kurtulur gençliğimiz. Doğruları söylediğimizde hocaları, şeyhleri, papazları ne diyorsa onu söylüyorlar. İşte ayet burada dediğimizde “hocam diyorsa bir bildiği vardır” cevabını alıyoruz. Yani hocaları Allah’tan iyi biliyor. Yani onlar hocalarının dinine iman ediyorlar, Allah’ın dinine değil.

Gençlik doğruları öğrenirse, “kâfir bana silah verip kendisine saldırtmaz. Cihad yapıyorum ama hep müslüman katlediyorum, bu işte bir terslik var” diye düşünür.

Uydurma fetvalarla savaş olmaz. Hele müslümanlar, küffar karşısında bu kadar zayıfken. Yukarıda ayetlerle açıkladığımız gibi bu ancak müslüman kırımı olur. Bakmazlar mı etraflarına kendilerine cihad diye yutturulan bu savaşta hiç ölen kâfir yok.

Bir grubun başında uyduruk bir halife, kim halife tayin ettiyse! Ellerinde roketler kâfirden, silahlar kâfirden, mühimmat kâfirden, kamyonetler kâfirden ama kâfirle savaşıyorlar.

Diğer grubun başında dağda yaşayan, Müslüman bile olmayan ermeni kalıntısı domuzlar. Gençlik demiyor ki, “ben W ve Q harfleri için, eşit olmadığımı söyledikleri için savaşıyorum. Ben müslümanım ama Müslümanları katlediyorum. Bebek, kadın demeden öldürüyor, ahiretimi yok ediyorum. Bu nasıl Müslümanlık. Demiyorlar, çünkü dinlerini bilmiyorlar.

Rabbimiz bize şöyle diyor. E fela ta’kilun. Yani, hala akıllanmayacak mısınız?

9.7.2016

Kaynaklar:
Elmalılı Hamdi Yazır (Tefsir)
Hülasat’ül Beyan Fi Tefsiril Kuran(Tefsir)
Kütübi Sitte






7 Temmuz 2016 Perşembe

TERÖR ÖRGÜTLERİNE İNSAN KAYNAĞI NASIL ÖNLENİR?

Süleyman Demirel’e sordular “ saltanat ve halifelik kaldırıldı ama bunları gerçek olmayan bilgilerle bu şekilde kötülemek gerekli miydi?” Demirel’in cevabı çok manidardı. “Kaldırdığımız bir şeyi kötülemek zorundaydık.”

Bu tür gerçek olmayan fikirlerle bazılarının beyni yıkandı ve bunun böyle olmadığını söyleyen insanlarla kutuplaşma yaratıldı. Bu birinci kutuplaşma cihetimiz.

Biz devletin hata yapmadığını söylemiyoruz elbette yapılmıştır. Ancak değişen dünya şartlarına ve coğrafyamızın aldığı şekle göre devlet bu hatasını görmüş ve düzenleme yoluna gitmiştir. Bu arada atı alan Üsküdar’ı geçti ve batı ülkeleri bu hatayı aleyhimize kullandı. Kürt milliyetçiliğini körükleyerek kutuplaşma yaratıldı. Bu ikinci kutuplaşma cihetimiz.

Artık bütün dünya biliyor ki coğrafyamızda kan döken Işid denen terör örgütünü Amerika, İngiltere, İsrail kurdu ve finanse etti. Doğru öğretilmeyen, dini bilgilerden yoksun kalan gençler de bu örgüt için kaynak olarak kullanıldı. Bu da üçüncü kutuplaşma cihetimiz.

Birinci kutuplaşma için çok şey yazdık. Tarihe mal olan insanlar hayatta değildir, onlar da hata yapmış olabilir. Hataları konuşalım ama hayatta olmayanlara hakaret etmeyelim ki birlikte yaşama şansımız olsun.

Diğer grup da materyalist dünya görüşünü bir diğerine dayatmasın. İki grubunda gidecek başka ülkesi yoktur. Tek devletimiz vardı, o da bu devlettir.

İkinci kutuplaşmamız Kürt milliyetçiliği üzerine. Kürtlerin içinde Müslüman olmayan Zerdüşt, bizim Kürt zannettiğimiz Ermeni kalıntıları ve yabancı güçler vardır. Bunları dışarıda tutarak, Müslüman Kürtlerin nasıl terör örgütüne malzeme olmasını önleriz onun üzerinde kafa yormamız gerekir.

Üçüncü kutuplaşma sınıfında din duyguları kullanılan gençleri bu örgüte malzeme yapmamak için ne yaparız bunu düşünmemiz gerekir.

Bu her iki grup için de mutlaka doğru bir din eğitimi gerekir. Tabi önce o gençlere doğru bir eğitim verecek din adamlarına bakmak lazım. Esas sorun, toplumu kutuplaştıran din adamlarının aynı kitabı okuyup, farklı farklı yönlendirmesi olsa gerek.

