28 Aralık 2016 Çarşamba

KUTUPLAŞAN TÜRKİYE

Bu konuda fikir söyleyen herkes kafasına göre bir tarafa sorumluluğu yükleyerek diğerlerini sütten çıkmış ak kaşık olarak görüyor. Mensubu olduğu grup en doğru olan çünkü.

Kemal Öztürk geçtiğimiz günlerde İtalya’ya gittiğinde dikkatini çekmiş ve şöyle diyor. “5 yıl önce insanlarda gördüğüm güler yüz, hoşgörü, yumuşaklık yerini sertliğe bırakmış. AB’ye karşı olanların oranı %50 olmuş. Brexit isteyen ülkelerin sayısı 8’e çıkmış. Global olarak sertleşme var.”

İnsanlarda mensubiyet duygusu olacaktır elbet. Bunun kötü bir yanı yok. Ancak mensubiyet duygusuyla bağlandığımız taraf ne kadar şeffaf, ne kadar doğru?

Şirin Payzın, metrobüste şortlu kadına tekme atan adamı sorarken “dini bir tepki ile attı” diyerek olayı anında dine bağlıyor. Elimizde bu adamın dindar olduğuna dair veri yok. Tarikat mensubu olduğuna dair veri yok.

Bu sözü söylediğiniz anda bütün dindarları karşınıza almış oluyorsunuz. Bu durumda son yıllarda muhafazakâr parti iktidarı toplumu böldü tezi çöküyor tabi. Çünkü bu adamın Osmanbey’de bir öğrenciye saldıran, tecavüz eden Moğol’dan farkı yoktu. Bildiğiniz bir sapık işte.

Diğer yandan okumadığı için yanlış bilgilerle donatılan dindar olduğunu söyleyen biri hocasının dinine mensup olmuş. Söz konusu ayet bile olsa hocam derse veya filan hoca efendi derse olur diyebiliyor. Kendi aklına güvenmiyor. Çünkü hocaları “siz okumayın anlamazsınız, yanlış yorum yaparsınız” diyor.

Bir hanım “ben hoca ile evlenmedim, çünkü cemaatten toplanan para ile geçiniyor” diyor. Yahut tam böyle olmasa bile cemaat üzerinden farklı bir geçim olduğu hepimizin malumu. Şimdi anladık mı “siz okumayın, anlamaz, yanlış yorum yaparsınız” sözündeki derin manayı.

Bir başka grup Gadir-i Hum hadisesi diye bir şeyler uydurup İslam’ı böldü, Şia’yı bir hançer gibi İslam’ın bağrına sapladı. Çünkü Peygamberimizin vefatından sonra İslam devleti büyüdü güçlendi. Güç, fitne ve düşmanı da getirir, fitneciler bölmeye, parçalamaya başladılar.

Abdullah İbni Sebe adında Yemenli bir Yahudi’nin Mısır’dan getirdiği adamlar Hz. Osman’ı katletti. Karışıklıklar Hz. Ali zamanında da devam etti. Müslümanlar bölündü ve savaşmaya başladı. Abdullah İbni Sebe Hz. Ali’ye ilahlık isnad etti ve önceki üç halifenin hakkını yediğini söyleyip hadisler uydurmaya başladı. Böylece Şiiliğin temeli atıldı.

Daha sonra Şiiler de bölündüler. Hz.Ali’ni torunu İsmail’i imam kabul edenler İsmaili adını aldı. Sonra bunlardan Abdullah İbni Sebe’nin peşinde gidenlerden Yahudi asıllı göz doktoru Meymun el Kaddah Bâtıniliği kurdu. Bâtınilik adında doğan bu inanç sistemi Zerdüştlük, Mani, Budizm’in karışımından oluşan kabala benzeri bir inanç sistemiydi.

Bâtınilikte Kuran’ın iki manası vardır. Biri bizlerin bildiği açık olan ZAHİRİ manası. Diğeri bizim anlamadığımız BÂTINİ manası. Bunu normal insanlar anlayamaz.

Sünni kesimden de Kuran’ın Bâtıni manasını anlamak için mutlaka mürşidin olması gerektiğini söyleyenler var. Kuran “apaçık” diyor ama olsun. Bilgisi bu olmasa bile yolunun bu olması gerekiyor. Geçinmek için hocam bilir diyen bir cemaate ihtiyaçları var çünkü. Kim Sünni kim Şii karışmış artık. Bunlar da insanları ayrı yönlere çekiyor.

