22 Mart 2015 Pazar

VE 21 MART 2015 BARIŞ GELDİ!



Ne zaman başladı MİT ile pkk arasında görüşme tam olarak tarihini bilmiyorum. Sanırım 2009 veya 2010 olabilir. Bana sorsanız “sen olsan görüşür müydün?” diye, hayır görüşmezdim diye cevap verirdim. Ama devletin böyle bir çabası da yanlış değildi.

Ancak inkârcı devlet anlayışından özgürlükçü ve daha demokratik devlet anlayışına geçilmesinin karşı tarafa izahından sonra, onlardan da bu yönde adım atılması beklenmeliydi. Eğer atılmıyorsa ona göre tavır alınmalıydı. Gerçi terör örgütünün tavrı sürpriz değil hiç birimiz için.

Görüşmeleri yanlış bulmadığımız gibi, sanki 21 Martta barış gelmiş gibi bayram havasına girenleri de doğru bulmuyorum. Hiçbir şey gelmediği gibi terör örgütünün niyeti kör gözlere dahi görünecek şekilde açığa çıkmıştır. Öyleyse başka bir yol denenmeli artık.

Mustafa Kemal’in askerleri (atam olmasa adınız Yorgo olurdu diyenler) kadar kayıtsız şartsız iktidarları destekleyenler de düşünmeli. Çünkü bir taraf görüşme olmasaydı derken diğer taraf yapılan her şeyi doğru görüyor. Hatalı olan politikaları yazdığımız kadar, Mustafa Kemal’in askerlerinin saçmalıklarını da yazdık. Şimdi onlar bu bölümü iyi okusunlar.

“Venizelos 1929'da Ankara'ya gerçekleştirdiği ilk ziyaretinde ulu bir önder ve Türk-Yunan dostluğunun mimarı gibi büyük bir coşku ve sevgi gösterileriyle karşılanmıştı. Venizelos ile İsmet Paşa arasındaki görüşmeler o denli yapıcı ilerliyordu ki; her ikisi de Türkiye ile Yunanistan arasındaki sınırların (une valeur admistrative) yani; sadece "idari" hale dönüşmesi konusunda çalışmalar yapmaya karar vermişlerdi. Venizelos'un Türk halkına seslenişleri ise coşkuyla karşılanıyordu. Venizelos, Mustafa Kemal Atatürk'ü Nobel Barış Ödülü'ne aday göstermekten başka; Türkiye'nin Avrupa Federasyonu'na üyeliğini de destekliyordu. Ancak bunu da yeterli görmeyen Venizelos, Mustafa Kemal'in 'Türk ve Yunan halklarının aslında hemşeri oldukları' yönündeki teorisine bile sıcak bakmaya başlamış ve bu nedenle Türkiye ile Yunanistan arasında bir konfederasyon kurulması olasılığı üzerinde çalışıyordu. "

"Venizelos, attığı bu adımlarla son derece cesur bir siyasetçi olduğunu göstermiştir. Halk mübadelesiyle Yunanistan'a gelenlerin ezici bir çoğunluğu Venizelos'u destekliyordu. Venizelos, savaşın yaraları henüz taze iken Türkiye ile başlattığı dostluk ilişkilerinin garipseneceğini de biliyordu. Savaş kâbusu hâlâ belleklerdeyken ve bir sonraki seçimlerde bunun faturasını ağır ödeyeceğini de bildiği halde Türkiye'ye karşı izlediği dostluk siyasetinden hiçbir zaman yılmadı."

Demek ki atanız da düşmanla görüşüyormuş. Ülkede insanların huzur ve refahı için düşmanla bile görüşülürmüş. Görüşülür ama eğer düşman dostluk gösteriyorsa görüşülür. Yok, düşmanca tavır devam ediyorsa görüşmenin bir anlamı olur mu?

