20 Temmuz 2018 Cuma

TARİKAT, CEMAAT VE DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI


Bu konu üzerinde neden ısrarla duruyoruz?

Kökü on yıllara dayanan işgalin, başımıza yağmur gibi musibet olarak yağdığını herkes yakin olarak müşahede etti. Bu gerçekle yüzleşme olmasaydı, yazdıklarımız belki din düşmanlığı olarak algılanacaktı. ( Pensilvanya kaynaklı ihanet şebekesini 2002 yılında yazan Necip Hablemitoğlu irtica deyince, aslında kendisini destekleyecek olan dindarlar bile karşı çıkmıştı. Tehlikenin tespiti doğru ama isimlendirme yanlıştı. )

Hâlbuki maksadımız dinimizi İslam olarak muhafaza etmek, Müslümanları fitneden korumak ve sahtelere karşı uyarmaktır. Bunu yaparken sahte dindar, dini siyasete alet edenler, laiklik adına dini yasaklayanlar diye ayrım yapmadık.

Yapmadık, çünkü dini yasaklamak veya Müslümanları devletin istediği nizamda müslüman yapmakla, dini yozlaştırmak isteyen dış kaynaklardan beslenen hoca kılıklılar arasında hiçbir fark görmedik. İslamda bir tek nizam vardır, İslamın kendisi. Devlete göre islam, hocaya göre islam, şeyhe göre islam olmaz.

Diyanet İşleri Başkanlığını, Osmanlıda meşihat makamlığınca Şeyhülislam eliyle yürütülmesinden ele alıp şimdiki haline gelinceye kadar geçirdiği evreleri uzun uzun anlatmaya gerek yok. Aslında laik bir devlette olmaması gereken bu kurumun, bizim laikliğimizin de hilkat garibesi olması nedeni ile kesin bir ihtiyaç olduğu kanaatindeyiz.

Başlangıçta Diyanet İşlerinin, icraatlarına bakınca, kuruluş gayesi devletin istediği kalıpta Müslüman yetiştirmek olarak görünüyor. “Laik müslüman” rejimin ideal olarak gördüğü tipti. Kıble tayini yapmak, namaz vakitlerini ayarlamak, camilerde ezan okutmak ve namaz kıldırmak, Cuma günleri hutbe okutmak. İhtiyaç olursa diye cumhuriyet ilkelerini sarsmayacak şekilde fetva verecek fetva kurulu oluşturmak.

Cuma hutbelerinde hocalar Kuran’dan bazı ayetler okur. Sonra Peygamber Efendimiz döneminden menkıbeler anlatırlar. Bu anlatılanlar hayatımızda uygulanması gereken kurallar diye algılanmaz bile. İnsanlar Malazgirt meydan muharebesi gibi dinler ve çıkardı camiden.

Bir şeyi yasaklarsanız cazibesi artar. Merdiven altına iner demiştik. Şeyhler ve hocalar din eğitimi vermeye başlar. Bu oluşumlar gittikçe büyük cemaatlere dönüşünce, bu insanların toplum üzerinde etkisinin arttığını gören toplum mühendisleri boş durmaz tabi.

İslam cemaate önem verir. Bir arada olmak, birlikte olan Müslümanların aralarında sevgi bağının oluşması, saldırı karşısında birlikte hareket etmek gibi faktörler daha ilk yıllardan beri tavsiye edilmiştir.

Cemaatle ilgili Rahmetli Prof. Dr. Esat Coşan hoca “İslam'da cemaatle beraber olunması tavsiye edilir. Cemaatle beraber olmak "hakla", "hakikatle" beraber olmaktır! Tek başına olsa bile, hakikatle beraber olan cemaattir. Hakikatten kopmuş olanlar, milyonlarca da olsa tefrikadadır” demiştir.

Cemaati tavsiye ederken elbette “hakla, hakikatle” olanları kast ediyoruz. Zaman zaman içine İngiliz kaçmış dediğimizde nasıl anlam yükleniyor bu söze bilmiyorum. Maksadımız asıl kurucu beyinlerin onları kullananlar olduğunu, ya da daha sonradan şeyhin, liderin satın alındığını anlatmaktır. Baktığınızda İngiliz falan göremezsiniz. Bizden birileridir onlarda.

Esat Coşan hoca onu da “Bugün maalesef tüm İslâm âlemi emperyalist güçlerin sultası altındadır. Kuş uçurtmazlar, takip ederler... Hem de kendisi takip etmez... Amerika seni John'la takip etmez, Smith'le takip etmez. Adı senin benim gibi olan Müslümanla takip eder; canına okur. O milletin içinden çıkmış hain vasıtasıyla takip eder ve millete en büyük zararı, kendi içinden çıkmış insanlara yaptırır. Parayla satın alır, ajan edinir ve öyle kullanır” diye anlatıyor.

Bütün cemaat ve tarikatlar sahtedir, hocaların hepsi emperyalizme hizmet eder demiyoruz elbette. İyi olanları da vardır. Bunu ayırt etmek için biraz ilim sahibi olmak gerekir. Her fert dinini bilmek zorundadır.  Bilmek için de okumak gerekir ki doğru ile yanlışı ayıralım. Bunu da Esat Coşan hoca “Herkese ajan demiyoruz; metot bilmediğinden, ilimden uzak olduğundan emperyalist onu kullanır, fark etmez. Sahte bir takım organizasyonlar var, topluyorlar insanları etraflarında, ondan sonra onları toptan satıyorlar! Götürüyor, olmadık yere bağlıyor... Mü'min feraset gözüyle bunları anlayabilmeli. Hizmet ediyorum diyen insanları, organizasyonları irfan teraziniz ile tartın!” diyerek müminin ferasetine bağlıyor. Bilgi olmadan feraset olur mu? Emperyalist onu kullanır, o da insanları sürü gibi peşine takar.

Yazdığımız bir ayet için dahi “bunu ya benim hocam ya da filan hoca derse kabul ederim” diyen insan aslında Allah’ın tavsiye ettiği din dairesine değil, hocasının din diye sunduğu daireye girmiştir. Ayet, Allah’ın sözü olduğu halde onu hocasının tasdik etmesini istiyor. Çünkü hocası onun ilahı olmuştur, Allah’tan daha iyi bilmektedir. Yine Esat Coşan Hoca, “Böyle birtakım insanlara, organizasyonlara körü körüne bağlanmayın! Her birinize istiklâl tavsiye ediyorum. Hür olun, hizmeti kendiniz tespit edin, yapmaya çalışın!” diyor. Lakin bunun için bilgi gerekir. Bilgi de Allah’ın indirdiği kitap ve o kitabı bize getiren ve açıklayan peygamberimizdir. Ancak vatandaş hocasından başka ilah bilmemektedir.

Ne dinimiz ne de devlet hizmetleri tek kişi ile kaim değildir. Olmadığı zaman bütün faaliyetlerin duracağı insan yoktur. Hizmeti yapacak insanlar mutlaka bulunur. Emekli olmuş CİA elemanına gidip, “bu görev var ama senden başka yapacak kimse yok” demek ancak filmlerde olur. Esat Coşan hocamız ne güzel söylüyor. “Emperyalistlerin türlü oyunları var. İslâm, bir kimsenin hizmetiyle yürüyecek hâle gelirse, o kimseyi yok ederler, öldürürler, satın alırlar, tehdit ederler. Ne yapmak lâzım? Hizmeti yaygınlaştırmak lâzım, herkesin lider olması lâzım. "Tek lider, vazgeçilmez insan..." diye bir şey olmaz. Bakın, Filistinli çocuklarla niye başa çıkamıyorlar? Hepsi lider.”

İnsan sorgulayıcı olmalı. Mutlak doğru düşünen, her şeyi doğru düşünen insan yoktur. Onun için yanlışlar sorgulanmalıdır. Sorgulama olmayınca “Onun için, teşkilât kurdurtuyorlar; teşkilâtın başına kendi adamlarını, hain bir kimseyi koyuyorlar. Öteki insanların hepsini, üzüm salkımı gibi oraya buraya götürüyorlar” diyen Esat Coşan hocayı, 15 Temmuzda kendi halkını bombalayanlar doğrulamadı mı?