Diğer yandan laikler devletin takınması tarafsızlık ilkesini din olarak almış kendisini toplumda bir kenara çekmiştir. Hatta geçmiş dönemlerde bu hata devlet eliyle yapılmış, daha az sayıda olan laikler çoğunluk üzerinde baskı kurmuştur.

Madem toplumlar bölünerek sertlik yanlısı olmuştur daha geniş açıdan bakmak gerekir meseleye. Basit bir hak arama eylemi eğer Arjantin, Brezilya, Almanya, Fransa, Amerika v.s gibi ülkelerde de kargaşaya, yakıp yıkmaya dönüşüyorsa mesele başka demektir.

Bütün dünyada toplumun sosyolojik, psikolojik durumları kullanılarak dini, etnik, mezhebi ayrılıklar körükleniyor.

Hal böyle olunca birileri dünya ile oynuyor. Bütün toplumları derin bir kaosa hazırlıyor diye bir teori geliyor insanın aklına tabi. Kim bilir belki ekonomisi bozulan dünyayı yeni bir dünya savaşına hazırlıyor küresel güçler.

28.12.2016




24 Aralık 2016 Cumartesi

DÜŞMANI TANIMADAN, DÜŞMANLA MÜCADELE EDİLEMEZ

Şeyh Edebali, Osman Bey’e nasihat ederken “ Geçmişini bileyen geleceğini de bilemez. Osman! Geçmişini iyi bil ki, geleceğe sağlam basasın. Nereden geldiğini unutma ki, nereye gideceğini unutmayasın” diyor.
Yani diyor ki, geçmişte yaşananları bil ki, şimdi yaşadıklarınla mukayese edip tecrübeli olasın. Aynı hataları yapmayasın.  “Tarih tekerrürden ibarettir” sözü bizi uyutmak için söylenen bir sözdür. Bunun aslı “tarih tekerrür etmez, insanlar aynı hataları yapar” olmalıdır.
Kimse kusura bakmasın, biz aynı hataları yaptıkça kâfir aynı taktikle üzerimize geliyor. Şartlara, siyasi duruma, konjonktüre göre tadilat yapma ihtiyacı bile hissetmiyor.
Hiç bir kaynaktan beslenmediğimi, hiçbir yerden zerre menfaatim olmadığını tanıyanlar bilirler. Tek gayem var, insanlara geçmişte yaşadıklarımızı anlatmak, bugün yaşadıklarımızla bağını kurmalarını sağlamaya çalışmaktır.
Bazen kızıyor, yazıyı yayınladığım mesajı ( tiwiti) eğer 9211 kişi görüntülemiş fakat yazıyı 398 kişi okumuşsa yazmanın bir anlamı yok diyorum.
Yine ben Şeyh Edebali’nin “Haklı olduğun mücadeleden korkma! Bilesin ki, atın iyisine doru, yiğidin iyisine deli ( korkusuz, pervasız, gözü pek) derler “ nasihati doğrultusunda gideceğim. Ve eğer bana diğer tarafta sorulacak olursa “ülke bu duruma düşerken sen ne yaptın” sorusuna hazırlıklı olmak istiyorum.
Kendime göre bir ideolojim var elbette. Ancak mensubu olduğum ideoloji sahipleri de hata yaparsa kayırmacı davranmam. Maksadım bildiğim konularda yanlışları söylemek ve uyandırmak.
Hala kime hizmet ettiğini anlamadığım muhafazakâr denilen medyanın sizleri kandırdığını gördükçe sinir katsayım yükseliyor. Figen Yüksekdağ’ı devlet terörist olmaktan, teröre yardım etmekten tutukluyor. Ama bu medya “bir hanımefendiye terörist diyemezsin “ diye haykıran adamı size, sizden diye yutturuyor ve gazetelerinde yazı yazdırıyor. İnanmayan bu videonun 15 ile 20’nci dakika arasını izlesin.
Bazen öyle anlar oluyor ki, kendilerine yanlış öğretilen bilgiler nedeni ile tanrı edindikleri insanlar hakkında bir doğruyu söyleyince, öylesine kızıyor ki insanlar, inanın anasına sövseniz o kadar kızmazlar.
Osmanlı’nın son zamanlarında Balkan isyanlarında, Arap isyanlarında parmağı olan İngilizleri anlatınca, hele bu isyanlarda yerli masonların kullanıldığını söylediğinizde asla inanmıyorlar.
Çünkü tarih bilmiyorlar. Bilmedikleri gibi tarihi de yok sayıyorlar. Tarihi Kanuni’nin eş cinsel gibi gösterilen dizilerden veya romanlardan ibaret görüyorlar. Hatta ve hatta başta bulunan ve Osmanlı’nın yıkılışında etkili olan masonlar için “ne olmuş mason ise” diyebiliyorlar.
Eğer kulaktan dolma öğrendikleri Arapları isyana kışkırtan Lawrence dışında Getrude Bell, Aubrey gibi İngiliz ajanlarının Osmanlı topraklarında adım adım gezdiklerini bilseler, belki “Gezi” eyleminde İstanbul’da dolanan ajanların neden gezdiği arasında bağ kuracaklar.
Hepsi arkeolog. Gittikleri yerlerde sahanın haritasını çıkarıp planlar yapıyorlar. Abdülhamit onların ve batı medyasının yalanları ile “Kızıl sultan, diktatör, katil” diye anılıyor. Çünkü yıkmak istedikleri devleti hala tek parça tutuyor.
Bize o zaman “jön Türkler” diye öğrettikleri şimdi sanırım “genç Türkler” dedikleri ittihatçıların büyük çoğunluğu masondu. Bize “vatan şairi” diye tanıtılan Namık Kemal’in mason olduğunu ve Paris’te kâfir parası ile devleti aleyhine yazdığını bilmezseniz, şimdi Alman cumhurbaşkanı ile poz veren vatan haini Can Dündar’ı anlayamazsınız.
Eğer “Genç Türklerin” vatansever olduğunu düşüyorsanız, Avrupa’ya kaçmış, Türkiye aleyhinde çalışan bütün vatan hainlerine vatansever demeniz gerekir.
Batı ülkelerine gidip onların yıkıcı fikirleri ile donatılıp Osmanlı üzerine salınan bu “Genç Türkler” i anlamazsanız, şimdi Avrupa’nın kucağında oturup Türkiye aleyhine propağanda yapan pkk’lıları anlayamazsınız.
Beğenir veya beğenmezsiniz. Belki istediğimiz etkinliği gösteremiyor olabiliriz. Kâfir dünyasına farkında olduğumuzu, oynanan oyunu gördüğümüzü, bizi yıkmak için el birliği yaptıklarını söyleyen bir adam var başımızda. Bu sayede çöküş ya engelleniyor, ya da geciktiriliyor.
İşte bu yüzden ben, bütün kâfirlerin ve bilgisizlikleri nedeni ile İngiliz aklına sahip olanların saldırdığı bu adamın yanında durmaya devam edeceğim. Bu yazılanları yağlama olarak görenler gelsinler, bana verilen trilyonlardan birazını kendilerine vereyim.
15.12.2016