Lozan görüşmeleri için Yunan lider Eleftherios Venizelos “mağlup devlet olarak masaya oturduğumuzda Türkler bizden neler isteyecek diye bekliyorduk. Sonra Türklerin bir şey istemediğini görünce biz istemeye başladık” diyor. Öyle ya biz cömert bir milletiz, almaktan çok vermeyi severiz. Onun için 1948 yılında Meis ve 12 adayı savaşsız mücadelesiz yunana verdik. 2. Dünya savaşında aynı tarafta olmamıza rağmen ( hani savaş sonunda Almanya’ya savaş ilan ettik ya) niye biz ittifak içinde olduğumuz bir devlete toprak verdik anlamış değil kimse. Görüşme olmasın diyen taraf, buna rağmen Süleyman Şah türbe meselesinde toprak kaybettik dediler. Demek ki körü körüne biat ederek desteklemek, hele tarih bilmeden her söylenene inanarak desteklemek insanları kuzu yapmaktan başka işe yaramıyormuş.

Devlet politikasının değiştiğini Erdoğan başbakan olarak 2005 yılında Diyarbakır konuşmasında anlattı. O zamandan bu yana hukuki olarak birçok adım atıldı. Daha sonra devlet görüşmeler yaparak terör örgütünü muhatap aldı. 2005 yılından bu güne gelindi yıl 2015 oldu. Aradan tam 10 yıl geçti. Terör örgütünün attığı olumlu bir adım gören var mı?

Terör örgütünün başı 2013 yılında da “silahlı mücadele bitmiştir” dedi. 2015 yılında bundan farklı bir açıklama ile karşılaşmadık. Bu bana Lozan görüşmelerini hatırlatıyor. Devlet ortaya terör örgütünün yapması gerekenleri koyamadı. Yahut koyduysa bile uygulatamadı. Madem devlet bu kadar pasif o zaman biz hedefimize doğru yürüyelim düşüncesinde terör örgütü.

Silah bırakmayarak bunu, istediğini kabul ettirmek için tehdit unsuru olarak kullandı. Birileri bize devamlı “şehit cenazesi gelmiyor” diye telkinde bulundu. “En azından bize doğrultulmuş silah yok” diyen ahmaklar bile çıktı. Aslında silahın bize doğrultulduğunu, sadece tetiğe basılmadığını göremediler. Zaman zaman da basıldı bak ben buradayım ayağını denk al denildi.

“Biz bağımsızlık istemiyoruz, demokratik eşitlik istiyoruz” diyerek bizi ahmak gibi uyuttular. Erdoğan her konuşmasında “tek vatan, tek devlet, tek bayrak” dedi. Diyarbakır’da ki manzara size tek bayrak ve tek vatan gibi mi görünüyor? 



Türk bayrağının olmadığı yerde bu bayrak ne anlama geliyor sizce?




Kuzey Irak Kürt yönetiminin bayrağı ile sözüm ona barış kutlamak nasıl bir barıştır?

Kandil ile İmralı arasında görüş ayrılıkları var, derin pkk gibi saçmalıklarla uyutulduk. Aslında son derece uyumlular. Onlar böyle palavralarla bizi uyuturken adım adım hedefe yürüyorlar. Devlet yerinde sayıyor. Silah yoksa silahı bırakın. “Artık bundan böyle siyasi mücadele” derken, nasıl bir siyasi mücadeleden bahsettiğinizi açıklayın o zaman.

Bana “ endişe etme her şey yolunda” diyen sosyal medya dostlarım bilmiyorlar ki, belki kendileri hayatta değilken, belki çok küçükken ve pkk denen Zerdüşt, dinsiz, Kürt düşmanı örgüt bile yokken ben o dağlarda geziyordum. Gezmenin ötesinde bölgenin insanıyım. Yani İngiliz falan değilim.

Çanakkale’de Mehmetçik mevzilerine İngiliz veya Fransız bayrağı çekerek mi zafer kazandı? Kuyruğumuzu kıstırıp ne zamana kadar terör örgütünün devleti teslim almasını izleyeceğiz? Şehit olmaktan korkanlar istiklaline de sahip olamazlar.  

