20 Temmuz 2018 Cuma

TARİKAT, CEMAAT VE DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI


Bu konu üzerinde neden ısrarla duruyoruz?

Kökü on yıllara dayanan işgalin, başımıza yağmur gibi musibet olarak yağdığını herkes yakin olarak müşahede etti. Bu gerçekle yüzleşme olmasaydı, yazdıklarımız belki din düşmanlığı olarak algılanacaktı. ( Pensilvanya kaynaklı ihanet şebekesini 2002 yılında yazan Necip Hablemitoğlu irtica deyince, aslında kendisini destekleyecek olan dindarlar bile karşı çıkmıştı. Tehlikenin tespiti doğru ama isimlendirme yanlıştı. )

Hâlbuki maksadımız dinimizi İslam olarak muhafaza etmek, Müslümanları fitneden korumak ve sahtelere karşı uyarmaktır. Bunu yaparken sahte dindar, dini siyasete alet edenler, laiklik adına dini yasaklayanlar diye ayrım yapmadık.

Yapmadık, çünkü dini yasaklamak veya Müslümanları devletin istediği nizamda müslüman yapmakla, dini yozlaştırmak isteyen dış kaynaklardan beslenen hoca kılıklılar arasında hiçbir fark görmedik. İslamda bir tek nizam vardır, İslamın kendisi. Devlete göre islam, hocaya göre islam, şeyhe göre islam olmaz.

Diyanet İşleri Başkanlığını, Osmanlıda meşihat makamlığınca Şeyhülislam eliyle yürütülmesinden ele alıp şimdiki haline gelinceye kadar geçirdiği evreleri uzun uzun anlatmaya gerek yok. Aslında laik bir devlette olmaması gereken bu kurumun, bizim laikliğimizin de hilkat garibesi olması nedeni ile kesin bir ihtiyaç olduğu kanaatindeyiz.

Başlangıçta Diyanet İşlerinin, icraatlarına bakınca, kuruluş gayesi devletin istediği kalıpta Müslüman yetiştirmek olarak görünüyor. “Laik müslüman” rejimin ideal olarak gördüğü tipti. Kıble tayini yapmak, namaz vakitlerini ayarlamak, camilerde ezan okutmak ve namaz kıldırmak, Cuma günleri hutbe okutmak. İhtiyaç olursa diye cumhuriyet ilkelerini sarsmayacak şekilde fetva verecek fetva kurulu oluşturmak.

Cuma hutbelerinde hocalar Kuran’dan bazı ayetler okur. Sonra Peygamber Efendimiz döneminden menkıbeler anlatırlar. Bu anlatılanlar hayatımızda uygulanması gereken kurallar diye algılanmaz bile. İnsanlar Malazgirt meydan muharebesi gibi dinler ve çıkardı camiden.

Bir şeyi yasaklarsanız cazibesi artar. Merdiven altına iner demiştik. Şeyhler ve hocalar din eğitimi vermeye başlar. Bu oluşumlar gittikçe büyük cemaatlere dönüşünce, bu insanların toplum üzerinde etkisinin arttığını gören toplum mühendisleri boş durmaz tabi.

İslam cemaate önem verir. Bir arada olmak, birlikte olan Müslümanların aralarında sevgi bağının oluşması, saldırı karşısında birlikte hareket etmek gibi faktörler daha ilk yıllardan beri tavsiye edilmiştir.

Cemaatle ilgili Rahmetli Prof. Dr. Esat Coşan hoca “İslam'da cemaatle beraber olunması tavsiye edilir. Cemaatle beraber olmak "hakla", "hakikatle" beraber olmaktır! Tek başına olsa bile, hakikatle beraber olan cemaattir. Hakikatten kopmuş olanlar, milyonlarca da olsa tefrikadadır” demiştir.