Hocasının huzuruna dört ayak vaziyetinde gidip, sonra geri geri çıkanları o hoca ikaz etmiyor ve bunu kabul ediyorsa, o hoca sahtekârdır. Siz okumayın, biz okur size anlatırız diyen hoca sahtekârdır. Çünkü maksat kayıtsız şartsız insanları kendisine bağlamaktır. Körü körüne bağlı olan insandan daha tehlikeli bir şey olamaz.  Esat Coşan hoca bile;

“Müsaadeli, ağabeyli, bilmem neyli hizmet olmaz... Tabii olmayın kimseye!
Bana da tabi olmayın!
Bana tabi olursanız, beni sıkıştırırlar. Ondan sonra,
"Sen bu adamlarına şöyle yap!" derler.
İslâm'a, Allah'ın emrine tabi olun!
Allah'ın dinine hizmet edin!
Tek başınıza olsanız da, hakla beraber olun!
O zaman İslâm kalkınır; başka türlü kalkınamaz! “ diyor. Gerçek hoca böyle der işte. Çünkü görevi insanların Allah’a tabi olmasını, Allah’ın dinine hizmet etmesini sağlamaktır.

Dönem dönem aman fitne olmasın, bu yanlış ama söylemeyelim denmektedir. Yahut bana sağlanan bu menfaatlerime engel olur diye susmak, doğruları söylememek aslında en büyük fitnedir. Yine Esat Coşan hocamız ““Dirlik, düzenlik, birlik, beraberlik, organizasyon bozulmasın" diyorlar”” diyerek ne yapılması gerektiğini şöyle izah ediyor.

“Her biriniz İslâm için, kendinizin dünyada kalmış tek adam olduğunuzu düşünün. Ama senin gibi aynı hedefe yürüyen başka insanlar varsa; onlarla da işbirliği yap! Yapmıyorsa, silkele at be! “
“Sen onu sırtında taşımak zorunda mısın?”
“Beni sırtında taşımak zorunda mısın?”
“Kimse kimseye hürriyetini vermesin! “
“Hürriyet aziz şeydir. İnsan, ancak Allah'a kul olur” diyen bu muhterem insan, istihbarat örgütlerinin tarzı ile trafik kazasında 2001 yılında hayatını kaybetti. Aslında bu bir suikasttı. Esat Coşan hoca açıkça görüldüğü gibi hizmet hareketi denen küfür hareketini tenkit ediyordu. Emperyalistlerin kontrolüne girmiş olan cemaat ve tarikatlar yıkıcıdır, öldürücüdür. Önüne çıkan engelleri gerekirse öldürerek ortadan kaldırır.

Bazılarının Diyanetin böyle bir görevi yok demesine rağmen DİB’nın sahte cemaat ve tarikatları ifşa etmek için çalışma başlattığını öğrendim. Camide namaz kıldırmaktan daha önemli bir görevdir bu. İnsanlar nasıl olsa birini imam yapar ve namazını kılar. Yanlış ilmihal bilgilerini, Kuran dışı davranışlarını isimleri ile anlatmak zorundadır.

Bunu yaparken özgür olmalı, hiçbir siyasi baskı altında olmamalıdır. Siyasilerin oya ihtiyacı vardır ancak gerçek din hizmeti yapanların oya ihtiyacı yoktur. Onlar Allah rızası için, Allah’ın dinine hizmet için çalışırlar. Siyasiler de onlara destek olmalı, oy kaygısı ile küstürmemek için doğruların gizlenmesini istememelidir. Aksi halde önceleri laik müslüman yetiştiren devlet, şimdi de sahte müslüman yetiştirmiş olur. Yeterince yetişmiş sahte müslüman var zaten.

Buna engel olmak isteyenler çıkacaktır elbet. Sadece din konusunda değil, hangi konu olursa olsun, yanlış bildiğini değiştirmeyen, doğruları kabul etmeyen yobazlar hep vardır. Zaten yobazlık bu demek değil midir?

Ayetleri eğip bükerek meal yazanlar var. “Kitap ehlinden öyle bir güruh da vardır ki, siz onu kitaptan sanasınız diye, dillerini kitaba eğip bükerler. Hâlbuki o, kitaptan değildir. Bu Allah katındandır derler. Oysa o, Allah katından değildir. Allah’a karşı, kendileri bilip dururken yalan söylerler” Al-i İmran 78 ayetinde anlatıldığı gibi.

Bir grup da vardır, ne kadar sahih olmayan hadis varsa onlara sarılmıştır. Hatta “öyle müteşabih hadis var ki duyunca başın tavana vurur” diyecek kadar cahildir. Hoca dediği tanrısı öyle öğretmiştir çünkü. Müteşabih hadis olmadığını dahi bilmez. Müteşabih ayet, bizim beşer aklı ile anlayamayacağımız ayettir. Peygamberimizin görevi bize anlatmak açıklamak olduğu halde, anlamayalım diye neden anlattığını dahi sorgulayamaz. Müteşabih hadis olduğuna inandırılmıştır.

Günümüzde medyada izlediğimiz, Kuran’a göre konuşan hocalar sosyal medyada anında linç ediliyor. Hayatında bir ayeti bile Kuran’ı açıp yüzünden okumamış tipler “kâfir” bile diyorlar o insanlara. Eğer Kuran diyorsanız, hiçbir ima olmasa bile anında “sen hadisleri, sünneti reddediyorsun” diye yaftalıyorlar. Hâlbuki Kuran’ı bilen, Kuran’ı anlatan insan hadisleri reddedemez. Çünkü Kuran,  “Peygambere uyun, onun yolundan gidiyor” diyor.

Duyduğumuz her şeyi sorgulamadan inanmak, paylaşmak fitne olarak yeter. Birlik ve beraberliğe en çok ihtiyacımız olduğu dönemler bunlar. Kimse kimseyi hainlikle falan suçlamasın. Herkes önce kendine baksın. Yobaz sadece din konusunda değildir dedik.

 Sosyal medyada bir bilgi yayılıyor. Aradan zaman geçiyor bakıyorsunuz birileri yine sahneye sürmüş. Atatürk, Suud kralına telgraf çekip, Peygamberimizin kabrinin tek taşına dokunursan, ordumu alır güneye gelirim demiş. Bunu da bir gazeteci ile muhafazakâr yazar ve siyasetçi bir Prof.TV de konuşmuş. Tarih 26 Haziran 1919. Kimse sorgulamıyor. Bu sorgulamayanlar da sahte hocasını sorgulamıyor diye birilerini kınayanlar.

Hâlbuki düşünse ortaokul bilgisi bile yeter.

Atatürk henüz Atatürk değil.

Atatürk 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıktı.

Amasya Tamimi 22 Haziran 1919

Erzurum Kongresi 23 Temmuz 1919

Sivas Kongresi 4 Eylül 1919

Henüz ortada ne ordu var ne de silah.

Ordu falan yok ama Atatürk Suud Kralına “ordumu alır, güneye gelirim “ diyor. Ne zaman diyor? 26 Haziran 1919. Daha Erzurum kongresi bile yapılmamış.

Peki, Suud Krallığı var mı? O da yok tabi.

27 Mayıs 1927'de İngilizlerle yapılan anlaşmayla "Necd ve Hicaz Krallığı" bağımsız bir devlet statüsü kazandı. 1932'de devletin adı "Suudi Arabistan Krallığı" olarak değiştirildi. 

Sorgulayın diyenler de sorgulamıyor. Bunlar da kemalizmin yobazları. Tepeden iki gruba da bakın. Aralarında ne fark var?

Bir başka grup var, kendilerini zincirlerle döverler. “Kuran’dan ayet çıkarılmıştır” derler. Ayette geçmediği halde ilave yaparlar. Devletim de onlara söz verir, “cemevlerinin statüsünü tanıyacağız” der.