22.3.2015

Kaynak:
1.Lozan zafer mi hezimet mi?
2. Yunanistan başbakanı Kostas Karamanlis ABD'nin Tufs Üniversitesi'nden mezun olurken 1986'da hazırladığı doktora çalışması.










7 Mart 2015 Cumartesi

“KABATAŞ’I YAZMAK” YERİNE YAZANA BAKMAK



Muhalefeti yeterince yazdım. Biraz da Kabataş’ı yazan, hatta gezi’yi bizden iyi anlayan arkadaşlara sormak için yazalım. Ama bunu karşı tarafa şirin görünüp de entel ayaklarına yatmak için yapmıyorum.

Öncelikle yandaş değilim, yoldaş hiç değilim. Futbol takımı tutar gibi parti de tutmuyorum. Ömrü ülkücülükle geçmiş fakat şimdi MHP’li olmayan bir fani olarak yazıyorum.

Amerikan düşünce kuruluşlarında yetiştirilip ülkeye gönderilmiş, bir anda zuhur etmiş bütün televizyonlarda boy gösteren gazeteci değilim. Aslında gazeteci de değilim zaten. Hobi olarak doğru bildiklerimi yazıyorum. Bu işten hiçbir gelirim yok. Para alarak başkalarının fikrini, hatta belki inanmadığım fikirleri doğru gibi lanse etmekten ar duyarım.

Hayatta en zor şey bir inansın inanmadığı fikri savunması olsa gerek. İnanmadığım fikri savunma zilletine asla katlanmam. Ya Musa’nın yanındayım, ya da Firavun’un. Ama ikisinde birden asla olmam.

Yaşanan olayları izan ve idrakimiz dâhilinde değerlendirir, gördüğüm şeyleri yazarım. Olaylar genellikle belli bir plan dâhilinde yürür. Planlayıcılar ya benim fikrime uyar onu savunurum, ya da uymaz karşı çıkarım. Karşı çıkarken “ama bunlar da biraz haklı” demem. Çünkü ya haklıdır ya değildir.

Muhafazakâr medya da nevzuhur bir akım oluştu. Karşı tarafa şirin görünerek entel dantel takılmak. Muhafazakârlığın tanımı bu mu bilmiyorum. Çünkü bize sorulduğunda muhafazakârız demiyoruz. Sadece müslümanız diyoruz. Sanırım ikisi bir arada olmuyor.

İsmail Kılıçarslan bir yazı kaleme almış “Kabataş’ı yazmak” demiş. Birileri sordu “ biz mi bir şey atlıyoruz, bu yazıda ne anlatılmak istenmiş? ” diye. Okudum, ben de tıpkı onlar gibi anlamadım. Okuyanlar anlamadığına göre bu genç arkadaş aptalsınız ondan diyebilir. O zaman başka mahallede yazması gerekecek. Çünkü bu mahallede herkes aptal.

Bu şekilde mahallesini beğenmeyip başka mahallede dükkân açanlara yabancı değiliz. Ahmet Hakan şimdi “medya mahallesinin ablası” nın dizinin dibinde yazıyor. Mahallesini beğenmeyen siyasiler de, şimdi Pensilvanya yolunu aşındırıyor.

Yıllarca ülke Tv’de program yap, sonra kalk gezi eylemlerine katıl. Sırrı Süreyya’yı kim tanıyordu? Onu da ünlü yapıp meclise yolladılar. Sırrı Süreyya sonra Gezi eylemlerinde dozere kafa atmıştı.