Cemaati tavsiye ederken elbette “hakla, hakikatle” olanları kast ediyoruz. Zaman zaman içine İngiliz kaçmış dediğimizde nasıl anlam yükleniyor bu söze bilmiyorum. Maksadımız asıl kurucu beyinlerin onları kullananlar olduğunu, ya da daha sonradan şeyhin, liderin satın alındığını anlatmaktır. Baktığınızda İngiliz falan göremezsiniz. Bizden birileridir onlarda.

Esat Coşan hoca onu da “Bugün maalesef tüm İslâm âlemi emperyalist güçlerin sultası altındadır. Kuş uçurtmazlar, takip ederler... Hem de kendisi takip etmez... Amerika seni John'la takip etmez, Smith'le takip etmez. Adı senin benim gibi olan Müslümanla takip eder; canına okur. O milletin içinden çıkmış hain vasıtasıyla takip eder ve millete en büyük zararı, kendi içinden çıkmış insanlara yaptırır. Parayla satın alır, ajan edinir ve öyle kullanır” diye anlatıyor.

Bütün cemaat ve tarikatlar sahtedir, hocaların hepsi emperyalizme hizmet eder demiyoruz elbette. İyi olanları da vardır. Bunu ayırt etmek için biraz ilim sahibi olmak gerekir. Her fert dinini bilmek zorundadır.  Bilmek için de okumak gerekir ki doğru ile yanlışı ayıralım. Bunu da Esat Coşan hoca “Herkese ajan demiyoruz; metot bilmediğinden, ilimden uzak olduğundan emperyalist onu kullanır, fark etmez. Sahte bir takım organizasyonlar var, topluyorlar insanları etraflarında, ondan sonra onları toptan satıyorlar! Götürüyor, olmadık yere bağlıyor... Mü'min feraset gözüyle bunları anlayabilmeli. Hizmet ediyorum diyen insanları, organizasyonları irfan teraziniz ile tartın!” diyerek müminin ferasetine bağlıyor. Bilgi olmadan feraset olur mu? Emperyalist onu kullanır, o da insanları sürü gibi peşine takar.

Yazdığımız bir ayet için dahi “bunu ya benim hocam ya da filan hoca derse kabul ederim” diyen insan aslında Allah’ın tavsiye ettiği din dairesine değil, hocasının din diye sunduğu daireye girmiştir. Ayet, Allah’ın sözü olduğu halde onu hocasının tasdik etmesini istiyor. Çünkü hocası onun ilahı olmuştur, Allah’tan daha iyi bilmektedir. Yine Esat Coşan Hoca, “Böyle birtakım insanlara, organizasyonlara körü körüne bağlanmayın! Her birinize istiklâl tavsiye ediyorum. Hür olun, hizmeti kendiniz tespit edin, yapmaya çalışın!” diyor. Lakin bunun için bilgi gerekir. Bilgi de Allah’ın indirdiği kitap ve o kitabı bize getiren ve açıklayan peygamberimizdir. Ancak vatandaş hocasından başka ilah bilmemektedir.

Ne dinimiz ne de devlet hizmetleri tek kişi ile kaim değildir. Olmadığı zaman bütün faaliyetlerin duracağı insan yoktur. Hizmeti yapacak insanlar mutlaka bulunur. Emekli olmuş CİA elemanına gidip, “bu görev var ama senden başka yapacak kimse yok” demek ancak filmlerde olur. Esat Coşan hocamız ne güzel söylüyor. “Emperyalistlerin türlü oyunları var. İslâm, bir kimsenin hizmetiyle yürüyecek hâle gelirse, o kimseyi yok ederler, öldürürler, satın alırlar, tehdit ederler. Ne yapmak lâzım? Hizmeti yaygınlaştırmak lâzım, herkesin lider olması lâzım. "Tek lider, vazgeçilmez insan..." diye bir şey olmaz. Bakın, Filistinli çocuklarla niye başa çıkamıyorlar? Hepsi lider.”