Rabbimiz insanın kendine eziyet etmesini, kendini öldürmesini ( intihar) yasaklamıştır. “Hiç şüphe yok ki Kuran’ı biz indirdik, elbette onu yine biz koruyacağız” Hicr-9 ( bu ayette, Kuran lafzı geçmemektedir. Nezzelna zzikr diye geçer. Zikr Kurandır.) ayeti korunduğunu söylediği halde değiştiğini söylemek küfürdür. Bir ayeti bile reddetmek küfürdür. Hele Peygamberimizin ayeti gizlediğini ve tebliğ etmediğini söylemek insan aklının alacağı şey değildir.

Bu görüşte olanlar ne Allah’ı Kuran’da anlatıldığı gibi anlamış, ne de Peygamberimizi övüldüğü gibi kavramıştır. Miracda bizim aklımızın almayacağı şeyleri gören, “benim bildiklerimi bilseydiniz az güler çok ağlardınız” diyen bir peygamber, Allah’tan korkmuyor ve tebliğ et denilen ayeti gizliyor. Alevilerin dayandığı ayet “Ey resul! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan, onun elçiliğini yapmamış olursun. Allah seni insanlardan korur” Maide- 67 ayetidir. Aleviler “ Ey sevgili peygamberim! ( Ali hakkında) Rabbinden sana indirileni tebliğ et” derler.

Hicr-9 ayetinde Kuran değil, zikr denmekte ve o da Kuran’dır diye özellikle yazdım. Ancak Maide- 67 ayetinde Ali kelimesi hiç geçmemektedir. Onu parantez içinde kendileri ilave ederler. “Sevgili peygamberim” de yoktur.  Kuran’da 4 halifeden hiç birinin adı geçmez. Üstelik “Gadir-i Hum denilen yerdeki olaydan ilk dönem ravileri hiç bahsetmez” diyor Diyanetin İslam ansiklopedisi.

Bakıyorsunuz biri çıkıp, “Feto bahane edilip, Hak tarikatlara, mürşidlere saldıranlar var” diyor. Hangi tarikatın hak olduğunu nasıl tespit etmiş bilgi yok tabi. Hele mürşid nasıl tespit edilmiş, bu zamanın mürşidi kim o da belli değil. Daha önce mürşid dedikleri zatın kitaplarının hepsini okudum, mürşid çok hafif kalır. Adam resmen peygamber.

Diyanet işleri Başkanlığı bir kurul oluşturup, bütün cemaat ve tarikatları, alim sıfatı ile kitap yazanların kitapları mercek altına almalı. Vatandaş doğru ve yanlışı madem ayırt edemiyor, diyanetin açıkladığı sahteleri en azından devletin kurumundan öğrenir. Bu ülkeye ihanet eden cemaatler sadece Feto Ve Adnan Oktar mı? İnsanları kendine taptıran başka şeyh yok mu?

İtiraz edenler, “hukuken suç işlememiş ise bir şey yapılamaz, onun da görüşü öyle ve fikirlerini yazıyor veya söylüyor” diyorlar. Zaten biz de hukuken bir şey yapın demiyoruz. Eğer onun Kuran dışı fikirleri, din diye anlatma hakkı varsa, Diyanetin de bunun sözlerinin din dışı olduğunu söylemeye hakkı vardır. Özgürlük sadece sahte şeyhlere mi olacak.  

“Bir dezenformasyonun tesirli olması için %90’nın doğru olması gerekir” diyor Peter Dale Scott. Hocasının söylediği bazı sözleri başka yerden de duyan mürid, hocasının doğru olduğuna kanaat getirir. Onun için yanlış olanlar dikkatinden kaçar.

Müslüman aklını kullanan insandır. Müslüman okuyan, sorgulayan insandır. Müslüman kula kul olmayan, Sadece Allah’a kul olan insandır.

Alıntılar: Prof. Dr. Mahmud Esad Coşan hocamızın 5. Mayıs. 1990 tarihli sohbetinden alınmıştır.  Bu linkten izlenebilir. https://www.youtube.com/watch?v=zNHoPcx1Pi0





4 Temmuz 2018 Çarşamba

TÜRKLERİN YENİ DİNİ


“Ne güzel araziye uymuş yazı yazmadan usul usul sıvışıyor çaktırmadan uzaklaşıyorduk bu köşeden, Tayyip Bey 'komünistler' diye ayağa kalkınca, bir kaç cümle yine şart oldu” demiyoruz biz. Ne diyoruz peki?

Nihat Bey “ Türkler Anadolu’da yeni bir din kurmuştur” deyince birkaç cümle şart oldu diyoruz. Baktım en son yazıyı Şubat ayında yazmışım. Okuma yerine slogan üreten toplum, yazmama kararı aldırmıştı. Ancak “Türklerin yeni din kurma” saçmalığını görünce, bu tehlikeye karşı yazmak farz oldu.

Evet, Nihat Genç’in Mart sonunda “Güncelleme dediğinizi biz bin yıl önce yaptık” dediği yazısını görme bahtsızlığını yaşayınca, doğruları anlatmak, tehlikelere karşı uyarmak görevimiz olduğunu hatırladım.

Ülkemizdeki sağ-sol kavgasının aslında gladyo örgütünün bir korku yaratıp, toplumu kutuplaştırma ve kavgaya tutuşturma oyunu olduğunu bilmeyen kalmadı. Komünizm diye bir tehlikenin var olmadığını da 12 Eylül darbesi sonrası yurt dışına kaçan komünistlerin Rusya’ya ( SSCB) değil batıya kaçmaları başka neyi anlatır sizce? Solun da sağın da arkasında ABD’nin olduğunu elbette.

Aslında SSCB’de bile komünist bir rejimin var olmadığını, polit büro üyelerinin yönettiği bir dikta rejimi, hatta diktadan da öte insanların köle nizamında yaşadığını anlamayanlar, varmış gibi davranıp “şeriatçı hocalar” diyerek islama saldırmak için zemin olarak kullanıyor. Buna da “komünist ortaklaşmacı kamucu siyaset” diyorlar.

Şeriat, “İslam Hukuku” demektir. Müslüman elbette şeriatçı olacaktır. Ben şeriatçı değilim diyen müslüman İslam dışıdır. Hem müslümanım diyeceksin hem de İslam hukukuna karşı çıkacaksın. Böyle bir şey akıl dışıdır.

Çok defa yazdık, şimdiki tarikat ve cemaatlerin büyük bölümünün içine İngiliz kaçmıştır. İngiliz etkisi cemaat ve tarikatların içine farklı şekillerde girmiş, insanların uyanmayacağı şekilde uyum sağlamıştır. Feto örgütü buna en güzel örnektir. ABD’ye hizmet eder gibi görünen örgütün asıl İngiliz’e hizmet ettiği açıktır. ABD, İngiliz’in silahlı gücüdür.

İslam toplumunda yanlış hocaların olması, İslam hukukunun yanlışlığı değil, Kuran ve sahih hadislerden uzaklaşan insanların yanlışıdır ki, bunları da ben ajan provokatör olarak görüyorum. Çünkü Kuran okuyan bir insan, Nihat Genç’e “ şeriatçı hocaların saçma sapan çağdışı fetvalarını gördükçe” cümlesini kurdurtmaz. Eğer İslama saldırılmasına vesile oluyorsa açık provokasyondur bu.

Hocasına, şeyhine dört ayak vaziyetinde emekleyerek yaklaşıp, sonra aynı vaziyette geri geri giden insan cübbeli de sarıklı da olsa Allah dışında bir ilah edinmiştir. İslam tarihinde hiçbir kaynak, Peygamber Efendimizin huzurunda böyle bir davranışın olduğunu yazmaz. Bu tür davranışı kabul edip, bu yanlıştır demeyen bütün hocalar ve şeyhler de sahtekârdır.

Anadolu’da ortaya çıkan inanışlar din değildir. İslamı bozmak, yozlaştırmak, insanları gerçek İslamdan uzaklaştırmak için uydurulmuş Yahudi fitneleridir. Alevi-Bektaşi kavramlarının çıkış noktasının Hz. Osman’ın katline kadar gittiğini, Yemenli Yahudi Abdullah İbn’i Sebe’ye dayandığını defalarca yazdık. Şiiliğin bize uyarlanmış halidir.