29 Kasım 2016 Salı

TERÖR VE TERÖRİST YETİŞTİREN SİSTEM

Bu yazıyı şimdiye kadar size öğretilmişlerin ışığında okursanız bir anlamı olmaz. Bütün fikirlerden, ideolojilerden hatta okulda devletin öğrettiklerinden, kürsülerde size nutuk atanların söylediklerinden sıyrılıp öyle okuyun.

Eğer dindar iseniz, size hocanızın öğrettiklerinden de sıyrılıp, madem dindarsınız, Kuran’ın öğretilerini ne kadar temel aldığınızı düşünerek okuyun ve sadece kendi aklınızla değerlendirin.

Unutmayın ki “ akıllı insan aklını, daha akıllı insan başkalarının aklını kullanır” ( Bernard Shaw).  Eğer benim aklımı başkaları kullanmış olabilir diye aklınıza getiremiyorsanız bu yazıyı hiç okumayın.

Karşı gruba beslediğiniz düşmanca fikirleri aklınızdan çıkarmadan aynı duygularla okursanız aklınızı hala başkaları kullanıyor demektir. O gruba neden düşman olduğunuzu hiç düşündünüz mü? Size başkaları “düşman ol” dediği için düşmanlık besliyor olabilir misiniz acaba?

Devletin öğretisi deyince itiraz edebilirsiniz. “Benim devletim işte” diyebilirisiniz. Ama demeyin. 15 Temmuz’da gördüğünüz gibi devletin bütün kurumları aslında Amerikan personeli tarafından işgal edilmiş olabilir. Sizin “benim devletim dediğiniz devlet, aslında Amerika olabilir. Yani sizi, siz yönetmiyor, Amerika yönetiyor olabilir.

Biraz daha geriye gidip 40-50-70 yıl önce de devletimizi Amerika’nın veya başka bir gücün yönetmediğinden eminseniz hemen okumayı bırakın. Çünkü hala aklınızı başkaları kullanıyor demektir.