İnsan sorgulayıcı olmalı. Mutlak doğru düşünen, her şeyi doğru düşünen insan yoktur. Onun için yanlışlar sorgulanmalıdır. Sorgulama olmayınca “Onun için, teşkilât kurdurtuyorlar; teşkilâtın başına kendi adamlarını, hain bir kimseyi koyuyorlar. Öteki insanların hepsini, üzüm salkımı gibi oraya buraya götürüyorlar” diyen Esat Coşan hocayı, 15 Temmuzda kendi halkını bombalayanlar doğrulamadı mı?

Hocasının huzuruna dört ayak vaziyetinde gidip, sonra geri geri çıkanları o hoca ikaz etmiyor ve bunu kabul ediyorsa, o hoca sahtekârdır. Siz okumayın, biz okur size anlatırız diyen hoca sahtekârdır. Çünkü maksat kayıtsız şartsız insanları kendisine bağlamaktır. Körü körüne bağlı olan insandan daha tehlikeli bir şey olamaz.  Esat Coşan hoca bile;

“Müsaadeli, ağabeyli, bilmem neyli hizmet olmaz... Tabii olmayın kimseye!
Bana da tabi olmayın!
Bana tabi olursanız, beni sıkıştırırlar. Ondan sonra,
"Sen bu adamlarına şöyle yap!" derler.
İslâm'a, Allah'ın emrine tabi olun!
Allah'ın dinine hizmet edin!
Tek başınıza olsanız da, hakla beraber olun!
O zaman İslâm kalkınır; başka türlü kalkınamaz! “ diyor. Gerçek hoca böyle der işte. Çünkü görevi insanların Allah’a tabi olmasını, Allah’ın dinine hizmet etmesini sağlamaktır.

Dönem dönem aman fitne olmasın, bu yanlış ama söylemeyelim denmektedir. Yahut bana sağlanan bu menfaatlerime engel olur diye susmak, doğruları söylememek aslında en büyük fitnedir. Yine Esat Coşan hocamız ““Dirlik, düzenlik, birlik, beraberlik, organizasyon bozulmasın" diyorlar”” diyerek ne yapılması gerektiğini şöyle izah ediyor.

“Her biriniz İslâm için, kendinizin dünyada kalmış tek adam olduğunuzu düşünün. Ama senin gibi aynı hedefe yürüyen başka insanlar varsa; onlarla da işbirliği yap! Yapmıyorsa, silkele at be! “
“Sen onu sırtında taşımak zorunda mısın?”
“Beni sırtında taşımak zorunda mısın?”
“Kimse kimseye hürriyetini vermesin! “
“Hürriyet aziz şeydir. İnsan, ancak Allah'a kul olur” diyen bu muhterem insan, istihbarat örgütlerinin tarzı ile trafik kazasında 2001 yılında hayatını kaybetti. Aslında bu bir suikasttı. Esat Coşan hoca açıkça görüldüğü gibi hizmet hareketi denen küfür hareketini tenkit ediyordu. Emperyalistlerin kontrolüne girmiş olan cemaat ve tarikatlar yıkıcıdır, öldürücüdür. Önüne çıkan engelleri gerekirse öldürerek ortadan kaldırır.

Bazılarının Diyanetin böyle bir görevi yok demesine rağmen DİB’nın sahte cemaat ve tarikatları ifşa etmek için çalışma başlattığını öğrendim. Camide namaz kıldırmaktan daha önemli bir görevdir bu. İnsanlar nasıl olsa birini imam yapar ve namazını kılar. Yanlış ilmihal bilgilerini, Kuran dışı davranışlarını isimleri ile anlatmak zorundadır.