Gezi eylemlerinde hangi gerekçeler “ haklı ” görünmüştü de katıldınız? Sonra ( ‘Taksim meydanında ölüler var, yüzlerce yaralı söz konusu, tomalar üzerimize ne olduğunu anlamadığımız bir kimyasal sıkıyor’ yazdılar. Ben hiç duraksamadan dönemin İstanbul valisine, başbakanına ve cumhurbaşkanına çağrı yapıp ‘bu çılgınlığı durdurun, insanları öldürmeyi bırakın ) diyen cümleyi kurdunuz. Peki, bunların yalan olduğunu görmediniz mi?

Kabataş olayı olmuş veya olmamış. Bu olayın bu kadar büyütülmesini de ayrıca anlamsız buluyorum. Velev ki olmadı, böyle bir olay yok. Peki, “Gezi’nin en hızlı günlerinde eşim ve çocuğumla taksideydim. Acıbadem’de bir grup yol kesmiş, eylem yapıyorlardı. Mustafa Kemal’in askerleriydiler. Gruptan birileri, bir başörtülü kadının arabasını sallamaya, ona hakaretler yağdırmaya başladı” diyen cümle sizin değil mi?

Ya “O günün akşamında Ankara’da yaşayan bir arkadaşıma olayı anlatınca o da bana anlattığım olayın aynısını o gün kız kardeşine de yaptıklarını, hatta arabasının camını kırdıklarını anlattı” diyen cümle de size ait değil mi?

“Aradan onca zaman geçti. Bana Gezi olayları her sorulduğunda duraksamadan ‘Gezi’yi anlamak için hiç çaba sarf etmedik/etmiyoruz. Oysa Gezi’yi anlamak ve anlamlandırmak Türkiye için çok önemli” diyorsunuz. Hadi ben ve benim gibiler aptal anlamadık. Ben ve benim gibilerin anlamadığı ama sizin anladığınız Gezi gerçeği nedir? Aptalların anlayacağı dilden anlatın.

Türkiye’de sadece 12 adet ağaç vardı, iktidar onları da kesmeye kalktı deyin mesela.

Gezi’yi anladınız mutlaka. Ancak anlamadığınız şey şu; ne kadar entel olursanız olun, ne kadar onlara şirin görünmek isterseniz isteyin asla yaranamazsınız.

Bilin ki ellerine geçen ilk fırsatta arabanızı sallayacak, hatta camlarını kıracaklar. Çocuklarınızın Kuran okumasını bile yasaklayacaklar. Hatta ve hatta evinizde bile namaz kılmanıza müsaade etmeyecekler. Büyüklerinizden evlere baskınlar yapıldığını duymadınız mı? Çünkü siz onların gözünde nefes alması bile haram bir mahlûksunuz. Sizin şirinliğiniz onların din düşmanlığını yok etmeyecektir.

Evet, Gezi’yi anladığınıza ve anlamlandırdığınıza gönülden inanıyorum ama bunları da bilin. Bilin de bari şerefinizle mücadele edin.

Bunları sadece genç İsmail kardeşim değil, kendine muhafazakâr diyen bütün yazarlar üzerine alabilir. Bence sakıncası yok.

7.3.2015



4 Mart 2015 Çarşamba

“SİLAHLARA VEDA DEĞİL” SİLAHA VEDA (2)



Aslında hiç birimiz demokrasiye taraf falan değiliz. Herkesin demokrasisi ayrı. Şakacıktan demokrasi diyoruz. Benim fikirlerimin dayatılması bana göre demokrasi. Devlet bazı fikirleri, dili hatta kıyafeti yasaklamış adına demokrasi demiş. Terör örgütü Molotof bombası atıp insanları yakmayı, kurşunlamayı demokrasi saymış.

Onun için Sırrı Süreyya Önder, katıldığı programda "PKK çok demokratik bir yapı. Bu sözlerim birçok izleyiciyi yerinden hoplatacak ama bu böyle." dedi. Ben hoplamadım ama onun demokrasi anlayışının emperyal ülkelerdeki demokrasiden farkı olmadığını anladım.



