21 Ocak 2019 Pazartesi

MÜSLÜMANLARIN PARA VE GÜÇ İLE İMTİHANI


Bu konu aslında son derece karışık. Müslüman’ın imtihanı derken, kimi kast ettiğimizi de bilmiyoruz. Konu ile alakalı bir gönderme yapıldığında, hedefe ulaşacağından da emin değiliz.

Meseleyi, bu insanları üç kategoriye ayırarak ele almak kanaatimce daha uygun olur.

1.Müslümanlar: Okumuş, bilgili, hatta eğitici ve öğretici makamında olanlar.

2.Kendisini Müslüman sanalar: Bu gruptakiler müslümandır. Ancak hiç okumazlar, bazı hocalardan ve başkalarından duyduğu bilgilerle durumu idare ederler. Aslını bilmedikleri için, makbul saydıkları insanlardan duydukları din dışı uygulamaları da dinden sanarlar.

3.Müslüman gibi görünenler: Ülkemizde bu tiplerden çok sayıda mevcuttur. Özellikle siyasi teşkilatlar büyük, heyula kurumlar olduğu için, arada kaynar giderler. Lakin İslama çok zarar verirler.

Bizim konumuzu teşkil eden 1’nci grupta yer alan, Müslümanlardır. Çünkü Fatır Suresi 28 ve 29’ncu ayette Rabbimiz “ Kulları içinde Allah’tan ancak âlimler korkar. Allah’ın kitabını okuyanlar, namazı kılanlar ve kendilerine verdiğimiz rızıktan gizli ve açık olarak verenler, kesinlikle batma ihtimali olmayan bir ticaret umarlar” diyorsa, biz de bu insanlardan bilgileri ile amellerinin paralel olmasını umarız.

Karşımızdaki insanın bu gruba girip girmediğini anlamak için de, elbette iki ve üçüncü grupta olmamak gerekir. Yoksa başta zikredildiği gibi göndermelerimiz yanlış adrese teslim edilebilir.

Özellikle medyatik hocalardan uzak durulmalı. Büyük çoğunluğu ekranlarda görünmek için para aldığından, halkın hislerini okşayıcı kelimeleri seçmekte pek mahirdirler. Ayetleri, onların hoşlanacağı şekilde tevil ederler. Çoğu zaman dinden çıkarlar da haberleri olmaz.

Medyatik hocaya dinin emirlerinden biri sorulduğunda, ya hoşlarına gitsin de yeni çıkan kitabımı alsınlar, ya da din ile siyasetin girift olduğu sistemde, sisteme muhalif olmayayım düşüncesi hâkim olur çoğu zaman.

Başörtüsü sorununun yaşandığı dönemde medyatik hocalardan birine bu konu sorulduğunda, şu ayetlerle islamda örtünme vardır diyememiştir. Etrafından dolanmış, soruya net cevap vermemiştir. Bu muhterem ilahiyat profesörü, ayetleri doğru manası ile biliyordur mutlaka.

Bakara suresi 174 ve 175’nci ayette yine “ Şüphesiz Allah’ın indirdiği kitaptan bir şeyi gizleyip de bununla biraz para alan kimseler, işte onlar karınlarına ateşten başka bir şey yemezler. Ve kıyamet günü Allah onlara ne söz söyler, ne de kendilerini temize çıkarır. Ve onlara sadece acı veren bir azap vardır. İşte onlar, hidayeti verip, sapıklığı ve affedilmeyi bırakıp, azabı satın alan kimselerdir. Bunlar ateşe karşı ne kadar da dayanıklıdırlar” diye buyurur Rabbimiz.

Zaman geçip bu muhterem bir de islam düşmanı olduğu açıkça belli olan insanlarla birlikte ekrana çıkıp, güya kendisi çok doğru yoldaymış gibi, diğer hocaları tenkit ederken, “şimdiye kadar insanları lululu diye Arapça kelimelerle kandırdılar” diyorsa, bu ayetin kapsamı alanına girmiştir. Onun “lululu” dediği de orijinal Kuran metninin okunuşuydu.

Bu ayetin tefsirinde merhum Elmalılı, bir kabile reisinin, bir papazı gönderip “git bak, birisi peygamber olduğunu söylüyormuş. Doğru ise bile, gelince değil de” demesi nedeni ile papaz ve kardeşinin Peygamber Efendimizi ziyareti ve sorularla onu gerçek peygamber olduğunu anladığı halde, “sahtekâr” demesini anlatır. Ayetin inzal oluş sebebi budur. Ziyaret ve soruları, yazıyı daha fazla uzatmamak için almıyorum.