Bunu yaparken özgür olmalı, hiçbir siyasi baskı altında olmamalıdır. Siyasilerin oya ihtiyacı vardır ancak gerçek din hizmeti yapanların oya ihtiyacı yoktur. Onlar Allah rızası için, Allah’ın dinine hizmet için çalışırlar. Siyasiler de onlara destek olmalı, oy kaygısı ile küstürmemek için doğruların gizlenmesini istememelidir. Aksi halde önceleri laik müslüman yetiştiren devlet, şimdi de sahte müslüman yetiştirmiş olur. Yeterince yetişmiş sahte müslüman var zaten.

Buna engel olmak isteyenler çıkacaktır elbet. Sadece din konusunda değil, hangi konu olursa olsun, yanlış bildiğini değiştirmeyen, doğruları kabul etmeyen yobazlar hep vardır. Zaten yobazlık bu demek değil midir?

Ayetleri eğip bükerek meal yazanlar var. “Kitap ehlinden öyle bir güruh da vardır ki, siz onu kitaptan sanasınız diye, dillerini kitaba eğip bükerler. Hâlbuki o, kitaptan değildir. Bu Allah katındandır derler. Oysa o, Allah katından değildir. Allah’a karşı, kendileri bilip dururken yalan söylerler” Al-i İmran 78 ayetinde anlatıldığı gibi.

Bir grup da vardır, ne kadar sahih olmayan hadis varsa onlara sarılmıştır. Hatta “öyle müteşabih hadis var ki duyunca başın tavana vurur” diyecek kadar cahildir. Hoca dediği tanrısı öyle öğretmiştir çünkü. Müteşabih hadis olmadığını dahi bilmez. Müteşabih ayet, bizim beşer aklı ile anlayamayacağımız ayettir. Peygamberimizin görevi bize anlatmak açıklamak olduğu halde, anlamayalım diye neden anlattığını dahi sorgulayamaz. Müteşabih hadis olduğuna inandırılmıştır.

Günümüzde medyada izlediğimiz, Kuran’a göre konuşan hocalar sosyal medyada anında linç ediliyor. Hayatında bir ayeti bile Kuran’ı açıp yüzünden okumamış tipler “kâfir” bile diyorlar o insanlara. Eğer Kuran diyorsanız, hiçbir ima olmasa bile anında “sen hadisleri, sünneti reddediyorsun” diye yaftalıyorlar. Hâlbuki Kuran’ı bilen, Kuran’ı anlatan insan hadisleri reddedemez. Çünkü Kuran,  “Peygambere uyun, onun yolundan gidiyor” diyor.

Duyduğumuz her şeyi sorgulamadan inanmak, paylaşmak fitne olarak yeter. Birlik ve beraberliğe en çok ihtiyacımız olduğu dönemler bunlar. Kimse kimseyi hainlikle falan suçlamasın. Herkes önce kendine baksın. Yobaz sadece din konusunda değildir dedik.

 Sosyal medyada bir bilgi yayılıyor. Aradan zaman geçiyor bakıyorsunuz birileri yine sahneye sürmüş. Atatürk, Suud kralına telgraf çekip, Peygamberimizin kabrinin tek taşına dokunursan, ordumu alır güneye gelirim demiş. Bunu da bir gazeteci ile muhafazakâr yazar ve siyasetçi bir Prof.TV de konuşmuş. Tarih 26 Haziran 1919. Kimse sorgulamıyor. Bu sorgulamayanlar da sahte hocasını sorgulamıyor diye birilerini kınayanlar.

Hâlbuki düşünse ortaokul bilgisi bile yeter.

Atatürk henüz Atatürk değil.

Atatürk 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıktı.

Amasya Tamimi 22 Haziran 1919

Erzurum Kongresi 23 Temmuz 1919

Sivas Kongresi 4 Eylül 1919

Henüz ortada ne ordu var ne de silah.

Ordu falan yok ama Atatürk Suud Kralına “ordumu alır, güneye gelirim “ diyor. Ne zaman diyor? 26 Haziran 1919. Daha Erzurum kongresi bile yapılmamış.

Peki, Suud Krallığı var mı? O da yok tabi.