 “İslamiyetin emirlerinden bir emri yapmayanın ma’rifeti sahih değildir” diyen Muhyiddin’i Arabî’ye isnatla “dünya tanrının bedenidir der ve dünya içre bütün varlıklar onun parçalarıdır, ağaçlar taşlar bitkiler insanlar, her şey Tanrı'nın bedenidir ve üstüne, bu parçaların birbirine üstünlüğü yoktur, hepimizin aynı nefes aynı canız, işte yeni dinin bu felsefesi Anadolu'yu bambaşka bir insan ve doğa ve Tanrı anlayışı içine sokmuştur” demek “vahdet’i vücud’u anlamamaktır.

“La mevcude illa hu” O’ndan başka mevcut yoktur demek olduğuna göre, Allah dışında bütün mahlûkat yok kabul edilmiştir. Hristiyanların “ Allah İsa’nın bedeninde dünyaya inmiştir” dediği gibi Allah’ı tabiattaki ağaçların, taşların, bitkilerin bedenini ile var olduğunu, bedeninde olduğunu söylemek cahillik değil ise Küfürdür. Canlı cansız her şey Allah tarafından yaratılmıştır. Ancak Allah bunların hiç birinin bedeninde değildir.

Hele Ahmet Yesevi geleneğinden gelen İslamı Mecusilik ile eşlemek tam bir cahillik örneğidir. “Zikrederek, şükrederek Hakk'ı buldum. Âşık olup, kınanarak candan geçtim” diyen bir zatın ekolüne hangi “şeriatçı hoca” Mecusi demiştir onu da deseydi keşke. Mecusiliğin ateşe tapanlar olduğunu bilmiyor sanırım.

Tamamen ticari hayata yönelik olan ahiliğin bir din, bir inanç gibi anlatılması tam bir cehalet örneği. Ahiliğin ilkelerine baktığınızda ve tek cümle altında topladığınızda “iyi huylu ve güzel ahlaklı olmak” diye özetlersek, bu zaten İslamın birinci önceliği.

Bâtınilik islam dışıdır. Kuran’ın zahiri ve Bâtıni manası yoktur. Kuran’da müteşabih ayetler vardır. Bizim beşer aklı ile anlamadığımız ayetler. Hacc suresi 18. Ayette “ Görmedin mi göklerdeki kimseler, yerdeki kimseler, Güneş, Ay ve yıldızlar, dağlar, ağaçlar bütün hayvanlar ve insanların birçoğu hep Allah’a secde ediyor” denmektedir. Ağacın, kayanın secde ettiğini görmediğimize göre beşer aklı ile anlaşılmayan bir ayettir. Ancak Rabbimiz böyle dediğine göre secde ediyorlar. Bu batınidir deyip nasıl secde ettiklerini açıklayan hoca varsa sahtekârdır.

Bâtıni Muhammed Abduh, Fransa’da ki hocası Cemaleddin Afgani’ye mektubunda Davranışlarımızı senin muteber talimatına göre tanzim ediyoruz. Dinin başını, dinin kılıcı ile kesiyoruz” diye yazıyordu. Bunu insanlara muteber bir inanç gibi sunmak en büyük fitnedir.

Melamilik; “İyiliklerini ve ibadetlerini gizleyeceksin” diyormuş. Ben ramazan ayında oruç tuttuğunu gizlesin diye halkın önünde su içen melamiyi dinledim. Sırf ibadetini gizlesin diye halkın önünde su içme ahmaklığına din gibi bakmak da fitnedir. İslamı bozmak, İslamı yozlaştırmaktır.

Ahi Evran’ın “kardeşlemesine”, kazandığını paylaşmasına din gibi bakmaya ihtiyacımız yok ki. İslam zekât, sadaka ile yardımlaşmayı zaten öne çıkarıyor. Bunlar yardımlaşma değil mi? Bakara- 219 ayetinde “ Sana neyi infak edeceklerini soruyorlar. De ki: İhtiyaçtan artanı infak edin”  denmektedir. Bu yardımlaşma değil mi?

“Cumhuriyet herkesi eşitleyen yurttaşlık ve hukuk kurumlarıyla, Anadolu'da yeni bir din kuran bu ulu erenlerin özetidir, günümüzde insanı merkeze koyan, insanı eşitleyen, insanı herkesle kardeş kılan Nazım Hikmet gibi sosyalist aydınların kökeni bu soylu isyan tarihidir” diyerek adeta cumhuriyet bile din yerine konmaya çalışılmış. 90 yıldır cumhuriyetin faziletlerini anlata anlata bitiremediler. İngiltere, Hollanda v.s. bu faziletten yoksun kalan geri toplumlar demek ki. İslama isyana teşvik soyluluk değil dinsizliktir. Felsefi akımları din zannetmek cahilliktir. Cahillik değilse dinsizliktir, fitnedir.

Yazıda sadece pagan tanrıları Odin ve Thor unutulmuş. O tanrılarda yeryüzüne iniyor, insanlarla konuşuyordu. Tanrıyı bütün varlıkların bedenine koymaktan daha cazip değil mi.

Güya Türkçülük yapılıyor. “Arabın dinini” bırakıp yeni din kuruyoruz. Türk, eğer müslüman değilse Türk değildir. Yeni din kuran insanın her tarafı Türk olsa ne yazar.

“İslamın güncellenmesi” demek bütün kötü niyetlilere İslamı yozlaştırmak için alan açmaktır. Maksadı aşan bu tabir yerine “Kuran’a dönmek” denseydi, belki “Türkler bin yıl önce o güncellemeyi yaptı, yeni din kurdu” diyen çıkmayacaktı.

Ey Müslüman: Bütün bunlar İslamı bozmak, bazı inançları İslam dairesinde göstermek için uydurulan hikâyelerdir. Kaynağı çok eskilere dayanır. Müslümanın Kuran, Peygamberimizin sahih hadisleri ve sünnetinden başka rehberi yoktur. Kuran’a sarılmazsak bize ideolojileri, felsefi görüşleri islam diye yuttururlar. Şimdi olduğu gibi.

Peygamber Efendimiz veda hutbesinde “Ey mü'minler! Size iki emanet bırakıyorum, onlara sarılıp uydukça yolunuzu hiç şaşırmazsınız. O emanetler, Allah'ın kitabı Kuran-ı Kerim ve Peygamberin sünnetidir” demiştir.

5.7.2018







13 Şubat 2018 Salı

AFRİN OPERASYONU VE DİPLOMATİK DİL

Bir komşumuzla hukuki sorunumuz olduğu zaman bile hukuk içinde hesaplaşma yapmaya çalışırız. Çünkü sorun çözüldüğünde yine komşuluk yapacağız.

Bölgemizde bizi rahatsız eden oluşumlar var elbette. Bunu kabul etmek, bu planları yapanlara suskun kalmak gerekmiyor. Güvenliğimiz için gerekli operasyonları yapmak uluslararası hukuka göre hakkımız. Ancak sorunları istediğimiz gibi çözdükten sonra bu ülkelerin tamamını silecek miyiz?

İsrail’e “van minüt” dediğimiz zaman bile ticaret yapmaya devam etmedik mi? Klavye kahramanları ilişkileri kestik zannedebilir ama kesmedik. Hatta duygusal olarak neden kesmiyoruz diye sitem etmedik mi iktidara?

Sosyal medyada İsrail mallarına boykot çağrıları yapıldığında, cirolarının daha önce olandan, daha yüksek çıktığını hepimiz müşahede etmedik mi?

Evet, ABD düşman. Bölgemizde, BOP dediği plan çerçevesinde sınırları değiştiriyor. Biz buna razı değiliz. Çünkü içinde bizim için hayati tehlike arz eden oluşumlar var. Devletimizin ve milletimizin bekası tehlikede. Bunda mutabık mıyız?

Siyasetin tabiatında vardır. Her olay artı puan yazsın diye kullanılır. Siyasetçinin oy almak, iktidara gelmek için devamlı artı puana ihtiyacı vardır.