İşte bizim ilahiyat profesörümüz ayetin doğru manasını söylemeden etrafından dolanınca, ne olacağını bildiği halde, para hırsı onu belki de dinden çıkarmıştır. Yahutta bu ayet mucibince, cezaya uğrayacaktır.

Diğer bir ihtimal sisteme ters düşmek korkusu. “ Kalplerinde hastalık bulunanların, onların arasına koşuştuklarını görürsün.Bize bir felaket gelmesinden korkuyoruz diyerek….” Maide -52 ayeti gereğince Rabbimiz, doğruları bildiği halde, gereği gibi yaşamayıp, sırf başına bir iş gelir diye onlara uyanlara ikazda bulunmaktadır.

Birinci durumda para hırsı, ikinci durumda korku nedeni ile doğrudan sapmak, doğruları gizlemek, asla kabul edilmeyecek bir Müslüman davranışıdır. Çünkü Ahzab suresi 70 “Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve sağlam söz söyleyin” ayeti gereğince de, Müslüman hangi şartta olursa olsun, doğruları söylemekle emrolunmuştur. Ayetleri bildiği halde, bu sapmaları gösteren insanlarda kanaatimce imani bir sorun vardır. Birinci kategoriye nasıl koyarız bunları, onu da bilmiyorum.

Çokça rastladığımız bu durumdan, Müslümanları çıkaracak bir formül de bilmiyorum. Çünkü bilmeyen birine oku, bak bu dediklerin yanlış veya bu yaptığın yanlış diyoruz. Peki, bilen birine ne demek gerekiyor? Onlara da belki “ Ey iman edenler! Allah’a iman edin. Peygamberine, peygamberine indirdiği kitaba ve daha önce indirdiği kitaba…” emrini veren Nisa-136’ncı ayeti hatırlatmak lazım.

Müslümanın ikinci büyük imtihanı güç ve şöhret zehirlenmesi veya sarhoşluğu dediğimiz halidir. Şöhret zehirlenmesi insanda kişilik bozukluklarına yol açar. Osmanlıca istikbar dediğimiz kibir, gurur, enaniyet ve kendini büyük görme hastalığı baş gösterir. Bir Müslüman’da asla ve asla bulunmaması gereken bir haldir.

Şöhret sahibi insan, Allah’ın bahşettiği bu durumun neden, niçin ve ne yapması gerektiğini kavrayamamışsa batağa gömülmüş demektir. Bahşedilenlere şükredip, gereğini yapamazsa, hesabını vereceği günde altından kalkamaz. İlmin de, şöhretin de, servetin de zekâtı vardır.

Şöhret zehirlenmesinde belki kişinin şahsı ile ilgili sorumlulukları vardır. Eğer kırıp, dökmemişse. Ancak güç zehirlenmesinde daha farklı tehlike beklemektedir Müslümanı.

Güç, eğer haksız şekilde elde edilmişse, narsizm gelişir insanda. Zaten gelişi meşru değilse gücün, uygulamasında da birçok insani sıkıntılara yol açar ki, bu defa da sadizm gelişir.

Güç, eğer meşru yollarla kazanılmışsa, yine dikenli bir yola girilmiştir. Çevrede güce tapanların itmesi ile güç sahibi olduğundan da fazla güçlü hisseder kendisini. Kuvvete kutsiyet addetmeye başlanır. Bu da büyük ihtimalle adaletten sapmaya yol açacaktır. Güç sahibi Müslüman mutlaka adil olmak zorundadır. Ancak etrafındaki güce tapan çember öylesine daralır ki, ulaşıp doğruyu iletmek mümkün olmaz. Bir zaman sonra adil olmakla ilgili ayetleri unutur hale gelir.

Kuran’da adil olmakla ilgili ayetler çeşitli konularda 31 yerde geçer. En zor olan iş, adil yönetici olmaktır. Bu konuda Hz. Ömer (ra), bütün insanlığa islamın kazandırdığı eşsiz bir örnektir.

Müslüman ülkelerde, adil olmayan yöneticilerin düştüğü acınası haller, Allah’ın emirleri dışına çıkıldığında ders olma niteliğindedir. Yakın zamanda yaşanılan Arap devrimleri buna en güzel örnektir. Tabi Arap devrimi tabiri ne derece doğru bilmiyorum. Devrimden ziyade, ABD’nin dürtmesi ile değişim ve yıkım demek daha olur kanaatindeyim.

