26 Şubat 2017 Pazar

“KARARGÂH RAHATSIZ” VE MEDYA YORUMLARI

Eğer dikkatli olmaz, araştırmaz, incelemezseniz medya sizi, gerçekten sevilmeye layık, en sevdiğiniz insandan bile nefret ettirir.

Haberi yapan medya evet, muğlâk bir ifade kullanmış. Bunu bütün medya yapmıyor mu? Dikkat çeksin, sayfa tıklansın diye yapıyorlar bunu. Mesela bakıyorsunuz haber sitesinde peş peşe tıkladığınız haberlerden birinde şöyle bir ifade.” Ordu, darbe yapmaya hazırlanıyor.”

Hemen kafanızda şimşek çakıyor “ vay alçaklar darbeye hazırlanıyorlar” diyor, haberi tıklıyorsunuz. Karşınıza şöyle bir haber çıkıyor. “Patangoya’da general bilmem kim liderliğindeki ordunun darbe hazırlığında olduğu bildirildi.”

Doğan medyayı sevdiğim, savunduğum için bunları söylemiyorum öncelikle bu biline. Aydın Doğan’ın “kırmızı fularlı kız”ı parlatan medyasını tenkit ettiğim için mahkemeye verdiği insanım ben. Sağ olsun, kendisinden de medyasından da hiç hazzetmem.

Zaten burada sorun Doğan medya değil. Sorun karşı tarafta. Habere bakamamıştım, dolanırken arada sosyal medyadan yazılanları okuyordum. Gazete haberi “Karargâh Rahatsız” diye vermişti. Yazanlar öyle yazıyordu. Aklıma “genç subaylar rahatsız” manşeti geldi. Galiba öyle bir durum var diye düşündüm.

Dehşetli bir gazetecimiz “Doğan medya derhal özür dile” diyordu. Hem de profilindeki parmak sallayan fotosu ile. Onun peşine takılan tek satır yazı okumamış ama çok bilgili olanlar “alçak Doğan Medya”ya ve 15 Temmuzda göklere çıkardıkları Hande Fırat’a saydırıyorlardı.

İçeriğini bilmediğim ve muhafazakâr medyanın da bilumum kriptoları göklere çıkardığını bildiğim için “Neredeyse Hande Fırat'ı CB başdanışmanı yapacaktık. Yine mi kandırıldık?”diye yazdım.

Dün akşam haberi okuma fırsatı buldum. Haberin giriş bölümünde özetle şöyle deniliyor. “TSK, terör örgütleri ile tarihi öneme sahip bir mücadele yürütüyor. Bazı kesimler, bir kısmı çarpıtılarak, bir kısmı asılsız iddialarla bu başarılara gölge düşürmek için haberler yapıyor.” İşte TSK bundan rahatsız olmuş ve 7 maddelik bir açıklama yapmış.

Bu açıklamada ne hükümete parmak sallamış, ne de darbe iması yapmış. Muhafazakâr medyanın akıllıları da haberi okumadan sosyal medyada çok okuyan, çok bilgili vatandaşı trollemiş. TSK ne demiş peki? Özetle onlar da şöyle:

1.Kadın subay ve astsubaylara başörtüsü serbestliği getiren kararı biz almadık. Siyasi otoritenin kararı bu. Bu konuda bize saldırmayın. Bu konular bizim dışımızda. Biz ancak ülke güvenliği için görevimizi yaparız. Bunlar bizim işimiz değil.

2.Hasan Karakaya’nın vefatında ailesine başsağlığı mesajı gönderildi diye saldıranlara, biz Tarık Akan, Mehmet Türker gibi toplumda kabul görmüş her insanın ailesine başsağlığı mesajı göndermiştik diyor.

3.Orgeneral Akar’ın, Cumhurbaşkanı ile yurt dışı gezilerine katılmasını tenkit edenlere de, gidilen geziler sayılmış ve Ülke menfaati için gerekli ise her yere gidebileceği ifade edilmiş.

4.Orgeneral Akar “görüşme için Amerikalı generalin ayağına gitti” diyenler için de, 5 defa görüşme oldu. Üç görüşme Ankara’da, iki görüşme İncirlik’te yapıldı deniyor. Ayrıca bu tür görüşmeler şartlara göre istenirse bir pastanede bile yapılabilir. İncirlik başka devletlerin kullanımına açılmış ise de Türk toprağıdır, bunu da hatırlatmakta fayda var.

