26 Şubat 2016 Cuma

MÜMKÜNSE BİRİ DARBE YAPSIN

Bu başlığı görünce tepki verilecek biliyorum. Vermeyin, bence yazılanları okuyun ondan sonra tepki verin. Tabi hala haksız olduğumu düşünüyorsanız.

Çocukluğumuzda Malkoç oğlu, Tarkan, Karaoğlan filmleri ile büyüdük. Şimdiki nesil onları bilmiyor. Belki iyi belki kötü bilmiyorum. Şimdiki nesil de dinsiz, aile yapısız, milliyetsiz filmler ve dizilerle büyüyorlar.

Şimdiki nesil tam bir facia, o ayrı bir konu. Ülkemizdeki hainliği, yabancı uşaklığını hep yeni nesil yapmadığına göre, bizim nesilde de bir anormallik vardı demek ki.

Atalarımızın kahramanlık hikâyelerini, menkıbeleri, davranış biçimlerini izletirken bizi yönlendirmek istedikleri bir şeyler vardı. Ben böyle bir konuyu anlatmak istesem, atalarımız böyleydi, bizim de böyle olmamız gerekir derdim.

Hâlbuki bir yandan dürüst, mücadeleci, şecaat sahibi, besmele ile işe başlayan dindar atalar anlatılırken, diğer yandan demokrasi, materyalist felsefe, güce boyun eğen, seküler insan olma eğitimi aldık.

Yok, eğer bu böyle değil diyorsanız o zaman, bahse konu olan ataların torunları biz değiliz. O torunlar başka bir yerlerde yaşıyor. Çünkü biz mücadeleci, şecaat sahibi, dürüst, besmele ile işe başlayan bir nesil değiliz.

Atalarımız dünyanın başka ucundaki bir adada korsanların zulmüne uğrayan insanların yardım çağrısına donanma gönderirken, biz özerk bölgelere gelen yabancı ülke ajan ve parlamenterlerine ses çıkaramıyoruz. İpini koparan batılı önce Diyarbakır’a inerdi biliyorsunuz.

Bunların niçin geldiğini bilen rahmetli Ayvaz Gökdemir, bazı pkk’lıların serbest bırakılmasını isteyen alman parlamenter Claudia Roth için “Avrupa’dan gelen bilmem ne temsilcileri fahişeler için hainleri serbest bırakamayız” dediği için tazminat davası açmış ve kazanmıştı.

Davaya bakan bizim mahkeme, bölünecek olan bizim ülke. Mahkeme Roth’a, gerçekten sizin burada ne işiniz var diye sormayı düşünemeyecek kadar gayri milli idi.

Daha sonra Roth, kazandığı parayı “Mor Çatı kadın vakfı” na bağışladı. Vakfın avukatı “bunu bir kadın dayanışması” olarak gördüklerini ve “kadına şiddete karşı çıkmak adına” Roth’a rozet bile taktı. Demedi ki sizin bu ülkede ne işiniz var, pkk’lıların neden serbest bırakılmasını istiyorsunuz, paranızı da alıp defolun. Bir bakıma ülkemizi bölme çabanızı destekliyoruz dediler.

Ders almamış olacağız ki, dün Sur’da bir İngiliz parlamenter yakalandı, gözaltına alındı. Natalie Mc Garry adındaki bu kadın serbest bırakılacaktır mutlaka. Çünkü biz atalarımıza layık torunlar değiliz. Meclisinde vatan haini barındıran bir ülkeden başka davranış beklemek abesle iştigal olur zaten.

Cumhuriyetin ve demokrasinin faziletlerini anlatırken bize hain demek yerine, padişahlarımızın hiçbiri ülkesine ihanet etmedi denseydi, cumhurbaşkanlığı bile yapmış insanlarımız yabancı devlet kontrolünde olan, ilkokul mezunu bile olmayan insanlara biat etmeye utanırdı. Ben dünyanın öbür ucundaki mazlumlara donanma gönderen atanın torunuyum derdi.

Ülkeyi bölmek isteyen terör örgütüne yardım eden, silah taşıyan, insanları direnmek için sokaklara davet eden vekillerin olduğu meclisin, atalarımızda da olduğunu ve hainlere cezalarının verildiği öğretilseydi, vatan hainleri meclisimizde olmazdı.