27 Mayıs 1927'de İngilizlerle yapılan anlaşmayla "Necd ve Hicaz Krallığı" bağımsız bir devlet statüsü kazandı. 1932'de devletin adı "Suudi Arabistan Krallığı" olarak değiştirildi. 

Sorgulayın diyenler de sorgulamıyor. Bunlar da kemalizmin yobazları. Tepeden iki gruba da bakın. Aralarında ne fark var?

Bir başka grup var, kendilerini zincirlerle döverler. “Kuran’dan ayet çıkarılmıştır” derler. Ayette geçmediği halde ilave yaparlar. Devletim de onlara söz verir, “cemevlerinin statüsünü tanıyacağız” der.

Rabbimiz insanın kendine eziyet etmesini, kendini öldürmesini ( intihar) yasaklamıştır. “Hiç şüphe yok ki Kuran’ı biz indirdik, elbette onu yine biz koruyacağız” Hicr-9 ( bu ayette, Kuran lafzı geçmemektedir. Nezzelna zzikr diye geçer. Zikr Kurandır.) ayeti korunduğunu söylediği halde değiştiğini söylemek küfürdür. Bir ayeti bile reddetmek küfürdür. Hele Peygamberimizin ayeti gizlediğini ve tebliğ etmediğini söylemek insan aklının alacağı şey değildir.

Bu görüşte olanlar ne Allah’ı Kuran’da anlatıldığı gibi anlamış, ne de Peygamberimizi övüldüğü gibi kavramıştır. Miracda bizim aklımızın almayacağı şeyleri gören, “benim bildiklerimi bilseydiniz az güler çok ağlardınız” diyen bir peygamber, Allah’tan korkmuyor ve tebliğ et denilen ayeti gizliyor. Alevilerin dayandığı ayet “Ey resul! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan, onun elçiliğini yapmamış olursun. Allah seni insanlardan korur” Maide- 67 ayetidir. Aleviler “ Ey sevgili peygamberim! ( Ali hakkında) Rabbinden sana indirileni tebliğ et” derler.

Hicr-9 ayetinde Kuran değil, zikr denmekte ve o da Kuran’dır diye özellikle yazdım. Ancak Maide- 67 ayetinde Ali kelimesi hiç geçmemektedir. Onu parantez içinde kendileri ilave ederler. “Sevgili peygamberim” de yoktur.  Kuran’da 4 halifeden hiç birinin adı geçmez. Üstelik “Gadir-i Hum denilen yerdeki olaydan ilk dönem ravileri hiç bahsetmez” diyor Diyanetin İslam ansiklopedisi.

Bakıyorsunuz biri çıkıp, “Feto bahane edilip, Hak tarikatlara, mürşidlere saldıranlar var” diyor. Hangi tarikatın hak olduğunu nasıl tespit etmiş bilgi yok tabi. Hele mürşid nasıl tespit edilmiş, bu zamanın mürşidi kim o da belli değil. Daha önce mürşid dedikleri zatın kitaplarının hepsini okudum, mürşid çok hafif kalır. Adam resmen peygamber.

Diyanet işleri Başkanlığı bir kurul oluşturup, bütün cemaat ve tarikatları, alim sıfatı ile kitap yazanların kitapları mercek altına almalı. Vatandaş doğru ve yanlışı madem ayırt edemiyor, diyanetin açıkladığı sahteleri en azından devletin kurumundan öğrenir. Bu ülkeye ihanet eden cemaatler sadece Feto Ve Adnan Oktar mı? İnsanları kendine taptıran başka şeyh yok mu?

İtiraz edenler, “hukuken suç işlememiş ise bir şey yapılamaz, onun da görüşü öyle ve fikirlerini yazıyor veya söylüyor” diyorlar. Zaten biz de hukuken bir şey yapın demiyoruz. Eğer onun Kuran dışı fikirleri, din diye anlatma hakkı varsa, Diyanetin de bunun sözlerinin din dışı olduğunu söylemeye hakkı vardır. Özgürlük sadece sahte şeyhlere mi olacak.  