Kılıçdaroğlu’na “senin ekibin hariç, biz hepimiz Afrin’e gideceğiz” denilebilir. Doğrudur da, ihtiyaç varsa gerçekten hepimiz gideriz. Gitmek için parti farkı da gözetmeyiz. Çünkü mesele milli mesele, mesele beka meselesidir.

Kılıçdaroğlu’da “ biz zaten oradayız, oradakiler Mustafa Kemal’in askerleri değil mi?” diyebilir. Daha ileri gidip “benim oğlum aslanlar gibi askerlik yaptı, çürük raporu almadı” da diyebilir.

Sosyal medya klavye kahramanları “Şunu açık açık yazıyorum, herkes görsün: TSK'da yemin ettirirlerken laik, demokratik Türkiye Cumhuriyeti'ni korumak için ettirilir. Madem artık ordu cihatçı yamyamların, islamın ordusu, yeminin geçerliliği kalmamıştır. Sefer-görev emri çıkarsa kimse tanımasın” da diyebilir.

Daha önce söylediğim gibi, batı basını kurtuluş savaşı sırasında Mustafa Kemal’in ordusu dediği gibi, şimdi de Erdoğan’ın ordusu diyebilir. Biz namaz kılıyor mu, kılmıyor mu diye bakmayız. Genelkurmay Başkanı kim, namaz kılar mı kılmaz mı diye de bakmayız. Ordunun kumandanıdır. Bu ordunun adı Türk Silahlı Kuvvetleri’dir. Milletin ordusudur. Madem bizim adımıza harekât yapıyor, o zaman kesinlikle yanındayız.

Ancak konu muhatabımız devletler olunca, aramızda tartıştığımız dil gibi konuşmamak gerekir. “Bize saldıran olursa çok sert cevap veririz” diyen ABD’ye “teröristlerin önünde durmazsanız sorun olmaz.” Yahut “askerleriniz terörist bayrağı veya flaması taşımazsa sorun olmaz” diyebiliriz.

Hani Kıbrıs Harekâtında Ecevit’e sormuşlardı “gemilerimizin önüne ABD gemileri çıkarsa” diye. Ecevit, “ateş ederek mi” demişti. “Hayır” demişti muhabir. “O zaman etrafından dolaşırız” demişti rahmetli Ecevit.

Dışişleri bakanımızın dediği gibi “ilişkileri ya düzelteceğiz ya da tamamen bozulacak” diyebiliriz. Söylenen bütün sözlere diplomatik dille ağır bile olsa cevap verme hakkımız vardır.

Coğrafyamızın şöyle veya böyle farklı bir şekil alacağı kesin. ABD ile görüşmeye de devam edeceğiz. O halde iç politikada olduğu gibi “bize saldıran olursa çok sert cevap veririz diyen ABD’liye “ ömürlerinde hiç Osmanlı tokadı yememiş oldukları çok açık” demek diplomatik bir üslup değil.

Biraz önce geçen habere göre Almanya ile tank modernizasyonu konusunda anlaşma sağlanmış. Aynı şey ABD ile de olacak. Öyleyse diplomatik dil kullanmak elzemdir.

13.02.2018


10 Şubat 2018 Cumartesi

ZEYTİN DALI VE TARİHİ BENZERLİKLER

Amerikalı bir düşünce kuruluşunda yazan yazar “gelişmekte olan ülkeleri Amerika idare eder. Lakin o ülkeler kendilerini Amerika’nın idare ettiğinin farkına varmazlar” diyordu. Dünün İngiltere’si, bugünün Amerika’sı. İngiltere boş mu duruyor peki?

 Dünyaya yön verenler, 1700’LERDE merkezlerini Amerika’ya taşımış ama beyin yine İngiltere’dir. Amerika, İngiltere’nin silahlı gücüdür. Zaten ABD’yi kuran da yine onlardır. 1773’de masonların organize ettiği Boston çay partisi olarak tarihe geçen hadise yaşandı. İngiltere’ye karşı Amerikan istiklal savaşı başladı. Tapınakçıların taktiği işe yaramış ortaya Amerikalı diye bir millet çıkmıştı. Amerika Birleşik Devletlerinin Benjamin Franklin, George Washington gibi kurucu babalarının hepsi Londra’ya bağlı masondu. Coğrafyamızı bu duruma getiren Amerika. İngiltere’nin adı geçiyor mu hiç?

Daha önce de söylediğim gibi Osmanlı’yı parçalayan, Yunan’ı Anadolu’ya çıkaran İngiltere ama biz her yıl Yunan’ı denize dökmeyi kutluyoruz. Peki, bunları niçin anlatıyoruz şimdi? Anlatıyoruz çünkü o günleri anlamak, bugünü anlamamıza yardımcı olur. Çünkü dünyayı yönetenler planlarını uygulamak için yıllar öncesinden hazırlık yaparlar. Günlük politikalarla uğraşmazlar.

Günlük politikalarda uğraşan biziz. Hem de onların planlarını anlamadan, onlara destek bile oluruz. Birkaç yıl sonra başımıza geleceklerin farkında bile olmayız. Tıpkı 90’ların başında Çekiç Güç denen belayı kuran ABD kurgusunu anlamadığımız gibi. O zaman vekillere sorulduğunda hepsi Çekiç Güce karşı idi. Ne hikmetse meclisteki her oylamada Çekiç Güç kalsın diye karar çıkardı.

Güya Işid ile mücadele için Ayn El Arap ( Kobani) denen yere PKK’lı teröristlerin geçmesine izin vermeyi bırakın, destek dahi olduğumuzu, topraklarımızdan geçirdiğimizi, yaralılarını tedavi ettiğimizi bilmeyen var mı? Şimdi o bölgeyi temizlemek için yedi düvel ile savaşmayı göze alıyoruz.

Yazılanları anlamayıp, aklında ne varsa o anlamı çıkaranlar bu dediklerimi yine anlamayacaktır. Anlamalarını da beklemiyorum. Onlar 57.Alay’da takılı vaziyette kalsınlar. Konu kişiler değil, olaylardır. İstanbul’u fetheden Fatih Sultan Mehmet’tir ve Fatih hayatta değildir. Gerçekleşen olay fetihtir ve biz fethedilen İstanbul’da yaşamaktayız. Fethi ve açılıp-kapatılan çağı konuşuruz. Doğru mu değil miydi? Şunu da yapmalı mıydı? Yapılmadı ise, konuşulan gerçekleşmeyen olaydır. Fatih’in kişiliği değildir.

1.Dünya Savaşı öncesi dünyaya nizam verecek güç, çok önceden hazırlığını yapıyor. Savaş Temmuz 1914’de başlıyor. İngilizler, Şerif Hüseyin’le ilk temasını, oğlu Abdullah vasıtası ile Kahire büyükelçisi Lord Kitchener vasıtası ile 1912 yılında sağlıyor. Ortada savaş falan yok. Aslında hazırlıklar çok daha öncesine dayanıyor tabi.

İngilizler başında Abdülhamit Han’ın olduğu bir Osmanlı ile savaşa girmek istemiyor. Onun için 1889 yılında İttihat ve Terakki Fırkası kuruluyor. Cemiyeti kuran gölge başkan Aubrey Herbert denen casus. Bu casus Abdülhamit Han’dan nefret ediyor ama görüşmesi sonrası yazdığı raporda “son derece zeki, son derece centilmen, politik hafızası kuvvetli, önsezileri sağlam” diye bahsediyor. Batı medyası ne diyorlar peki?  “Le Sultan Rouge-Kızıl Sultan, The Great Criminal-Büyük Cani, mutlakiyetçi, müstebid, zalim, katil, diktatör, tiran, hırsız.”

Komutası altındaki paşalar, padişahın olumlu özelliklerinin farkında olmayacak kadar gafil. Batı medyasının iftira ve karalama kampanyasına destek veriyorlar. Hatta isyan edip Arnavutluk ve Makedon dağlarına çıkıyorlar hem de isyancı Ermeni, Arnavut, Makedon eşkıyalarla birlikte.