Kendi milletinden kazandığı ile yine kendi milletine kazık atan medya hiçbir ülkede olmaz. “Demokratik” bir ülke olan biz hariç tabi. Destekler gibi görünüp, aslında içten yıkmaya çalışan medya da bize mahsus bir özellik.

Medyadaki kriptoları, bazen isim bile vererek yazmamıza rağmen, hepsi itibarlı insan muamelesi gördü. Ülke ve millet menfaatine maddi çıkar elde etmeden kalem oynatmayan insanlar, hem maddi gelir elde ettiler, hem de ülkelerine ihanet ettiler. İlkokul mezunu bile olmayan adama biat eden hainler bunlar.

Hiçbir ülkede bir medya mensubu, kendi ülkesi için “katil devlet” ifadesini kullanamaz. Bizde kullanır ve dünyadan destek görür. Eğer bir yazımı, bir İngiliz beğenirse yazmayı bırakırım. Çünkü İngiliz’e benzemişim demektir.

Donanma göndermeyi bırakın, milli menfaatlerimizde bile “biz kim oluyoruz da ABD veya Rusya’ya kafa tutuyoruz” diyen ezik, güce boyun eğen bir nesil olduk. Daha uzar gider bu örnekler. Şimdi meclisimizin, medyamızın, insanımızın, iktidar olan ve olmayan parti vekillerinin bu davranışlarından atalarımıza benzeyen var mı?

Yok diyorsanız eğer, bizim bu sorunları demokrasi denen garabetle aşma imkânımız yok. Mümkünse biri darbe yapsın. Ama John Kerry’nin, Obama’nın kulağına eğilip “Türkiye’de bizim çocuklar darbe yaptı” demeyeceği milli biri yapsın. Mahkemeler devletin mahkemesi olsun, yönetenler devletin hizmetkârı olsun, kanunları uygulayan bir yönetim olsun. Ben darbe sever damgası yemeye razıyım.

26.2.2016










18 Şubat 2016 Perşembe

HDP VE TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ

Bir varmış bir yokmuş. Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde bir “çekiç güç” varmış. Bütün milletvekilleri terk tek sorulduğunda, bu gücün gitmesi gerektiğini söylermiş.

Ancaaak, mecliste oylama yapıldığında hepsi kalsın diye oy verirmiş. Ve “çekiç güç” Kuzey Irak’ta ki oluşum tamamlanıncaya, pkk yeterli şişmanlığa erişinceye kadar kalmış. Bu olay, M.Ö. bilmem kaçıncı yüzyılda yaşanmış.

“Tarih tekerrür eder” derler. Yanlıştır aslında, tarih tekerrür etmez. İnsanlar, devletler, milletler aynı eşekliği yaparlar sadece.

Milletimizin ve devletimizin bekasına kast eden bir oluşum var ülkede. Yaklaşık 40 yıldır bunun sancısını yaşıyoruz. Artık bu terör örgütünü kim destekliyor, kim kurdu, neler yaptı şimdiye kadar bunu tartışmanın anlamı yok.

Tartışmamız gereken, biz bunun çözümünde ne hatalar yaptık, bundan sonra ne yapmalıyız. Çözüm üretmesi gereken makamlar ne yapıyor, biz yanlışları söylemek için neler yapıyoruz.

Terör örgütünü açıkça desteklediğini söyleyen, sadece söylemekle kalmayıp makam araçları ile onlara silah taşıyan, sırtını yahut bilmem neresini onlara dayayan insanları vekil yapıp maaş veriyoruz.

Bu utanç bize yeter. Önce oturup karar vermeliyiz. Biz cidden bu terör denen beladan kurtulmak mı istiyoruz, yoksa kurtulur gibi yapıp eğleniyor muyuz?

Dokunulmazlık diye bir şey icat edilmiş, makam aracıyla teröriste silah taşıyan adam bile o zırha bürünmüş, bir şey yapamıyoruz. Böyle garip bir durum dünyanın hangi ülkesinde var bilen göstersin.

Partinin başkanı devlete silahlı isyan başlatan, hendek kazan, bombalar tuzaklayan ve patlatan bir örgüt için “bu direniş devam edecek” diyor.