“Bir dezenformasyonun tesirli olması için %90’nın doğru olması gerekir” diyor Peter Dale Scott. Hocasının söylediği bazı sözleri başka yerden de duyan mürid, hocasının doğru olduğuna kanaat getirir. Onun için yanlış olanlar dikkatinden kaçar.

Müslüman aklını kullanan insandır. Müslüman okuyan, sorgulayan insandır. Müslüman kula kul olmayan, Sadece Allah’a kul olan insandır.

Alıntılar: Prof. Dr. Mahmud Esad Coşan hocamızın 5. Mayıs. 1990 tarihli sohbetinden alınmıştır.  Bu linkten izlenebilir. https://www.youtube.com/watch?v=zNHoPcx1Pi0





4 Temmuz 2018 Çarşamba

TÜRKLERİN YENİ DİNİ


“Ne güzel araziye uymuş yazı yazmadan usul usul sıvışıyor çaktırmadan uzaklaşıyorduk bu köşeden, Tayyip Bey 'komünistler' diye ayağa kalkınca, bir kaç cümle yine şart oldu” demiyoruz biz. Ne diyoruz peki?

Nihat Bey “ Türkler Anadolu’da yeni bir din kurmuştur” deyince birkaç cümle şart oldu diyoruz. Baktım en son yazıyı Şubat ayında yazmışım. Okuma yerine slogan üreten toplum, yazmama kararı aldırmıştı. Ancak “Türklerin yeni din kurma” saçmalığını görünce, bu tehlikeye karşı yazmak farz oldu.

Evet, Nihat Genç’in Mart sonunda “Güncelleme dediğinizi biz bin yıl önce yaptık” dediği yazısını görme bahtsızlığını yaşayınca, doğruları anlatmak, tehlikelere karşı uyarmak görevimiz olduğunu hatırladım.

Ülkemizdeki sağ-sol kavgasının aslında gladyo örgütünün bir korku yaratıp, toplumu kutuplaştırma ve kavgaya tutuşturma oyunu olduğunu bilmeyen kalmadı. Komünizm diye bir tehlikenin var olmadığını da 12 Eylül darbesi sonrası yurt dışına kaçan komünistlerin Rusya’ya ( SSCB) değil batıya kaçmaları başka neyi anlatır sizce? Solun da sağın da arkasında ABD’nin olduğunu elbette.

Aslında SSCB’de bile komünist bir rejimin var olmadığını, polit büro üyelerinin yönettiği bir dikta rejimi, hatta diktadan da öte insanların köle nizamında yaşadığını anlamayanlar, varmış gibi davranıp “şeriatçı hocalar” diyerek islama saldırmak için zemin olarak kullanıyor. Buna da “komünist ortaklaşmacı kamucu siyaset” diyorlar.

Şeriat, “İslam Hukuku” demektir. Müslüman elbette şeriatçı olacaktır. Ben şeriatçı değilim diyen müslüman İslam dışıdır. Hem müslümanım diyeceksin hem de İslam hukukuna karşı çıkacaksın. Böyle bir şey akıl dışıdır.

Çok defa yazdık, şimdiki tarikat ve cemaatlerin büyük bölümünün içine İngiliz kaçmıştır. İngiliz etkisi cemaat ve tarikatların içine farklı şekillerde girmiş, insanların uyanmayacağı şekilde uyum sağlamıştır. Feto örgütü buna en güzel örnektir. ABD’ye hizmet eder gibi görünen örgütün asıl İngiliz’e hizmet ettiği açıktır. ABD, İngiliz’in silahlı gücüdür.