Malum 31 Mart vakası denilen olayla Balkanlardan gelen Milli Hareket Ordusu vasıtası ile Abdülhamit Han tahttan indiriliyor. Sultan’a bildirimde bulunmak için giden Heyette Dıraç mebusu Arnavut Esad Toptani, Katolik ermeni Aram efendi, Gürcü Arif Hikmet paşa vardı.(31 Mart vakasından sonra idam edilenlerin sayısını az bulan paşa) Sözcüleri ise Macedonia Risorta Locasının Yahudi Üstadı Carosso’ydu.

Yaklaşık 40 yıldır dağa çıkarılan Türk vatandaşları ve onlara destek veren siyasiler geçmişte yaşadığımız olayları bize hatırlatmıyor mu? Elbette tıpatıp aynı olmayacak. Ama ileride ülkemizin başına örülecek çorabın yıllar öncesi hazırlığı gibi durmuyor mu sizce?

Basiret ve ferasetten yoksun İttihatçıların yönettiği ülke haliyle uçuruma yuvarlanmıştı. Talat paşa 1921 Şubat’ında Almanya’da buluştuğunda İngiliz casusa Ermeni tehcirine karşı çıktığını, fakat Almanlara dinletemediğini, İngilizlere kırgın olduğunu anlatıyordu.

“Hangi millet arkasından bıçaklanırken buna razı olarak harbe girer, Biz Genç Türkler, Türkiye’yi size ikram ettik ve siz bunu reddettiniz. Bunun beklenen neticesi, başvekilinizin müttefik olmakta ısrar ettiği ekalliyetlerin perişan olması oldu. Sizinle harp halindeyken Rumlar ve Ermeniler sizin müttefikiniz olacaksa, Türk hükümetinin onlara dostça muamele yapmasını bekleyemezsiniz. Yaşamak için bir şeyler bulmaya mecburduk. Dışlandıktan sonra dahi, dostluğunuzu kazanmaya gayret ettik. Sizi memnun etmek için kararlı muhalifimiz Kamil Paşayı sadrazam olarak kabul ettik. Bu bile sizi memnun etmedi. Sizi hiçbir şey memnun etmeyecekti. Bizi Almanların kucağına doğru itelediniz. Başka tercihimiz yoktu. Bunun dışındaki her şey ölüm ve parçalanmaydı ” diyerek sitem etmişti.

Bugün müttefik olduğumuz Amerika güya Işid denen örgütü temizlemek için PKK-PYD-YPG denen örgütle işbirliği yapıyor. Defalarca birlikte yapalım dememize rağmen. Yarın tarih, “sizinle ittifak yapmak için çok uğraştık fakat siz bizi dışlayıp, Rusya ile ittifak yapmaya zorladınız” diye yazacak mı bilmiyorum. O zaman kandırılan Osmanlı paşaları, kandırılan Balkan halkları gibi şimdi de cibilliyeti belirsiz Can Dündar’lar, Müslüman kisvesi altındaki Pensilvanyalı papaz, Türkiye aleyhine yayın yapan içimizdeki medya mensupları var. Tarih, nasıl da gâvurun aynı gâvur olduğunu gösteriyor.

ABD’yi sıfırdan kurmuşlardı. İlk kurulduğu andan itibaren mason yöneticilere teslim etmişler, bütün ekonomik menfaatleri kendilerine doğru çevirmişlerdi. Mevcut ülkeleri de milliyetçilik akımları ile vurmayı planladılar. “Dünyaya milliyetçiliği yayacaklar. Alman’dan daha Alman, Rus’dan daha Rus, Türk’ten daha Türk olacaklardı. Böylece bünyelerinde farklı milletleri yaşatan, dünya üzerindeki tüm mevcut imparatorluklar dağılacaktı. Sonra milliyetçi mason liderler çıkartacak, onları kendilerine karşı bir istiklal savaşı veriyormuş gibi gösterecek ve böyle mason kardeşlerini o memlekette lider ve kahraman yaparak çekileceklerdi. Halk istiklalini kazandığı için sevinirken bu kardeşleri, yaptığı ticari ve siyasi anlaşmalarla onlara o memleketlerin zenginliklerini sunacaklardı.”

Ülkemizdeki ekonomiye sahip olan güçleri incelediğimizde bu planın aynen planlandığı gibi yürüdüğünü görüyoruz. Sadece ekonomi değil ordu bile kurmuşlardı. 80 darbesinde CİA başkanı, haberi verirken “ bizim çocuklar başardı” demişti hani.

Yahut sınır düzenlemesi düşünülen ülkeleri ateş çemberine aldıktan sonra, yürüdüğü yoldaki taşları temizleyerek, daha önce kahraman yaptıkları, vatandaşın bütün yapılanlara doğru olarak baktığı liderler yaratacak ve o lidere saldıracaklar. Ordular bile onların isimleri ile adlandırılmakta. Hatırlayın Kurtuluş Savaşı sırasında batı basını “Mustafa Kemal’in ordusu” diyordu. Şimdi de “Erdoğan’ın ordusu” diyorlar. Çünkü hedef olarak o seçilmiş. Tıpkı planlarını uygulamadan önce hedef olarak Abdülhamit’in seçildiği gibi.

Saddam vatan haini miydi? Değildi elbette. Sadece milliyetçilik duygularını kullandılar. Kimse başında olduğu devletin parçalanmasını istemez. Kuveyt’i işgal ettiren kendileri idi, Irak’ı parçalayan da kendileri. Liderler duygularına sahip olmalı. Ortam ne ise, o duygu devreye girmeli. 8 yıllık savaştan çıkmış bir ülke neden Kuveyt’i işgal etsin diye düşünmeliydi.

Başlangıçta ABD ile birlikte yol aldık Suriye’de. İttihatçıların desteklendiği gibi. Sonra Abdülhamit devrilince desteklerini çektiler. Suriye’de bizden destek bile aldıkları oluşum gerçekleşince, bu defa hasım duruma geldik. Tehlikeyi görmeye başlamıştık ve bu tehlikeyi bertaraf edecek güce sahiptik. PKK-PYD-YPG terör örgütüne uçağımızı, tankımızı vuracak silahlar verildi. Yunan’ın Anadolu’ya çıkarılmasından ne farkı var?

Denklem çok bilinmeyenli hale geldi. Dün İsrail uçağını vurdu Suriye. Bugün bizim helikopterimiz düştü. Muhtemelen düşürüldü. Henüz şu anda belli değil düştü mü, düşürüldü mü. İsrail aklına estikçe bombalıyor kimse itiraz etmiyor. Suriye İsrail uçağını vurunca gerilimi tırmandıran gelişme oluyor.

Dün sosyal medyada Kuzey Irak’ı sınırlarımız içinde gösteren haritalar paylaşıyorduk. Belki Suriye’nin kuzeyini bile düşünüyorduk. Bugün güneyimizdeki belayı def etmek, ülkemizi tek parça olarak tutmak için Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı operasyonları yapıyoruz. 100 yıl önce yaşadıklarımızla bugün yaşadıklarımız arasında daha çok benzeyen olay var. Uzamasın diye yazamıyorum. Çünkü uzun yazıları okumuyor insanımız.

Okumuyor ve okumadığı için “ Zeytin Dalı operasyonunu neden önceden haber verdiğimizi soruyorlar. Bu ordu peygamber ocağının ordusudur. Merttir, dürüsttür. Kahpelik yapmaz, savunmasız ve arkadan vurmaz. Savunmasını almış, hazırlıklarını yapmış bir düşman görmek ister karşısında” diyenleri okuyarak hamaset yapıyorlar. Karşımızdaki düşmanın eksik silahlarını da verelim demek kalmış.

Ölmekten korkmuyoruz. Gerekirse hepimiz gideriz. Sadece geliyorum diyen belayı, tarihi benzerliklerle anlatmaya çalışıyorum.