5.2003 yılında çuvalcı komutan diye bilinen subayın, şimdi Amerikan Kara Kuvvetleri Komutanı olması ve 2015’de ondan liyakat madalyası alması tenkit konusu olmuş. Buna uygun bir cevap verilmiş. Bunlar devletlerin ilişkilerinde sembolik ritüellerdir. ABD yıllardır PKK’yı destekliyor, tenkit sahiplerine bakarsanız şimdi ABD’ye savaş açmamız gerekir. Devletlerin ilişkileri böyle yürümüyor maalesef.

6.Orgeneral Akar ve kuvvet komutanlarının 29 Ocak’ta Kardak kayalıklarına gitmesini CHP “turistik gezi” olarak diline dolamıştı. Buna cevap verilmiş. Aslında Yunanistan gerekli mesajı almıştı ama bizim yerli beyinsizler bunu anlamaktan yoksundu.

7.CHP’li, Mahmut Tanal, Orgeneral Akar’ın “darbeci” Mehmet Dişli ile ortak arsa aldığını gündeme getirmişti. Bu haberin yalan olduğu belirtilmiş. Mehmet Dişli Tümgeneraldi. Darbe girişimi öncesi kimin ne olduğu belli olmayan bir zamanda, aslında ortak arsa alınmış bile olsa bunda bir sakınca neden olsun ki?

Dikkat ederseniz açıklamalarda muhafazakâr kesimi rahatsız edecek bir şey yok. Öyle önceki yıllarda “ genç subaylar rahatsız” tarzında darbe çığırtkanlığı yapılmadığı gibi ima dahi yok. Hande Fırat’ın, 15 Temmuz gecesi muhafazakâr medyanın bile yayınlamadığı belki de yayınlamaya korktuğu konuşmayı, aslanlar gibi yayınladığı icraatına gölge düşürecek bir çaba da yok.

Benim fikrimde diye düşündüğünüz her insanın, sizin fikrinizde olmama ihtimali aklınıza gelmeden peşine takılırsanız böyle sonuçlar doğabiliyor işte. Benim fikrimden dediğiniz insan aslında bir ajan, bir başka ülkenin hizmetkârı olabilir. Daha önce hoca sandığınız adamın papaz çıkması gibi.

“Bu milletin feraseti, şimdiye kadar iç savaş çıkmasını önledi” diyorsunuz ya, bana göre öyle değil. Bu kadar okumadan, araştırmadan, kim olduğunu bilmeden peşine takıldığınız adamlar sizi bal gibi savaşa sürükleyebilir. Eğer çıkmadı ise, küresel organizatörler zamanı gelmediğini düşündüğündendir. Yoksa yayılacak bir yalan haberle, hepinizi sokağa dökerler, benden söylemesi.

26.2.2017









17 Şubat 2017 Cuma

İSTER EVET DEYİN, İSTER HAYIR AMA DÜŞÜNÜN

Bugünün Türkiye’si değil, bugün dünyanın içinde bulunduğu siyasi durumu anlamak için yüzyıl geriye gidelim diyorum hep. Hatta 160 yıl, 170 yıl geriye gidelim. O zaman dünyaya çekidüzen vermek isteyen aktörlerin, şimdi yine devrede olduğunu göreceksiniz.

Birinci Dünya Savaşı öncesi emperyalist devletlerin ve küresel güçlerin birbiri ile mücadele içinde olduğunu bilmiyorsak, imparatorlukları parçalayan zihniyeti anlamıyorsak, bugünü anlamak mümkün olmaz.

Bazen sohbetlerde o dönemlere ait bilgileri paylaşırken muhataplar nedense hemen konuyu getirip Erdoğan’a bağlıyorlar. O zaman Erdoğan yoktu diyorsak da pek inandırıcı olmuyor. Çünkü taraflar güdümlü füze gibi hedefe kilitlenmişler.

Eğer o dönem yaşananları, ülkeyi selamete çıkarmak isteyen İttihat Terakki’yi, bizim dünya savaşı dediğimiz petrol savaşlarını anlamıyorsak, ne coğrafyamızda yaşanan sınır düzenlemelerine, ne de iç politikada yaşananlara anlam verebiliriz.