Müslümanın, Kuran’ın emrettiği şartlar dışında hiçbir şekilde öldürmeye yetkili olmadığını öğretmek gerek. Tabi Kuran’ın emrettiği şartlar da doğru öğretilmeli. Her kafasına esen mezhebine göre bir kural koymamalı. Mezhep din değildir, din Kuran’dır, din Peygamber Efendimizin sünnetidir, hadisidir. Biz Kuran okuyun deyince hemen birileri çıkıp “sen Peygamberimizi yok mu sayıyorsun diyor.”  Kuran okuyan insanın yok sayması mümkün mü?

Kuran okuyan bir insan  Al-i İmran-31 “De ki; Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin suçlarınız bağışlasın.”  Yahut  Al-i İmran-32 “De ki, Allah’a ve peygambere itaat edin. Eğer aksine giderlerse, Şüphe yok ki Allah kâfirleri sevmez.” Diyen ayetleri okumadan mı geçecek? Daha çok sayıda Efendimize itaati emreden ayet var.

“Namaz kılmayanın cezası ölümdür “ diyen bir ilahiyatçıyı kimimiz destekledik kimimiz karşı çıktık. Şafii mezhebinde böyle bir ceza varmış, Hanefi mezhebinde yokmuş. Kimse demedi Kuran ne diyor bu konuda. Eğer Hadis ve sünnette söylenenler arasında çelişki varsa müracaat yeri bellidir. Kuran’a uyuyor mu diye bakmak gerekmez mi?

Böyle söyleyince de yine “sen sünneti reddediyorsun” diyorlar. Kimsenin reddettiği falan yok, sadece sünnet mi değil mi diye bakalım diyoruz. Kuran’a uymayan sünnet, sünnet değildir. Hadis istiyorsanız buyurun hadis.

“Allah Resulü her garip kaldığında Ali’nin yanına gider öylece yüzüne bakarak derdi ki “ Ali’ye bakmak ibadettir”  Kaynakları da bunlar. (1) Tabarani Mu’cemi’nde 18/109 2) Hakim Müstedrek 3/141 (3) Ebu Nuaym Hılyetu’l-Evliya 2/182 (4) El-Mevdua’t 2/126 (5) El-Fevaid’il-Mecmu’a Fi’l-Aha’dis’il Mevdua sayfa 359 (6) Mizanu’l-İtidal 3/236 (7) Es-Silsiletu’d-Daife 4702 8) Tarihu’l-Dımışk 42/350 (9) Tabarani El-Kebir’de 10/176

Yine bu konuya örnek başka hadisler.

" Kadınlarla istişare edin, onlara danışın ve onların söylediklerinin zıttını yapın" (El- Makasıdul Hasene: 248 , Tezkiretul mevzuat :128, Tenzihuş Şeria : 2-204, Silsiletul Ehadis: 432)

Namazı bozan şeyler kara köpek, eşek, domuz ve kadındır. Sahihi Müslim, Salat 265; Tirmizi Salat 253/338 Ebu Davud, Salat, 110/720 

Bir kadın kocasından boşanırsa o kadına cennet kokusu haram olur (Kadınlara Dini Bilgiler, s. 61)

Bunların hepsi uyduruk hadislerdir. Efendimiz “boşanmak da benim sünnetimdir, ama en sevmediğim sünnetimdir” der. Kuran boşanmayı yasaklar mı? Elbette hayır, yasaklamadığı bir şey için kadına cennet kokusunu neden haram kılsın ki?

Kuran’a uymayan bir hadis veya sünnet söylendiğinde itiraz ettiğimiz durumda hemen bak kaynakları bunlar deniyor. Yazdığım hadislerinde kaynakları var. Biz kaynak yok demiyoruz. Uydurma hadistir diyoruz.

Bazı işgüzarlara göre Allah hüküm koymamış haşa aklına gelmemiş, Peygamber efendimize onu tamamlattırıyorlar.  İnsan hayatının söz konusu olduğu bir hükümde farklı uygulama olur mu mezheplere göre?

Had cezası kesin olarak Allah’ın hakkıdır. Kuran ve sünnetle belirtilmemiş cezalar ta’zir cezasıdır. Kuran’da belirtilmemiş had cezası da olmaz. Namaz kılmadı diye bu cezanın uygulandığı bir vaka bile olmadığı gibi, 600 yıllık Osmanlı tarihinde bile bir tek katl vakası yoktur.

Diyelim bir insana Şafii mezhebine göre bu cezayı uygulayacaksınız. Son anda adam dedi ki “dur kardeşim, ben mezhep değişiyorum. Hanefi mezhebine geçiyorum.” Ne yapacaksınız?