İslam toplumunda yanlış hocaların olması, İslam hukukunun yanlışlığı değil, Kuran ve sahih hadislerden uzaklaşan insanların yanlışıdır ki, bunları da ben ajan provokatör olarak görüyorum. Çünkü Kuran okuyan bir insan, Nihat Genç’e “ şeriatçı hocaların saçma sapan çağdışı fetvalarını gördükçe” cümlesini kurdurtmaz. Eğer İslama saldırılmasına vesile oluyorsa açık provokasyondur bu.

Hocasına, şeyhine dört ayak vaziyetinde emekleyerek yaklaşıp, sonra aynı vaziyette geri geri giden insan cübbeli de sarıklı da olsa Allah dışında bir ilah edinmiştir. İslam tarihinde hiçbir kaynak, Peygamber Efendimizin huzurunda böyle bir davranışın olduğunu yazmaz. Bu tür davranışı kabul edip, bu yanlıştır demeyen bütün hocalar ve şeyhler de sahtekârdır.

Anadolu’da ortaya çıkan inanışlar din değildir. İslamı bozmak, yozlaştırmak, insanları gerçek İslamdan uzaklaştırmak için uydurulmuş Yahudi fitneleridir. Alevi-Bektaşi kavramlarının çıkış noktasının Hz. Osman’ın katline kadar gittiğini, Yemenli Yahudi Abdullah İbn’i Sebe’ye dayandığını defalarca yazdık. Şiiliğin bize uyarlanmış halidir.

 “İslamiyetin emirlerinden bir emri yapmayanın ma’rifeti sahih değildir” diyen Muhyiddin’i Arabî’ye isnatla “dünya tanrının bedenidir der ve dünya içre bütün varlıklar onun parçalarıdır, ağaçlar taşlar bitkiler insanlar, her şey Tanrı'nın bedenidir ve üstüne, bu parçaların birbirine üstünlüğü yoktur, hepimizin aynı nefes aynı canız, işte yeni dinin bu felsefesi Anadolu'yu bambaşka bir insan ve doğa ve Tanrı anlayışı içine sokmuştur” demek “vahdet’i vücud’u anlamamaktır.

“La mevcude illa hu” O’ndan başka mevcut yoktur demek olduğuna göre, Allah dışında bütün mahlûkat yok kabul edilmiştir. Hristiyanların “ Allah İsa’nın bedeninde dünyaya inmiştir” dediği gibi Allah’ı tabiattaki ağaçların, taşların, bitkilerin bedenini ile var olduğunu, bedeninde olduğunu söylemek cahillik değil ise Küfürdür. Canlı cansız her şey Allah tarafından yaratılmıştır. Ancak Allah bunların hiç birinin bedeninde değildir.

Hele Ahmet Yesevi geleneğinden gelen İslamı Mecusilik ile eşlemek tam bir cahillik örneğidir. “Zikrederek, şükrederek Hakk'ı buldum. Âşık olup, kınanarak candan geçtim” diyen bir zatın ekolüne hangi “şeriatçı hoca” Mecusi demiştir onu da deseydi keşke. Mecusiliğin ateşe tapanlar olduğunu bilmiyor sanırım.

Tamamen ticari hayata yönelik olan ahiliğin bir din, bir inanç gibi anlatılması tam bir cehalet örneği. Ahiliğin ilkelerine baktığınızda ve tek cümle altında topladığınızda “iyi huylu ve güzel ahlaklı olmak” diye özetlersek, bu zaten İslamın birinci önceliği.

Bâtınilik islam dışıdır. Kuran’ın zahiri ve Bâtıni manası yoktur. Kuran’da müteşabih ayetler vardır. Bizim beşer aklı ile anlamadığımız ayetler. Hacc suresi 18. Ayette “ Görmedin mi göklerdeki kimseler, yerdeki kimseler, Güneş, Ay ve yıldızlar, dağlar, ağaçlar bütün hayvanlar ve insanların birçoğu hep Allah’a secde ediyor” denmektedir. Ağacın, kayanın secde ettiğini görmediğimize göre beşer aklı ile anlaşılmayan bir ayettir. Ancak Rabbimiz böyle dediğine göre secde ediyorlar. Bu batınidir deyip nasıl secde ettiklerini açıklayan hoca varsa sahtekârdır.