Diğer yanda bu teröristlere operasyon yapan devletine “katil diyen” kendilerini akademisyen ve aydın sanan karanlık beyinler bildiri yayınlıyor.

Ardından ne kadar vatan haini, islam düşmanı, batı beslemesi adına sanatçı denen kahpe varsa onlar destek veriyor.

O da yetmiyor, bu defa edebiyatçı kimliği ile vatan haini akademisyenlere destek veren bir güruh çıkıyor ortaya.

Siyasiler seyrediyor, hukuk seyrediyor, hâsılı devlet seyrediyor. Diğer yanda millet de devleti seyrediyor. Artık “ UYAN EY DEVLETİM ” deme zamanı gelmiştir.

Eğer meclisimiz adı “uluslar arası milletler meclisi” ise sorun yok. Maaş vermeye devam edelim. Yok, eğer meclisimiz adı TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ ise bu gayrı milli vekil bozuntularını hemen yargılayıp cezalarını keselim.

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde Türkiye milletvekili olur. Bu vekil bozuntuları başka devletlerin vekili, terör örgütü vekilidir. Bunu da sadece Mars’da yaşayanlar bilmez, bütün dünya biliyor.

Teröre karşı yayınlanan bildiriye dahi imza koymayan bu mahlûkları hala meclisimizde tutan bütün vekiller sorumludur. Dokunulmazlığın kaldırılması için kaç oy lazımdır bilmiyorum. Ak parti ve Mhp’li vekiller tek tek konuşunca bunların vekil değil terörist olduğunu söylüyor ama kimsede icraat yok.

Hükümetim hala teröriste karşı yahut Türkiye’ye havan atışı yapan PYD’de karşı “meşru müdafaa hakkını kullanmak” tan söz ediyor. Kişiler arasında meşru müdafaa olur lakin devletin meşru müdafaası olmaz. Devlet gördüğü her tehlikeyi saldırı olmadan da, hazırlık halinde iken yok etme yetkisine sahiptir.

Terör örgütünün siyasi kolu olan HDP ‘li vekiller derhal meclisten atılmalı. Aksi halde hayatta olursam ileride İç Anadolu’dan Ege’ye kadar sınırları olan bir ülkede sizin için şu satırlarla başlayan bir yazı yazacağım.

Bir varmış bir yokmuş. Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde bir “ HDP ” varmış. Bütün milletvekilleri terk tek sorulduğunda, bu partinin terör partisi olduğunu söylermiş.

Ancaaak, mecliste hiç birisi bu konuda kılını bile kıpırdatmamış. Ve “ HDP ” denen terör partisi, TÜRKİYE MİLLET MECLİSİ denen mecliste Kürdistan kuruluncaya kadar her hainliği yapmış. Bu olay, M.Ö. bilmem kaçıncı yüzyılda yaşanmış.

18.2.2016






16 Şubat 2016 Salı

CHP SURİYE’Yİ NE KADAR ANLAMIŞ?

Oğul Bush döneminde bir İngiliz gazeteci “ABD’nin başında Bush gibi biri varken, ABD’nin başka bir belaya ihtiyacı yok” diye yazmıştı. Dün Kılıçdaroğlu’nun grup konuşmasını dinlerken aynı hisse kapıldım. Türkiye’de CHP gibi bir parti varken, başka belaya ihtiyacımız yok diye düşündüm.

MHP lideri Bahçeli muhalefet olarak söylemesi gerekenleri söyledi. Doğrudur veya yanlıştır, iktidar ortağı olmadığına göre farklı şeyler söylemesi son derece normaldir. Bir yandan “neye dayanarak Suriye’de harekât yapacaksın” derken diğer yandan “ülke menfaati için ne gerekiyorsa Ak parti hükümeti yapsın, elinde teskere var” dedi. Parti olarak desteğini açıkladı.

Bahçeli muhalefet gibi konuştu ama milli bir muhalefet gibi konuştu. Ülkücülüğün esası budur, muhalif olurlar ama asla vatan haini olmazlar.

Kılıçdaroğlu olayların başladığı gibi tek düze gittiğini sanıyor. Hâlbuki olaylar başlar, birçok evreden geçer, bakarsınız başlangıç durumu ile hiç alakası olmayan bir şekilde son bulur. Ülkeler menfaatleri doğrultusunda yön verir çünkü.