Bizim işgüzarlar “ olmaz değişemezsin, karar verdik kafa gidecek” derler mutlaka. Diğer tarafta Hanefi bir müslüman namaz kılmıyor ve kafa yerinde duruyor. Sizce Allah’ın böyle bir dini olabilir mi? Bir namaz konusunda bile anlaşamıyorsa âlimler, bu gençliğe doğru dini kim öğretecek?

Böyle diyerek burada keselim, yarın cihad ayetlerine bakalım. Okumayan gençlik yanlış yorumlarla nasıl kandırılıyor, nasıl ölüm makinası haline getiriliyor, bebeklerin bile din adına katlediği bir dini kim üretiyor anlamaya çalışalım ve çözüm arayalım.

7.7.2016








1 Temmuz 2016 Cuma

GÜVENLİK ZAFİYETİ

Ülke güvenliğinde bile ideolojimize göre yalan yanlış bilgilerle fikir söylüyor veya yayıyoruz. Hatta o bilgiyi yayanlar uydurdukları şeylerin bu kadar kabul görüp yayılışını gülerek izliyor olabilir. Bu durumu bildikleri için her yeni olayda, yeni yalanlar yayacaklardır.

Hal böyle olunca, okuyup anlattığını söyleyenlerin sayesinde, okumayan insanlar terör örgütlerine kaynak olmaya devam edecektir. Bir sonraki yazıda teröre nasıl kaynak olduğumuzu yazacağım inşallah.

Haber kanallarında defalarca verilmesine rağmen sosyal medyada, “o kadar arama ve cihaza rağmen o bombalar ve silahlar içeriye nasıl girdi diye soruyor vatandaş.” Çünkü birileri öyle yazdı, o birileri bunların idolü. Yalan söylese bile doğrudur.

“Ben havaalanını biliyorum, zafiyet var, o silahlar nasıl girdi diyorsa biri, bilin ki ya orayı bilmiyor yalan söylüyor, ya da toplumu manipüle ediyor.

Benzer bir olay anında daha hızlı reaksiyon göstermek için oradaki özel güvenlik ve polis konumları tartışılabilir. Ama güvenlik zafiyeti yoktu. Dışarıdan gelen insanların kontrol edildiği ilk nokta orasıdır.

Salonda böyle hadise yaşanmasın diyorsanız, hava limanı girişinde araçları durdurur ararsınız. Bu defa orada yığılma olur. Terörist orada patlatır bombayı. Yani her zaman bir ilk kontrol noktası ve yığılmanın olduğu yer olacaktır.

Yüzde yüz güvenlik diye bir şey yoktur. Hiçbir ülke bunu sağlayamamış, sağlayamaz.

Peki, güvenlik zafiyeti yoktu, ne vardı?

Kesinlikle istihbarat zafiyeti vardı. Terörist o noktaya gelmeden tespit edilmiş, etkisiz hale getirilmiş olmalıydı. Bilmem hangi devlet terör uyarısı yapmış. Hiç önemi yok onların. Yer ve zamanı bildirilmeyen istihbarat, istihbarat değildir.

Saçını bu uğurda ya ağartmış ya da dökmüş gazeteciler televizyona çıkıp güvenlik zafiyeti var diyor, dünya kadar para alıyor. Yani yalan söylemek için para alıyorlar.

Bu gibi kritik konumdaki yerlerin güvenliğini özel güvenlik değil polis sağlamalı. Her türlü saldırıda reaksiyon süresi ne kadar kısa olursa, zayiat o kadar az olacaktır.

Öncelikle özel güvenlik silahsız. Diyelim buna rağmen teröristi etkisiz hale getirdi. Hiçbir şey yapamaz çünkü yetkisi yok. Polisi arayacak ve gelmesini bekleyecek. Üzerinde bomba olan terörist kısa bile olsa bir süre beklemede kalacak. Kim üzerinde bomba olan adamı etkisiz hale getirip, onu tutarak beklemek ister?

Polis beklemeyecek mi o şekilde? Bekleyecek ama özel güvenlik gibi canlı haldeki canlı bombaya sarılarak değil. Kafasına sıkar, canlı bombanın cesedi başında bekler en azından. Tabi hümanist kardeşlerimiz bu fikre itiraz etmezse eğer.

Para alıp yalan söylemek yerine, bedava doğruları söylemek lazım ülkemizin selameti için. İsimlerimizin önüne TC yazmakla, ben türküm demekle, ben kürdüm demekle olmuyor maalesef. Madem bu ülke hepimizin diyoruz, öyleyse daha fazlasını yapmak lazım.

Mesela, okuyup bilgimizi çoğaltıp kimin doğru, kimin yalan söylediğini, kimin vatan haini olduğunu anlamakla işe başlayabiliriz.

1.7.2016