Eğer Libya lideri Kaddafi kanaat edip, zenginlikleri ve gelirleri halkı ile paylaşsa belki bu acı sonu yaşamayacaktı. ABD istediği kadar ayaklandırmak istesin, liderinden memnun olan halk ayaklanmayacaktı. Bir devlet başkanı elbette sarayda oturacak, elbette devletine yakışan bir yaşantı içinde olacaktır. Bu saray da milletin malı olacaktır. Bugünkü dünya düzeninde halktan hiç kimse liderinin gecekonduda yaşamasını istemeyecektir. Ancak sarayda altın musluklar, altın oturaklar, altın kapı kolları her zaman tepki çekmiştir. Hele halktan yoksul olanlar varken bunların olması.

Doymayı bilmeyen yöneticilerin akıbeti buna benzer olacaktır. Kaddafi mevcut zenginliği ile yetinip, hiç olmasa bir zaman sonra bu bana yeter deyip, ülke gelirlerini halkı ile paylaşsaydı, belki bu acınası sona ulaşmayacaktı. Eceli ile ölse bile, altın muslukların diğer tarafta işe yaramayacağını anlayamadı.
Aşırı zenginlik, hırs, güç sarhoşluğu kendi eliyle sonunu hazırlattı.

Zenginlikler devlet içinde nefes alan her canlının ortak malıdır. Bunu sadece insan olarak almak bile yeterli değildir. Hayvanların bile o zenginliklerde payı olduğu bir adil düzenden söz ediyorum. Adil olmayan, güçle zehirlenmiş her yönetici bir gün bu akıbeti yaşayacaktır, kaçınılmazdır bu. Devlet zengindir, zenginlikler paylaşılır ancak yönetici kendisine biçilen maaşla yaşar. Sonsuz bir gelir hiçbir düzende yoktur.

Adil bir düzen, Müslüman olmayan insanlara bile cazip gelebilir, belki islama yaklaştırır. Geçmiş dönemlerde, adil mahkemeler neticesinde, İslami düzenin kadılarının verdiği kararlardan etkilenip, islamla şereflenen sayısız insan olmuştur.

Müslüman güce ve makama dayalı hiçbir kazanıma avuç açmaz. Kazanç bizim çalışmamıza, gayretimize ve başarımıza bağlı olmalıdır.

Peygamber Efendimiz (sav) zamanında malumunuz olduğu üzere zekât memurları vardı. Bunlar köyleri, beldeleri dolaşır ve topladıkları zekâtları getirir teslim ederlerdi. Yine böyle bir zekât memuru görevi dönüşünde Efendimize (sav) toplanan zekâtları getirip teslim eder. Gittiği yerlerde kendisine hediye olarak verilen şeyler de vardır. “Bunlar da bana hediye olarak verilenlerdir” der.

Efendimiz (sav) “eğer sen zekât memuru olarak gitmeseydin, bu hediyeler yine sana verilecek miydi” der. Zekât memuru “verilmezdi Ya Resulullah” diyerek onları da toplanan zekâta katmıştır. İşte Müslüman, kazancın bile geliş şekline dikkat eden insandır.

Güç sahibi olanlar, sadece “çok yaşa padişahım” tarzında alkışlayanları değil, tenkit edenleri de dikkate almak zorundadır. Bugün içinde bulunduğumuz kaotik durumun sebebi budur. Sadece şak şakçıların dikkate alınması. Belki baştaki bu düşüncede değil ama güce tapanları aşıp lidere ulaşmak mümkün olmuyor. Öylesine bir sarhoşluk ki bu, her kademedeki insan kendine bundan bir pay çıkarıyor.

Elimizde iman ölçer bir alet yok. Kimsenin de imanına kefil olmak mümkün değil. Ancak inançlı diye tahmin ettiğimiz, bildiğimiz bir insanın, adil yönetici olması yolunda engel teşkil ediyor bu insanlar. İçinde birinci gruptan insan var, ikinci gruptan insan, üçüncü gruptan insan var.

Bu zamanda adil bir idareci olmak pek zor. Dış dünya ile mücadele edilecek, iç mihraklarla mücadele edilecek. Hem de gelişmiş teknoloji ile donanmış her türlü hainliği ve kahpeliği şiar edinmiş bir güruh karşısında. Bu şartlarda adil kalabilen yönetici olmak imkânsız gibi. Biz, sadece Hz. Ömer’i (ra) anarak anlatacağız belki adaleti.

İmanla yaşamak elbette önemli. Ancak asıl önemli olan yaşadığı imanla son nefesini verebilmektir.

30.10.2015