Büyük devletler özellikle ABD bir kıvılcımla ateşler, sonra evrile evrile gider olaylar ve sonuçta istediklerini elde derler. Akıllı olanlar bunu görür ve her devrede ona göre tedbir almaya çalışırlar güçleri oranında.

Ancak, her şey olabilecek fakat asla bir parti başkanı olamayacak CHP’nin başındaki kasetle atanan adam, bunların farkında değil. Suriye’de olaylar nasıl başladı, geçen 5 yıl içinde hangi evrelerden geçti Kılıçdaroğlu okumaktan bile aciz.

Sesini yükseltip “AKP’nin Suriye politikası 180 derece tersine dönmeli” derken, bağırınca doğru söylediğimi zannederler diye düşünmüş olacak galiba. Hele “ne bayırı kaldı, ne bucağı “ derken o bölgenin ve Bayır Bucak Türkmenlerinin Türkiye için ne anlama geldiğinin farkında bile değil ki dalga geçiyor. Farkında olmayan sürü de alkışlıyor.

Temmuz 2012 de Suriye ile ilgili değerlendirme yaptığımda http://ncocak.blogspot.com.tr/2014/08/arap-bahari-ve-suriye.html bugünkü Suriye tablosu yoktu önümüzde. O zaman Suriye kasabı Esed’in kürt bölgesi oluşturma çabaları olduğu kanaatini taşıyorken, şimdi görüyoruz ki o fikir ABD’ye aitmiş. Tablo kaç defa şekil değiştirdi, farkında bile değil.

O tarihten bu yana İran, ABD, İngiltere, Almanya, Hizbullah, El kaide, Daeş, Çin ve son olarak Rusya devreye girdi. Rusya’nın dâhil olması ile bölge bambaşka bir hal aldı. Kılıçdaroğlu bunları görme kabiliyetine sahip değil tabi.

Aslında ABD, adım adım çözümsüzlükle oyalayarak, kendi askeri gücünü devreye sokmadan bölgede bu görevi yapacak yerel unsurları silah ve mühimmat ile destekleyip, hedefe yürüyordu.

Ülkelerinin menfaati için düşman ülkeler bile ittifak yaparken, CHP’nin hangi ülke menfaatine onlarla ittifak yaptığını anlamak mümkün değil.

ABD politikası Kılıçdaroğlu’nun anlayamayacağı kadar karışık tabi. Anlamak için biraz milli olmak, biraz da akıllı olmak lazım. Lakin Kılıçdaroğlu bunlardan çok uzak.

ABD, ben askerimi kullanmak yerine PYD’yi müttefik olarak seçtim derken aslında PYD’nin terör örgütü olduğunu bilmiyor mu? Bal gibi biliyor ama askerim öleceğine müslümanlar ölsün diyor. Kılıçdaroğlu aynı görüşleri paylaşıp, terör örgütü değildir diyor.

Ülkeyi savaşa sokacaklar demenin, Rusya istediği gibi hava sahamızı kullansın, PYD istediği yeri top veya havan atışına tutsun demekten farkı ne.

Ülkemizin CHP zihniyetinden ve Kılıçdaroğlu’ndan bir an evvel kurtulması lazım. Obama ve Putin’e, ülkenizdeki en keskin Türkiye düşmanı gâvuru bulup gönderin desek, bunun gibisini bulamayacaklarından eminim.

17.2.2016





14 Şubat 2016 Pazar

BATININ UYGARLIĞI

Yıllarca bizi batı uygarlığı diye uyuttular. Sadece zihin olarak değil, giyim ve kuşamımızla da bize batı uygarlığını dayattılar. Kravat takmayı uygarlık olarak bildik. AB’ye girme konusu olunca “bu bıyık ve sakalla mı?” diyenler çıktı içimizden.

Afganistan, Irak ve Suriye’de batının uygarlığını gördük. Eğer ruhumuza işleyen eziklikten kurtulabilirsek, aslında batı uygarlığı denilen kravatlı, sakalsız ve bıyıksız insanların en barbar insanlar, bu insanların oluşturduğu devletlerin en vahşi, katil devletler olduğunu göreceğiz.