Dünyaya yön veren küreselcilerin planı her zaman tutmuyor tabi. Bir plan tutmazsa, onun yedeği vardır. O da olmazsa yedeğin yedeği. Yine tutmazsa yedeğin, yedeğinin, yedeği. Yani, A-B-C derken alfabedeki harf sayısı kadar planları vardır.

Bazen bir plan öyle birkaç gün değil, 50 yıl, 60 yıl ertelenmiş olabiliyor. Mesela Osmanlı’nın yıkılması için bütün tezgâhları hazırlayan İttihat Terakki’nin gölge başkanı İngiliz casus Aubrey’in “Kürtler şu anda birlik olmaya ve devlet kurmaya hazır değiller “diyerek planı ertelediği gibi. Ne zamana kadar? Bazı insanların batıda yetiştirilip ülkeye gönderilinceye, PKK’nın kurulmasına, PYD, YPG adında örgütlerin açıktan silah desteği sağlanmasına kadar. O gün geldi mi bilmiyorum, hep birlikte düşünelim.

Yahut Mark Sykes’in casus Aubrey’e yazdığı mektupta “Onlar çöl bedevileri ve Türklerden tüm hücreleri ile nefret ediyorlar…..Daha sonra bir bahar ihtilalinde tüm şimali çöl kabileleri ile görüşülebilir. Aneze, Beni Sadr, Dürzîler, Advan. Eğer tüm bu sürüler batıya götürülürse Türkler tamamen felce uğrayacaktır” dediği gibi. “Bir bahar ihtilali” ile “ şimdi yaşanan “Arap Baharı” arasında bağ kuramıyorsak, bilmem kaçıncı yedek planla muhatap oluruz.

Seçimler yaşıyoruz, referandumlar yaşıyoruz ama aslında ülkemizde neler olduğunu anlamıyoruz. Bunu, ülkeyi seçimlere, referandumlara götüren siyasiler anlıyor mu bilmiyorum. Sanki anlamıyor gibi geliyor bana. Çünkü kullandıkları argümanlara bakınca o kanaat oluşuyor insanda haliyle.

Nisan 16’da yapılacak referandum için tarafların kullandığı sloganlara bakın. İçi boş sloganlar. İki tarafta bir şeyler söylüyor, şartlanmış insanlar içeriğe bakmadan peşlerinden gidiyor. Evet diyenler, aslında sadece tek bir madde için anlamsız ve gereksiz maddelerle süslenmiş değişikliğe oy verecekler. Slogan çift başlılığı ortadan kaldırmak, koalisyonları önlemek. Hayır diyenler, tek adamlığa karşı oldukları için oy verecekler.

Mevcut Cumhurbaşkanı ve Başbakan seçildiği müddetçe aslında çift başlılık söz konusu değil. Ama vatandaş yine de çift başlılık olmasın diye oy verecek.

Tek adamlık ne kadar kötü? Osmanlı padişahlık değil miydi? Cihan devleti olarak dünyaya yön veriyordu. Hala dünyada krallık olan rejimler yok mu? Belki bu da öcü değil. İngiltere krallık değil mi? O zaman iki tarafta konuya vakıf değil demek kalıyor geriye.

 Ergenekon yargılamaları yaşandı bu ülkede. Vesayet rejimini kırdık. Bavullarla belge vardı. Darbeci subayları kolundan tutup attık içeriye. Bunlar Amerikanın emri ile darbe yapacak olanlardı. Ordu onlardan temizlenince rahata erdi ülke. Daha sonra belgelerin uyduruk olduğunu anladık. Bir şeyi daha anladık, belki darbe düşünenler var olabilirdi içlerinde ama aslında biz Amerikan işgaline direnecek askerleri temizlemiştik. Reis “vesayeti kıracağız” diyordu. Yanlış olabilir mi diye düşünmedik hiç. Meğer bu bir Amerikan projesiymiş dedik sonunda.