Eğer demokrasi; insan hak ve özgürlükleri bağlamında hayat hakkının kaçınılmaz olduğu anlamını taşıyorsa, tarafların bu tavrının teorik olarak benimsenen demokrasi ile yakından uzaktan ilgisi olmadığı açık değil mi?


Uluslararası normlara göre demokrasi teori de olduğu gibi mi? Amerika, İngiltere, Fransa gibi demokrasi iddiasında olan ülkelerin, demokrasisi tamamen emperyal fikirlerle sömürme ve öldürmeye dayalı değil mi?


Ne güzel anlatmış bunu Mehmet Akif “ Beşerin adli masal hak zıpırındır yalınız, dövülen mahkemelerden kovulur çünkü cılız” diyerek. Güçlü olan her zaman haklı olarak demokrasi götürür öldürdüğü insanlara.


Bu durumda aslında demokrasi diye bir şey yok, beşerin adil düzeni diye bir şey hiç yok demek gerekiyor. Beşerin adaleti; menfaatlerin karşı tarafa her türlü baskı, yıldırma hatta öldürmeye dayalı sindirme hareketidir.


Muhalefetin ülke huzuru için entelektüel birikimi ne? Asalım keselim demekten başka ne yaptılar? Bu politika 90 yıldır sadece bölünme getirdi. Çünkü bizde muhalefet, sadece iktidarların yaptıklarına karşı çıkmak olarak biliniyor.


Kılıçdaroğlu “ anaların ağlamayacağı bir ortam yaratırsak mutlu oluruz” diyor. Diyor da; böyle bir ortam yaratmak için hangi çabayı göstermiş şimdiye kadar, hangi olumlu fikir söylemiş onu demiyor.


Bahçeli “ pkk hedefe ulaşmadan silahları gömmeyecek” diyor. Ama silahları gömmeleri için sunduğu bir formül yok. Önce formül sunalım, sunulacak formül yoksa sunulana destek olalım. Eğer pkk hiçbir yola gelmiyorsa birlikte savaşmaktan alıkoyan nedir bizi?


Eğer mantıklı olup ülke huzuru için çözüme katkıda bulunmak isteseydiler, hem pkk denen örgüte karşı olup, hem de onlarla birlikte “iç güvenlik paketi” ne karşı çıkmazlardı. Arada millet aleyhine maddeler varsa buna karşı çıkmak yerine külliyen pakete karşı olmak, maske takıp Molotof bombası atanlara destek olmaktan başka ne anlama gelir?


Yerel yönetimlerin güçlenmesi aslına uygun tartışılsa ABD’de eyaletlerin olduğunun farkına varırlar. Bir eyalette suç olan bir fiilin diğer eyalette suç olmadığını dahi görürlerdi. Bağımsızlık ilan eden eyalet oldu mu şimdiye kadar?


Eğer ülkeye huzur hâkim olursa kimler bundan rahatsız olur? Öncelikle varlık sebepleri Kürt halkının bütün duygularını sömürmek olan HDP. Eğer iddiaları boşa çıkarılırsa böyle bir partiye kaç oy çıkar sizce? Demirtaş neden çözümden yana olsun ki?


Diğer muhalefet partileri çözümsüzlükten ve iktidarın başarısızlığından beslendikleri için akamete uğrasın diye dua edebilirler. Molotof bombasına geçit vermek isterler. Molotof atmak gibi bir özgürlüğün nasıl olduğunu izah etsinler. Suç olmaktan çıkarılsın ilk işim sanırım CHP genel merkezine Molotof atmak olur. Madem zararsızdır, madem silah değildir, madem özgürlüktür. İnsan olarak o hakkımı neden kullanmayayım?


Bir grup daha var çözümden rahatsız olan. Düne kadar mantıklı, olumlu fikirleri olan güvenlik uzmanları silah bırakmak gündeme gelince bakıyorum yan çizmeye başladılar. Çünkü işsiz kalacaklar. Kapkaç, adi hırsızlık programlarına çıkacak değiller ya!