Sene 1982 veya 1983. Samimi olduğum, sık sık yanıma gelen veya benim onun yanına gittiğim bir Amerikalı yüzbaşı vardı. Görüşmelerimizde hep ülkelerimizin durumlarını mukayese eder, çeşitli konularda üstünlük sağlamaya çalışırdık. Teknoloji, gelişmişlik konu olunca moralim epeyi bozulurdu.

Sabah önümdeki gazetede bir haber. San Francisco’da yarım saat elektrik kesilmiş, vitrinler kırılmış, bütün dükkânlar yağmalanmıştı. Yüzbaşı Davis tesadüfen yine geldi.

Benim hiç aklıma gelmemiş olmasına rağmen uygar olmak konusunu açtı. Amerikanın en uygar ülke olduğunu söyledi. Bizde o yıllarda elektrikler sık sık kesilir, hatta doğuda elektrik olmayan yerler bile vardı. İşte burada dur dedim.

 Uygar olmak makine yapmak, füze yapmak, uçak yapmak gibi bir şey değil. O senin dediğin teknoloji. Uygarlık ayrı bir şey.

Önümdeki gazeteyi uzattım fotoğraflara baktı ve haberi çevirip anlattım kendisine. Ve şöyle dedim.

Siz uygar değilsiniz. Siz kolluk kuvvetlerinden korkuyorsunuz. Eğer kolluk güçleri kontrolü kaybederse insanlarınız içindeki barbarlığı hemen dışa vuruyor. Elektrik kesilince kontrol imkânsız hale geldi ve halk yağmaya başladı. Bizde her gün elektrikler kesiliyor. Hatta hiç elektrik olmayan yerler var. Hiçbir yer karanlık nedeni ile yağmalanmadı şimdiye kadar. Asıl uygarlık, baskı ile olan değil, içinden gelerek olandır.

Biraz durdu, önüne baktı. Sonra “galiba haklısın” dedi. Amerikalıya karşı üstün gelmiştim. Hem de teknoloji ile değil, insanlık hasleti ile.

Yazının İkinci paragrafını yazıyordum ki bir dostum aradı. Bir anısını anlattı, tevafuk oldu dedim. Bunu da alayım yazıma.

Almanya’da uzun yıllar kalmış, gençlik yılları Avrupa’da geçmiş bir dostum. Öğrencilik yıllarında bir derste Hukuk profesörüne bir soru sormuş. Soyadı, bir alman için epeyi zor telaffuz edilecek bir isim. Hoca söylemek için zorlanınca arkadaş “adımı da söyleyebilirsiniz. İsmim Salim” demiş.

Hoca “hayır atalarınıza çok saygı duyuyoruz biz, adınızı da doğru söylememiz gerekiyor” demiş ve eklemiş. “ Dünyanın korktuğu iki millet vardır. Biri Türkler diğeri Almanlar. Bunlar kendilerine gelince hemen dünyayı yönetmeye kalkarlar. Onun için dünya ayılmamaları için ellerinden geleni yapıyor” demiş. Yani bizim dilimizle, kendimize gelince “bunlar başımıza bela olur” diyorlar. Bu milleti, bir Alman profesör böyle tarif ediyor.

Bizim ezikler bunları okuyup anlasınlar ki “bir Türk dünya ya bedeldir” demekle eziklik kaybolmuyor. Bunu hissedecek, yaşayacaksınız. 600 yıl dünyaya hâkim olmuş, İslamı dünyaya yaymış bir millet olarak dünyaya bedel demekten öte şeyler gerekiyor.

Batı bizden rahatsız olur anlaşılır. Gezi kalkışmasında gördük duvarlara “zulüm 1453 de başladı” diye yazan bu ülkenin ekmeğini yiyenler neden rahatsız olur?

Batının kravatlı, monşer ( TDK’na göre, davranışlarında batı özentisi içinde olan) tipleri bunu anlayamaz tabi. Uygar olmayı batının barbarlığında arar onlar.

Suriye’de saldıran, öldüren, katledene dur demek yerine, “sınırlarınız açın bu insani bir görevdir” diyorlar. Yani biz insan değiliz, bari siz insanlığı bırakmayın diyorlar.