Daha önce de referandum yapmadık mı? Neyi değiştirmiştik? O zaman yapılan değişiklik ile ülkeye daha demokratik olmanın yolunu açmıştık. Hatta o değişikliği Pensilvanyalı Papaz ve ekibi de desteklemişti. Hani Kuran ayetine ters düşen sözleri için “hocam diyorsa doğrudur” diyen şakirtlerin desteklediği. Şimdi “Reis diyorsa doğrudur” diyenler, o zaman da aynı sözü söylemişti.

Devletin bütün kurumları hile ile Amerikalıların eline geçmiş lakin biz farkında değildik. 2010’da evet derken daha demokratik bir yapı olacak diyorduk. Yüksek Yargı mensupları, yine yargı mensupları tarafından seçimle belirlenecekti. İdeal olan bir metod değil mi bu? Ama bütün yargı işgal altındaymış. Seçim yapmaya bile gerek yokmuş. Papazın işaret ettiği insanları, seçim yapmadan da o makamlara oturtabilirdik aslında. Pek fark yokmuş direk atama ile seçimin arasında.

MİT krizi ve 17-25 Aralık yaşanınca anladık ki birileri devleti ele geçirmiş, meğer bizim demokratik olsun diye değişiklik yaptığımız anayasa referandumu bir Amerikan planıymış aslında.

Çözüm denen meselede onlarca yazı yazdık. Bu plan yanlış, görüşülmesi gereken insanlar bunlar değil, vatandaş ile görüşün diye. Kafamıza yatmıyor ama buna rağmen bu ülkede eğer huzur olacaksa, şeytanla bile görüşülebilir, demek bir bildikleri var, olsun deneyin dedik. Hendekler kazılınca, hatta çözüm var diye hendek kazılmasına bile ses çıkarılmayınca, şehirler, ilçeler peş peşe özerklik ilan edince, anladık ki bu da bir Amerikan projesiymiş.

Fazla uzatmaya gerek yok. Şimdi de referandum yapıyoruz. Yine Reis bunun iyi bir şey olduğunu söylüyor. Gerçek manada Reis’in iyi niyetinden şüphemiz yok. Biz de “Reis diyorsa doğrudur” diyoruz. Etrafındaki Türk isimli Amerikalı v.s. danışmanlar falan temizlendi mi bilmiyoruz Reis bu kararı alırken.

Bu anayasa değişikliğini MHP’de desteklemekte. Sayın Devlet Bahçeli’nin milli oluşundan zerre kadar şüphemiz de yoktur. Cumhurbaşkanlığı seçiminde Sayın Bahçeli CHP ile işbirliği yapmış, çatı adayını desteklemişti.

O zaman Sayın Bahçeli doğru düşünüyordu. Bugün Sayın Bahçeli’ye karşı olan “Hayır” cılar o zaman karşı değildi. Çünkü düşünmeden Erdoğan karşıtlığına oy veriyorlardı. Hâlbuki “çatı adayı”, Pensilvanya’nın adayı idi. Yani Amerikan projesiydi.


Geçen gün muhafazakâr medyada yer almayan bir haber gördüm. Cumhurbaşkanı başdanışmanı fikirlerini açıklamıştı. Medyada, yalan haber yapmak moda olduğu için bu haber doğru mu diye sordum. Sosyal medyada tek kelime yazan olmadı. Muhtemelen kimse o tiwitimi görmemişti!

Başdanışman Sayın Adnan Tanrıverdi şöyle diyordu.”Eyalet sistemi getirilmelidir. Türkiye Cumhuriyeti’nin taşra teşkilatı ve devletin yönetim şekli yeniden düzenlenmelidir. Devletin kurumlarında ve uluslararası ilişkilerde resmi dil Türkçe olmalıdır….Devletin resmi okullarında isteyen Kürt vatandaşlarımıza Kürtçe eğitim hakkı sağlanmalı, ikinci dil Türkçe olmalıdır.” Bunları okuyunca, acaba iki yıl sonra 16 Nisan referandumu, Amerikan projesiymiş diyeceğimiz bir an gelir mi diye düşünmeden edemiyor insan.

İster evet deyin, ister hayır ama yanlış olan şeylere de yanlış deyin ki, icracı makamlar yanlış olduğunu anlasınlar. Yoksa küresel yöneticilerin A, B, C hatta yumuşak (G) planlarına muhatap olmaya devam ederiz. 

17.2.2017