Bütün devletler belli sistemler üzerine yürür. Bu sistemler bir zaman doğru, bir zaman yanlış olabilir. Buna bağlı olarak da değişiklik yaparlar. Ancak hiç bir zaman bu değişiklik ülkenin uluslararası arenada menfaatlerine ters düşecek değişiklikler olmaz, olamaz.


Almanya’da ikinci dünya savaşı sonuna kadar Nasyonal Sosyalist Alman İşçi partisinin ideolojisi olan Nazizm devlet politikası olarak uygulandı. Savaş sonunda yenilince yasaklandı. Eğer Almanya yenilmeseydi hala geçerli bir ideoloji olarak uygulanacaktı belki de.


Güncel güvenlik uzanmalarının gözden kaçırdığı bir şey var. Onlar terör örgütlü bir Türkiye biliyorlar. Sadece sonuçlarla uğraşıyorlar. Terörü hazırlayan sebepleri bilmiyorlar.


Belki 12 Eylül uygulamalarının halkın gözüne sokup, hızlandırma gibi katalizör görevi olmuştur ancak, terör örgütünün kuruluşunun 1977 olduğunu bilirsek, daha eskiye dayandığını görürüz.


Henüz 12 Eylül yeni olmuş, Diyarbakır cezaevi uygulamaları diye bir olgu yokken, asker bir köye suçlu aramaya gittiğinde, köydeki bütün erkeklerin erketeler vasıtası ile uyarılıp, köyü terk ettiğini bilmezler onlar. Hiç suçu olmayanların bile kaçmasının ne anlama geldiğini de bilmezler.


Demirci demiri ısıtır, döver şekil verir. Marangoz ağacı keser doğrar şekil verir. Ancak insanı ısıtıp, dövüp, kesip, doğrayıp şekil veremezsiniz. Devletimizin bunu anlayıp, bu çizgiye gelmesi elbette önemlidir. Şimdi aynı hatayı terör örgütü yapıyor. Unuttukları tek şey kendilerinin devlet olmadığı, istendiği zaman ezilebilecekleri. Eğer hayat hakkı tanınıyorsa, buna devlet müsaade ettiği içindir.


Terör örgütü de devlet aklındaki bu değişikliği görüp, o yola girmelidir. Aksi halde devletin bu politikasını yol olarak gören basiret sahibi insanların da sabrının bir sınırı olduğunu bilmeliler. Bu insanlar bir gün bıkıp “ ne sevmeye geliyorsun ne dövmeye, savaşsa savaş” diyebilirler. Bunu demeden önce örgüt insan şekline bürünmelidir.

4.3.2015





2 Mart 2015 Pazartesi

“SİLAHLARA VEDA DEĞİL” SİLAHA VEDA (1)



Medyamız yine yanlış kulvardan girdi. Sanırım daha sükseli olsun diye Ernest Hemingway’ın romanından esinlendiler “silahlara veda” dediler. Devlet silah bırakmaz beyler, silaha veda olacak doğrusu. Terör örgütü silah bırakacak sadece.

Biz hiçbir zaman gerçek manada sorunları tartışmadık. Bir ara terörist başı, bebek katilinin idamını tartıştık. Tartışan taraflar aslında idam edilemeyeceğini biliyordu. Terör örgütünü kuran akıl asılmamak kaydıyla bize teslim etmişti.

“Bu sorunu yaratan benim, bunu sana teslim ediyorum, daha sonra yine bu mahlukat üzerinde sorunu çözeceksin” dediler. Terörist başı bunun farkındaydı. Yargılanırken “devletime yardımcı olmak istiyorum” boşuna demedi. Maalesef devletimiz bunun farkına varmadı.

Bebek katili ile görüşmek doğru veya yanlıştır. Ancak bir yola girilmiştir, nasıl netice alınır diye ona bakmak lazım. Eğer bu ülkeye huzur gelecekse şeytanla bile görüşülür gerekirse. Zaten bebek katilinin de ondan farkı yok. Onunla görüşmek aklamak, temiz bir vatandaştır demek anlamına gelmiyor. O yine terörist başıdır, o yine bebek katilidir.