Ekonomik menfaat için binlerce, milyonlarca insanı kadın, çocuk, bebek demeden katlediyor bu batılı denen kravatlı barbarlar. Konu Türkiye ve İslam olunca, düşman güçler bile ittifak yapıyor. Tıpkı ezeli düşman olarak görünen Rusya ve ABD gibi.

Dost gibi görünüp, ülkemizdeki üslerden bile düşmanlarımıza yardım yaparlar, hem de gözümüzün içine baka baka.

Suriye’nin kuzeyi boşaltılacak ki oraya istedikleri insanları ve zulüm 1453 de başladı diyen güçleri yerleştirecekler. Bize de sınırı aç, bu bölgede yaşayan, bu toprakların esas sahibi olan insanlardan hoşlanmıyoruz diyorlar. Bombalardan kaçıp Avrupa’ya gitmek isteyen mazlumlara kimi ateş edelim diyor, kimi botlarını batırıyor, kimi paralarına el koyuyor, kimi sadece Hristiyanları alalım diyor.

Tıpkı onlar gibi düşünen muhalefet vekillerimiz de Londra’da “PYD terör örgütü değildir” diyor. Özerklik ilan edenlerle mücadele eden devletine, “katliam yapıyor” diyor. Haçlı sadece dışarıda değil, bir kısmı içimizde.

Yüz yıl önce cetvelle buralara sınır biçtik ama uygun değilmiş, şimdi o düzeltmeleri yapacağız diyorlar. Katlettikçe kana doymuyorlar. Bu barbar batılılara hala uygar diyen varsa çevrenizde, bilin ki o, içimizdeki haçlıdır.

11.2.2016





10 Şubat 2016 Çarşamba

AVRUPA’DAN TÜRKİYE’YE İNSANLIK DERSİ

AB dış ilişkiler ve güvenlik şefi Federica Mogherini bizden sınır kapımızı açmamızı istemiş. “Bu ahlaki bir görev” demiş. AB genişlemeden sorumlu komiseri Johannes Hahn’da bunu Türkiye’ ye ilettik diyor.

Bize bu ahlaki ve insani değerleri söyleyen kim? Sığınmacıya çelme takan ahlak yoksunu, sığınmacıların paralarına el koyan hırsız, sığınmacılara ateş açılsın diyen katil, sığınmacıların botunu delerek batıran şeref yoksunu Avrupa.

Hepsi Suriye’den birer parça koparmak için domuz sürüleri gibi saldırıyor ama 3 milyona yakın sığınmacıyı alan Türkiye’ye insanlık dersi veriyorlar. Biz bu domuz çobanlarının tarihini biliyoruz. Lakin onların görevlerini yaptıklarını da biliyoruz. Onun için kızmıyoruz.

Domuz çobanlarını biliyor ve ona göre tavır alıyoruz elbette. Esas sorun, o domuz çobanlarının sürüsüne dâhil olan içimizdeki domuzlar.

Suriye’nin parçalanması ile paralel yürüyen Türkiye operasyonlarının farkında olmayıp, birliğimizi koruyacağımız bu zamanda her biri ayrı telden çalan hainler.

Hain sadece barikat kuran, hendek kazanlar değil. Onlar gibi mücadelenin milletin değil de Ak partinin mücadelesi olduğunu söyleyen, onlara destek veren haçlı beslemesi medya.

Bu medya davranışına hain diyoruz da, güya milletten yana olduğunu söyleyen medyaya verecek bir ad bulamıyoruz. Bozuk plak gibi aynı yerde takılmış vaziyette, aynı şeyleri söyleyip duruyorlar.

Birisi Cumhurbaşkanına bir laf etmişse eğer, hepsi aynı tonda günlerce o konuyu konuşup duruyor, “Ertuğrul beyim çok yaşa” diyorlar. Bırakın, Cumhurbaşkanı kendini savunur.

 Olmadık fotoğraflar yayınlıyorlar. Sonra vatandaş bu fotoğrafların altına “ışıktan hızlı uçak yaptık” diye yazıyor. İnsanları hayal dünyasında yaşatıyorlar. Esas görevleri bu değilken.