11.02.2018








29 Ocak 2018 Pazartesi

DIŞ POLİTİKAMIZ VE ESKİ DÜŞMAN YENİ DOST

Baba çok iyi bir bağlayıcı idi. Tıpkı çimento gibi. Çocuklar her hafta baba evinde toplanırdı. Hepsi çok iyi geçiniyor, birbirlerini çok seviyordu. Gün geldi hak vaki oldu, baba öldü.


İşte o birbirini çok seven kardeşler kavgaya başladı. Daha önce kavga yapmayan kardeşler kavga yapıyordu. Neden peki?


Çünkü babadan kalan mal paylaşımında fazla kapma yarışı başlamıştı. Sevgi falan kalmamıştı. Hani dün birbirlerini çok seviyorlardı, ne oldu? Menfaatler çatışmaya başladı da ondan.


Yanlış hatırlamıyorsam ortak meclis toplantısı bile yapmıştık Suriye ile. Dost olmuştuk çünkü. Baba Esed zamanında pek de iyi olmayan ilişkiler dostluğa dönüşmüştü.


Sonra ne oldu? Malum iç savaş başladı. Esed mantıklı çözüm tekliflerimize kulak tıkadı. Katliam yapmaya başladı. Dış güçler denkleme girdi. Aslında denklemi kuran da onlardı zaten.


İlerleyen zamanda Esed, bizim karşı oluşumuz nedeni ile karşı hamleler başlattı. Kuzeyde pkk-pyd’ye alan açtı. Amerika Esat gidecek derken aslında hamleler için ona akıl veriyordu. Esed’ın görmediği bir şey vardı. Amerika’nın tavsiye ettiği hamle sadece bize değil, hem kendisine hem de bize idi.


Esed topraklarının bir kısmını terör devletine bırakıyor, biz de terör devletine komşu oluyorduk. Bir taşta iki kuş vuruyordu Amerika.


İşte bu durum bizi baba malı bölüşemeyen kardeşler gibi düşman yaptı. Ülke menfaatine halel gelsin istemiyorduk. Devletimizin bekası tehlikedeydi.


Sonra ne oldu. Amerikan hamlesini boşa çıkarmak için Fırat Kalkanı harekâtını yaptık. Şimdi de Zeytin Dalı. Esed ile dolaylı görüşürken belki de direk görüşmeler olacak bundan sonra.


Esed topraklarını böldürmeyecek, biz de teröriste komşu olmayacağız. Sınır güvenliğimiz sağlanacak. Menfaatler örtüştü mü? Örtüştü. Sorun ne peki,  neyi anlamıyor muhalif olanlar?


Kurtuluş savaşını kimle yaptık? Yunan başbakanı Venizelos 1929 yılında Ankara’ya ziyaret yaptı. Cumhurbaşkanı kimdi? Tabi ki Atatürk. Dün savaştı bugün Venizelos’u kabul ediyor diyen oldu mu? Devletler arasında ezeli dostluk, ebedi düşmanlık olmaz. Demek ki 1929 yılında ülke menfaati için görüşmek gerekiyordu ve görüşüldü.


Suriye ile de aynı şey. Mevcut durumda Esed ile görüşmek menfaatimize uygun düşüyor. O zaman görüşülmeli. Dün dost olan bugün düşman olabilir. Menfaatimize uygun ise, bugün düşman olan yarın dostta olabilir. Bunda anlaşılmayacak ne var?


Peki, Amerikanın kuyruğuna takılıp Esed ile kapışmak doğrumuydu? Değildi tabi. Bu ayrı bir yazı konusu.


Dün yanlış yapıldı diye, bugün doğruyu yapmamak mı gerekir?


Muhalefet hem bunu kullanıyor hem de ÖSO’ya terörist diyor. Burada muhalefet hata yapıyor diyemiyoruz elbette. Sonraki zamanda kullanılmak üzere 17-25 Aralık ihaneti yapıldı. Türkiye teröristlere silah veriyordu. Şimdi de işbirliği yaptığımız ÖSO’ya terörist deniliyor. Muhtemelen ileride terör destekçisi olduğumuz ilan edilecek. Yani muhalefet kendisine verilen görevi yapıyor.


Muhalefetimiz siz açıktan teröre destek veriyor, 4900 tır ve 2000 uçak silah bile verdiniz. Velev ki terörist olsun ÖSO.  Biz de onlarla işbirliği yapıyoruz diyeceğine ülkesini suçluyor. Ya akıl yok muhalefetimizde ya da kanlarının rengi başka.


Not: Esat neden Esed oldu diyenlere. O isim اسد olarak yazılır. Aslan demektir. Yani özel isimdir, aslı nasıl ise öyle söylenir. Eğer Hans’a Haluk diyorsanız, Esed’e de Esat diyebilirsiniz.


30.01.2018

ZEYTİN DALI VE KESİN İNANÇLILAR

1900’lerin başında topraklarımızda cirit atan, devletimizi bölüp parçalayan, devletimizi zaafa uğratan, insanları kendi devletine ve milletine düşman eden casuslar vardı da şimdi neden olmasın.

Eğer yok ise “zulüm 1453’te başladı” diyen vatan hainleri ile aynı kulvarda giden bu kadar insan nereden geldi diye sormak gerekmez mi? Kendilerini akıllı ve doğruyu savunur sanıp, kendileri dışındakilere koyun diyen bu tipler, kendilerinin de koyun olduğunun farkında değiller.

Onun için devletimizin ve milletimizin bekası için yapılan ZEYTİN DALI operasyonuna karşı çıkıyorlar. Kimler karşı çıkıyor normalde? Hdp+ Pkk (pyd+ypg)+ Daeş+ Pensilvanyalı papaz ve müridleri + Polisine taş atan başkanı seçen yeni nesil chp’li fraksiyon = ABD yapıyor zaten. Bir de bunların dışındaki dış güçler.

Bunlara ilave olarak daha önce İslamcı, ülkücü v.s. diye bilinen dininden diyanetinden, ülküsünden ve milliyetinden haberi olmayan, dış saldırı olursa tarafını kendine saklayan tipler. Bunlar nasıl oluyor da vatan hainliği diye niteleyebileceğimiz safta yer tutuyor peki?


Eric Hoffer’in Kesin İnançlılar kitabını okumadılar, onun için koyun olduklarının farkında değiller. Çünkü 1900’lerde topraklarımızda cirit atan casuslar ağababalarını iyi yetiştirdi, onlar da bunları sürü haline getirdi.

“Kesin inançlı, kendi siyasi, dini, felsefi inancının “mutlak gerçek" olduğuna, bunu başkalarına zorla uygulamak gerektiğine bağnazca inanır. Hiç şüphesi, hatta merakı bile yoktur.” Onun için siz ona A deseniz bile B anlar. Oku diye yazı gönderirsiniz, o yine bildiğini söyler. Ya yazıyı okumadan konuşur ya da okuduğunu anlamamıştır. “Bu yüzden okumuşlarında bile cehalet havası sezilir”

Kendisine öğretildiği gibi konuşur. Öğretileni sorgulamak ihtiyacı hissetmez. Öğretilenlerdeki tutarsızlıkları asla göremez. Onun için  “tavizsizdir: 'Revizyonizm, değişim, yumuşama, uzlaşma' gibi kavramlara düşmandır. Hatta ılımlılık tehlikelidir, ihanettir.”

“Kesin inançlı'nın sağcı solcu, dinci laikçi olması fark etmez.” Daeş içinde sözde cihad yapan terörist ile islamı düşman gören laikçi arasında fark yoktur yani. “Bütün bağnazlar birbirinin zıt benzeridir.” Öğretici, güdümlü roket gibi beyinlerini hedefe kilitlemiştir. Çözüm sürecinde tenkit ettiğimizde “sen şehit gelmesini istiyorsun” diye bizi hain olarak yaftalayan ile “Zeytin Dalı operasyonu olmasın yoksa şehit gelir” diyen zihniyet arasında fark yoktur. İkisi de sorgulama yapmadan konuşur çünkü.