Bâtıni Muhammed Abduh, Fransa’da ki hocası Cemaleddin Afgani’ye mektubunda Davranışlarımızı senin muteber talimatına göre tanzim ediyoruz. Dinin başını, dinin kılıcı ile kesiyoruz” diye yazıyordu. Bunu insanlara muteber bir inanç gibi sunmak en büyük fitnedir.

Melamilik; “İyiliklerini ve ibadetlerini gizleyeceksin” diyormuş. Ben ramazan ayında oruç tuttuğunu gizlesin diye halkın önünde su içen melamiyi dinledim. Sırf ibadetini gizlesin diye halkın önünde su içme ahmaklığına din gibi bakmak da fitnedir. İslamı bozmak, İslamı yozlaştırmaktır.

Ahi Evran’ın “kardeşlemesine”, kazandığını paylaşmasına din gibi bakmaya ihtiyacımız yok ki. İslam zekât, sadaka ile yardımlaşmayı zaten öne çıkarıyor. Bunlar yardımlaşma değil mi? Bakara- 219 ayetinde “ Sana neyi infak edeceklerini soruyorlar. De ki: İhtiyaçtan artanı infak edin”  denmektedir. Bu yardımlaşma değil mi?

“Cumhuriyet herkesi eşitleyen yurttaşlık ve hukuk kurumlarıyla, Anadolu'da yeni bir din kuran bu ulu erenlerin özetidir, günümüzde insanı merkeze koyan, insanı eşitleyen, insanı herkesle kardeş kılan Nazım Hikmet gibi sosyalist aydınların kökeni bu soylu isyan tarihidir” diyerek adeta cumhuriyet bile din yerine konmaya çalışılmış. 90 yıldır cumhuriyetin faziletlerini anlata anlata bitiremediler. İngiltere, Hollanda v.s. bu faziletten yoksun kalan geri toplumlar demek ki. İslama isyana teşvik soyluluk değil dinsizliktir. Felsefi akımları din zannetmek cahilliktir. Cahillik değilse dinsizliktir, fitnedir.

Yazıda sadece pagan tanrıları Odin ve Thor unutulmuş. O tanrılarda yeryüzüne iniyor, insanlarla konuşuyordu. Tanrıyı bütün varlıkların bedenine koymaktan daha cazip değil mi.

Güya Türkçülük yapılıyor. “Arabın dinini” bırakıp yeni din kuruyoruz. Türk, eğer müslüman değilse Türk değildir. Yeni din kuran insanın her tarafı Türk olsa ne yazar.

“İslamın güncellenmesi” demek bütün kötü niyetlilere İslamı yozlaştırmak için alan açmaktır. Maksadı aşan bu tabir yerine “Kuran’a dönmek” denseydi, belki “Türkler bin yıl önce o güncellemeyi yaptı, yeni din kurdu” diyen çıkmayacaktı.

Ey Müslüman: Bütün bunlar İslamı bozmak, bazı inançları İslam dairesinde göstermek için uydurulan hikâyelerdir. Kaynağı çok eskilere dayanır. Müslümanın Kuran, Peygamberimizin sahih hadisleri ve sünnetinden başka rehberi yoktur. Kuran’a sarılmazsak bize ideolojileri, felsefi görüşleri islam diye yuttururlar. Şimdi olduğu gibi.

Peygamber Efendimiz veda hutbesinde “Ey mü'minler! Size iki emanet bırakıyorum, onlara sarılıp uydukça yolunuzu hiç şaşırmazsınız. O emanetler, Allah'ın kitabı Kuran-ı Kerim ve Peygamberin sünnetidir” demiştir.

5.7.2018