Avrupa’da, terör örgütü algısı çok farklı. Bu algıyı oluşturan yine terör örgütünün kendisi. Bütün ülkelere yayılmış, parlamenterlerle röportaj yapıyor, kendilerini anlatıyorlar. Avrupalı da öyle tanıyor.

Bizim medya mensupları da dış gezide Cumhurbaşkanının uçağında olmak, onunla aynı fotoğraf karesine girmek için yarışıyor. Bizim medyadaki algı, kim uçakta yer alırsa iyi gazetecidir.

Türkiye’nin haklılığını sadece siyasilere bırakmayıp Avrupa’ya yayılıp, ülkelerin parlamenterleri ile AB parlamentosu üyeleri ile sohbetler yapıp, ellerindeki görüntüler ve videolarla gerçek durumu anlatmaktan acizler. Bunu yaparken ceplerinden harcama da yapmayacaklar. Bağlı oldukları medya kuruluşu ödeyecektir elbet.

Suriye gerçeği doğru bir şekilde anlatılsa, pkk gerçeği doğru bir şekilde anlatılsa, elbet onların içinde de vicdanlı insanlar vardır ve anlarlar. Kendi parlamentolarında doğruları konuşan birkaç kişi olur.

Bizim medya, kimin dost, kimin düşman olduğunun dahi farkında değil. Her gece ekranlara kripto ermeni, kripto pkk’lıları, Amerikan düşünce kuruluşlarında yetişmiş gazetecileri çıkarıp, gevezelik etmekten başka bir şey yaptıkları yok.

Gerçek gazetecilik, ülkeni doğru bir şekilde dünyaya anlatmaktır. Cumhurbaşkanının uçağında yer kapmak için yarışmak değil. Bari biraz da ülkenize hizmet edin de aldığınız parayı helal edin.

7.2.2016



2 Şubat 2016 Salı

GERÇEKLERLE YÜZLEŞME

“Meşruiyet içinde çareler tükenmez” demişti bir bilen. Doğrudur, ancak terör meşru bir eylem olmadığı için, çözümü de meşruiyet içinde aramanın anlamı yok tabi.

Klavye başında tuşlara basmayla, gerçeklerle yüzleşmek aynı şey değil. Sorumlu makamda olunca verilen kararlar ile klavye başında verilen kararlar hiç bağdaşmaz. Hele savaş gibi bir karar, öyle kolay kolay verilecek bir karar değil.

Biz kendi çapında bir ülkeyiz. Doğru, belki Osmanlı gibi ihtişamlı bir devlet olmak cazip bir fikir ama henüz öyle bir devlet değiliz. İmkân ve kabiliyetimiz nedir, ne yapabiliriz? Sorumlu makamda olanlar bunu düşünürler. Bir hamle düşününce, onun arkasından gelecek rakip hamleye karşı daha ilerisi nedir ve gereken hamleyi yapacak imkânlara sahip miyiz? Çok sayıda insanın hayatına mal olacak bir hamle, kazanım elde edilse bile bu hayatlara değer mi?

Bunları söylerken gücümüzü küçümsemek maksadım yok. 15 yıl önceki Türkiye değiliz belki ama 25 yıl sonraki Türkiye de değiliz. Muhataplarımızın imkânları ve ittifakları da ortada.

Aslında iç içe olmasına rağmen iki mücadele sahamız var. Birincisi sınırlarımız içindeki terör, ikincisi sınırlarımız dışında bizi yakından ilgilendiren ve her gelişme içteki istikrarsızlığı tetikleyecek dış stratejiler. Hangi sahada, ne yapılabilir ayrı ayrı değerlendirmek gerekir.

Sınırlarımız dışında biz ve o yok. Biz ve onlar var. Onlar dediğimiz Suriye rejim güçleri, Amerika, Rusya, İngiltere, İran, Çin, İran destekli Hizbullah, rejim destekli Şebbihalar, Işid, PYD. Şu anda aklıma gelmeyen, unuttuğum grup var mı bilmiyorum.

Herkes kendi menfaatine göre bir köşe kapmaya çalışıyor. Sınırımızın hemen dışında bütün bu tarafların menfaatine uygun olan oluşum, bizim aleyhimize. Bu öyle “komşularla sıfır sorundu, ama şimdi düşmanız” demek gibi değil. Düşman olmak kaçınılmaz. Çünkü dediğim gibi oluşum sadece bizim aleyhimize. Onların politikası ile bizimki bağdaşmıyor. Düşmanlık zorunlu.