10 maddelik bir teklif sunuldu. Taraflardan biri sanki barış geldi gibi “oldu da bitti maşallah” havasına girdi. Diğer taraf külliyen reddiye faslına. Halbuki çözülen, gelen bir şey yok henüz. Bu maddeler ne diyor belki çoğumuz okumadık bile. Maddeler:

“1-Demokratik siyaset; tanımı ve içeriği.

2Demokratik çözümün ulusal ve yerel boyutlarının tanımlanması.

3Özgür vatandaşlığın yasal ve demokratik güvenceleri.

4Demokratik siyasetin devlet ve toplumla ilişkisi ve bunun kurumsallaşmasına dönük başlıklar.

5Çözüm sürecinin sosyo-ekonomik boyutları.

6Çözüm sürecinin yol açacağı yeni güvenlik yapısı.

7Kadın, kültür ve ekolojik sorunların yasal çözümleri ve güvenceleri.

8- Kimlik kavramı, tanımı ve tanınmasına dönük çoğulcu demokratik ve eşit mekanizmaların güvenceleri.

9- Demokratik cumhuriyet, ortak vatan ve milletin demokratik ölçütlerle tanımlanması, çoğulcu demokratik sistem içerisinde yasal ve anayasal güvencelere kavuşturulması.

10- Bütün bu demokratik hamle ve dönüşümleri içselleştirmeyi hedefleyen yeni bir anayasa” diyor.

Tek tek maddelere girmeye gerek yok. Bazı maddelerde aslında hiç sorun yok. Demokratik bir ülke olma yolunda bizim de taraf olduğumuz görüşler. Ancak;

“Demokratik siyaset; tanımı ve içeriği” maddesini biz değil buyurun siz tanımlayın demek gerekmez mi? Diğer partilerin dahil olduğu doğru veya aksak bir siyasetten başka ne düşünüyorsunuz?

“Özgür vatandaşlığın yasal ve demokratik güvenceleri” derken nasıl bir özgürlükten bahsediyorsunuz açıklayın. Bütün ülke vatandaşlarının sahip olduğu sınırları anayasa ve kanunlarla belirlenmiş bir özgürlük dışında bilmediğimiz bir özgürlük tanımı mı var?

“Çözüm sürecinin yol açacağı yeni güvenlik yapısı” maddesi silahı bırakırım ama çıkarmak istediğiniz iç güvenlik paketindeki Molotof atma gibi maddelerden vazgeçin ki istediğimi elde etmek için rahatlıkla Molotof bombası atıp otobüslerde insanları yakayım düşüncesi yatıyor mu?

“Kadın, kültür ve ekolojik….” Maddesi neyi içeriyor. Kadınla ekolojiyi yan yana getiren ne? Kadına yönelik pozitif ayrımcılık yapan bir ülkede kadının yanında ekolojinin yeri ve alakası nedir? Buradaki tuzağın kimse farkında değil.

“Kimlik kavramı, tanımı….” İle aslında anayasada olan eşit vatandaşlık kavramından başka nasıl bir tanımlama tahayyül edilmiştir? Kimlik tabirinde ki kasıt etnik bir tanımlama mıdır?

“Demokratik cumhuriyet, ortak vatan ve milletin..” ortak vatanda yaşayanlar olarak bir milletsek neyin tanımını istiyorsunuz?

“Bütün bu demokratik hamle ve dönüşümleri içselleştirmeyi hedefleyen yeni bir anayasa” derken milletin büyük çoğunluğunun isteği olan yeni bir anayasa dışında aklınızda ne var ve “hamle ve dönüşümler” den kasıt nedir. Neyi neye dönüştürmek istiyorsunuz?

2.3.2015

Devam edecek