“Dünyadaki bütün kötülükler, birilerinin başkalarının iyiliği için hareket etme hakkını kendinde görmesiyle başlar” diyor Hoffer. Benim nasıl inanmam gerektiğini, kendimi bağlı olduğum etnisite içinde nasıl hissetmem gerektiğinin dayatılması gibi. Cumhuriyet dönemimiz hep böyle geçmedi mi? “Benim dediğim ölçülerde müslüman olacaksın” dediler. Devletimin adı Türk ama “benim dediğim ölçülerde Türk olacaksın” da demediler mi? 1944 olayları ve tabutluklar neden yaşandı sanıyorsunuz?

Şimdi bu satırları okuyan laikçi bir insan hemen Cumhuriyet düşmanı yaftasını yapıştıracak. “Aşırının körlüğü, kendisi için bir güç kaynağıdır, çünkü engelleri göremez.” Hâlbuki cumhuriyet ile bir sorunumuz yok. Bir yönetim şekli değil mi? İster cumhuriyet olsun ister krallık. Yeterki hürriyet, adalet, eşitlik olsun. Bunlar yoksa hangi fazilet?

“Bütün kitle hareketleri, taraftarlarına ölümü göze almak ve birlikte yürüyüşe geçmek duygusu yaratır. Yine bütün kitle hareketleri, güçlü bir faaliyet akışı yaratmaya muktedirdirler ve körü körüne bir inanç ve sadakat isterler.” Bunu en bariz şekilde bizde görüyoruz. Her toplum olayında kendini feda etmeye hazır militanlar böyle değil mi? Ben buna karşıyım öyleyse yıkmam gerek zihniyetini yaşamıyor muyuz? Gezi olaylarında ülkede kalan son 6 ağaç için kendini feda edenler olmadı mı? Ortalığı yakıp yıkanlar değil 6 ağaç, binlerce ağacı kesen zenginlerin orman içi tesislerini görmezden gelmişti. Çünkü körü körüne bir inanç ve sadakat içindeydiler.

“Geleceğe karşı duyulan korku, bizim şimdiki düzene sarılmamıza; geleceğe ait beslenen umut ise bizim değişikliğe karşı istekli olmamıza neden olur.” Osmanlı dünyaya islam medeniyeti ve kültürünü yaymış bir devlet, islam eserleri bırakmış bir imparatorluktu. Faziletli cumhuriyet mimarları laik felsefeyi din düşmanlığı olarak lanse edince geleceğe ait korkular depreşti insanlarda.

İktidara geldiği andan itibaren ben müslümanım diyene anında tepki verdiler. “Otobüsler haremlik-selamlık olacak, bütün insanlara namaz kıldıracaklar, oruç tutmayanlar dayak yiyecekler.” Uyduruk olaylarla bunları beslediler. Bu söylenenlerin hiç biri olmadı. Aksine laikçilerin iktidarı döneminde açılmayan kiliseler bile devlet parası ile restore edilip açıldı. İslamın hoşgörüsü, dinsizlerin hoşgörüsüzlüklerini yenemedi. Hiçbir laikçi bu sebeple dayak yemedi ama camide sela okuyan hoca laikçiler tarafından darp edildi.

“Büyük umutların pençesine takılan bu kişilerin gözleri pekleşir, gerekirse mevcut düzeni yıkarlar ve yeni bir dünya yaratırlar. Bu nedenle devrimler, özel haklardan yoksun bulunanlar tarafından yapılabildiği gibi, özel hak (imtiyaz) sahibi kişiler tarafından da yapılabilir.” Bizim her toplum olayında, olayların arkasında ülkenin para akışını yönetenleri görmedik mi? Bütün dünyada solcular proleter sınıfındandır. Bizde bütün zenginler solcudur. Şimdiye kadar yaşadığımız bütün darbelerin arkasında para sahipleri vardı.

“Bir insanı savaşmaya ve ölmeye hazır duruma getirme tekniği; o insanın kişiliğini bedeninden ayırmaktan ibarettir. Diğer bir ifadeyle; onun kendi gerçek kişiliğine sahip olmasını önlemektir. Bu işlem, o kimsenin kapalı, kolektif bir topluluğun içinde eritilerek o topluluğa uydurulmasıyla sağlanır.” Ondan sonra elinde sapan ve patlayıcılarla ekmek almaya gönderirsin. Bilmem hangi ülkeden siyahlı, kırmızılı kadınlar tomanın önüne dikilir ama Berkin’ler ölür. Çünkü onun kişiliği yoktu, kolektif potada eritilmişti.

“Luther demişti ki; “İncil’in dünyasına öyle sarılmalıyız ki, eğer Tanrı’nın bütün meleklerinin bana inancımdan farklı şeyler söylemek üzere geldiğini görsem, inancımın bir hecesinden bile şüphe etmeyi aklımdan geçirmeyeceğim gibi, gözlerimi kapar ve kulaklarımı tıkarım.” Müslümanım der ama öğretenin söylediğinin Kuran’a ters düştüğünü gösterseniz de yine kabul etmezler. Luter’in dediği gibi gözlerini kapatmış, kulaklarını tıkamışlardır.

Öğretenler, iktidarı ve iktidar yanlılarını öylesine düşman olarak göstermiş ki kendi ordusunun, ülke güvenliği için terör örgütü ile yaptığı savaşı bile kaybetmesini diliyorlar.

Hâlbuki beynini o öğretenden kurtarsa ülkesini, milletini, ülkesinin tehlikeleri bertaraf edemediği takdirde düşeceği durumları değerlendirecek. İç politika ile dış politikanın farkını görecek. ABD ne isterse yapıp, kuyruk gibi ardından gitme onursuzluğundan kurtulacak. Alışmışlar, batı dünyası aleyhimize de olsa bir plan yapar, biz ses çıkarmayız. Sonra bizdeki yıkıcı sonuçları için savaşırız. Ya da savaşır gibi yaparız. İlk kurulduğu yıllardan beri PKK ile yaptığımız mücadele gibi.

Şimdi bu zihniyette olan bazı eski askerleri görünce, iyi ki emekli olmuşlar diyorum. Çünkü onların namlularını hangi yöne çevireceği belli olmaz. Hepsi “yurtta sulh cihanda sulh”u yanlış anlamış. Bunu pısırıklık olarak algılıyorlar. Suriye’de müdahil olmasak bile, ABD’nin planları gerçekleştiği takdirde bize bulaşacaklarını göremiyorlar. Ortadoğu’da ki sınır düzenlemesine bizim de dâhil olduğumuzu anlamıyorlar.

Tarafların ne iç politikadaki hataları tenkidimize, ne de dış politikadaki desteğimize aklı ermiyor sanırım. Evet, benim paramla kilise yapılmasını, fazladan ödediğim elektrik faturalarını, bankalar eliyle soyulmamızı, iki yıl önce 600 TL olan sürücü kurs ücretinin taban fiyat ile 1600 TL olmasını v.s. tenkit etmeye devam edeceğim. Ama dış politikada hatalı bile olsa destek olmaya devam edeceğim. Çünkü biliyorum ki, destek olmazsak, elektrik faturasını tenkit edeceğimiz bir devletimiz bile olmayacak.

 “Biz, laik demokratik cumhuriyet için yemin ettik, bu ordu cihatçı, yamyam ordu olmuş. Çağırırlarsa gitmeyin” diyen kâfirlerle de işimiz olmaz. Onlar Fransız, İngiliz v.s. ordusuna gidebilirler. Biz müslümanız ve dinimiz için, vatanımız için savaşmaya devam edeceğiz.

Rakibini bir türlü yenemeyen boksör tabanca ile kafasına sıkmaz. Daha çok antrenman yapar yenmek için. Biz nerede hata yapıyoruz diye düşünmek yerine, düşman safında yer almak vatan hainliği ve ahmaklıktır.

Hiç kimse şehit gelmesini istemez, vatan hainleri dışında. Bir zaman biz şehitlik nöbetindeydik, şimdi bize göre daha genç olanlar. Görev bize düşerse zerre tereddüt etmeden gideriz. Vatan ve millet için şehit gelecekse bırakın gelsin. Bilin ki; şehit gelmezse, düşman gelir.
Alıntılar:
Kesin İnançlılar- Eric Hoffer

22.01.2018