Hiçbir şeye karışmayayım, uzak kalayım demek gibi bir şansımız da yok. Oyun zaten bizim üzerimize oynanıyor. Güneyimizde oluşacak Kürt koridoru, bir ay sonra sınırlarımız içinde terör eylemlerinin yurt sathına yayılması demektir. Kırmızıçizgi denmesi bu yüzdendir.

Bu kadar güç karşımızda iken, kimseye savaş ilan etme şansımız yok. Peki, savaştan, ölmekten korkuyor muyuz? Elbette hayır ama savaş biz kazanç sağlamayacak ise anlamı da yoktur. 20 bin fitten paraşütsüz atlamanın, havacılık tarihine bir şey kazandırmayacağı gibi bir durum.

Bu saydığımız güçlerden biri, bir kaçı veya tamamı eğer sınırlarımızı ihlal eder girerse, ölümü falan düşünmeyiz. Son ferdimize kadar savaşırız. Bunun dışında akılla mücadele etmeliyiz.

İki rakip güç Rusya ve Amerika, konu menfaatleri ve bizim parçalanmamız olduğunda görüldüğü gibi birleşiyor. Düşmanlık falan kalmıyor. Çünkü küfür tek millet.

Doğrudan hamle yerine, nasıl ki Amerika 40 yıldır pkk’yı destekler ama desteklemez. Biz de koalisyon içinde Işid ile mücadele eder, Türkmenlere ve muhaliflere etkili silah yardımı yapabiliriz. Türkmenler her mülakatta bunu dile getiriyor. “Bize kurabiye göndermeyin, uçaksavar silahı verin” diyorlar.

Eğer müttefikimiz Amerika ve Rusya Fırat’ın batısına PYD’yi geçirirlerse, bizimle hiç ilgisi olmayan akıncı gruplarla terör!! Eylemleri yapılabilir kantonlarda.

Yurt içinde pkk ile mücadelede bu tür sıkıntılar yok. Terörün hukuku olmaz demiştik. Operasyon yapıp teröristleri yakalamaya çalışmanın, gençlerimizi tehlikeye atmanın hiç anlamı yok. Teröristler cezaevinde ıslah mı olacak? Pişmanlık yasası denen garabetle serbest kalanların ıslah olduğuna dair tek bir örnek yok.

Merhamet etmeyene merhamet edilmez. Öldürmek için eylem yapan sağ yakalanmaz. Eylemine denk gelen fiille cevap verilir. Günlerdir bir bodrumdan dünyaya propağanda yaptırıyoruz. Devlet caydırıcı gücünü kullanmazsa terör bitmez.

Bodrumda terör elebaşları olduğu bilindiği halde, hala yetkililerin medyada “orada yaralı yok, ambülânslara ateş açılıyor” diye savunma yapması acizliktir. Orada yaralı olmadığını bunu söyleyen terörist vekiller de biliyorlar zaten. Vekillerinin toplantı yapıp ses kaydı dinletmesine imkân sağlamak acizliktir.

O binanın etrafını sarıp, günlerdir şehit vermek pahasına yakalamaya çalışmak, o binayı yerle bir etmemek acizliktir. Operasyon uzadıkça yabancıların olaya müdahil olmasına imkân vermek de akılsızlıktır.

Ciddi bir devlet, normal halkına karşı derin şefkatli, teröriste karşı şiddetli olmak zorundadır. Akılsız bir şekilde medyamız, operasyon sonrası bölgede neler yapılacak diye konuşuyor. Terör bitmiş, ülkede terörist kalmamış gibi.

Hala danışman faciası yaşanıyor gibi görünüyor. Teröristler Adana’da, İstanbul’da araç yakmaya, kahvehane kurşunlamaya başlamış, biz bir bodrumdaki teröristleri sağ yakalamaya çalışıyoruz. Terörist yakalanmaz, öldürülür. Öldürmek için yola çıkanın yaşamaya hakkı yoktur.

Ya ciddi devlet gibi olunacak, ya da terör bütün yurda yayılacak. Bunu görmeyenler, kalksınlar o koltuklardan.

2.2.2016