Bazıları istediği kadar reddetse de biz Osmanlı’nın devamı olan bir ülkeyiz. Yani aslında Osmanlıyız. Bir savaşa girdik, mağlup olduk, topraklarımız işgal edildi. Şöyle veya böyle elimizde kalan toprak parçası ile devletimizi yani Osmanlıyı devam ettirdik. Bunu yaparken devletimizin adını değiştirip Türkiye Cumhuriyeti yaptık. Ben uzaydan gelmedim, siz de gelmediniz. Hepimizin dedesi Osmanlı değil miydi?

Düşmanımız olarak bize Yunanlı gösterildi. Okullarda da böyle öğretilmedi mi? Yunanı denize dökmemizi zafer olarak kutlamıyor muyuz? Şimdi cephelere şöyle bir bakalım.

Kafkasya cephesi
Çanakkale cephesi
Sina ve Filistin cephesi
Hicaz-Yemen cephesi
Kanal Cephesi
Galiçya cephesi
Irak cephesi
Makedonya cephesi
Romanya cephesi

Bunların hangisinde Yunanlı var?

Osmanlıyı savaşa sürükleyen ve parçalayan İngiltere olduğu halde adı geçiyor mu hiç? Biz her yıl Yunanlıyı denize döküyoruz ama. Çünkü ülkemizi yöneten güç öyle düşünmemizi istiyordu. Yani aklımızı başkaları kullandı. Savaş bitip, topraklar paylaşıldıktan sonra Yunanlıya Anadolu’ya çık denildi ve çıktı. Sonra da yeterli destek verilmedi ve Yunanlı savaşı kaybetti.

Peki, bütün cephelerde bizi yenen küresel güç Anadolu’ya sıkışmış bir avuç insanı orada neden yenemedi? Güç üstünlüğümüz mü vardı, silah üstünlüğümüz mü vardı?

Çanakkale’de destan gibi savunmamız, Kut’ül Amare’de zaferimiz vardı. Kime karşı? Çanakkale’de bütün itilaf devletleri, Kut’ta İngilizlere karşı. 1952 yılına kadar ülkede kutlanan bu zafer, Nato’ya girmemiz nedeni ile İngilizlere karşı ayıp olmasın diye kaldırıldı.

Şimdi bile gündeme gelince bu zafer, bu da nereden çıktı diyenler var. Çanakkale zafer ise bu da bir zafer hâlbuki. Kabul görmüyor çünkü içinde Mustafa Kemal’in olmadığı zafer, zafer değildir.

1.800.000 km kare toprağımızı parçalayıp işgal eden İngilizlerin adı hiç geçmiyor, Anadolu’nun yarısını işgale gelen Yunanlı düşmanımız oluyor. Tekrarlıyorum, çünkü ülkeyi yöneten hâkim güç öyle istiyordu. Çünkü biz cahildik, Kurtuluş savaşı ile 1.Dünya Savaşını bile ayırt edemeyen insanlardık. ( Bu arada Yunanlıya dost demek istemiyorum. Bir karış toprağımızda gözü olan benim için düşmandır)

Terör konusundan buraya gelmemizin sebebi, ideolojik olmayan bir konu ile beynimize nasıl hükmettiklerini anlatmak içindir. Buna rağmen yazdıklarımı ideolojik bulanlar, öğretilmiş ideolojileri ile baş başa kalıp, okumayı bu paragrafta bırakabilirler.

Terör nedir?
Terör örgütlerini kim kurar?
Terör örgütleri kime veya neye hizmet eder?
Direktifleri kim verir ve eylem planlarını kim yapar?
Hedefleri kim ve neye göre seçer?
Gerekli olan maddi imkânı nereden bulurlar?
Silahları kim verir? Bu soruların cevaplarını bilmeden, başkalarına hizmete devam edersek terörist yetiştirmeye de devam edeceğiz demektir.

Terörün ne olduğunu bilmeyen yoktur. Sağda solda bomba patlatmak, karakollara saldırmak, hedef seçilen kişilere suikast, toplumu idareye karşı ayaklandırmak ve olaylarını yönlendirmek, psikolojik savaş yapmak, toplumun aklını kendi aklına paralel kılmak gibi sonuçların olduğu eylemlere terör diyoruz.

Şunu kesinlikle bilmek lazım terör örgütleri kendiliğinden kurulmaz. Kimse bir örgüt kurup bu konuda mücadele verelim demez. Bu tür düşüncesi olanlar terör örgütü değil dernek kurarlar.

Her terör örgütünün arkasında bir istihbarat örgütü vardır. Bir devletin istihbarat örgütü terör örgütünü kurar. Terör örgütlerini destekleyen birden fazla devlet varsa hepsi kurucu değildir. Diğerleri kendi menfaatleri doğrultusunda kullanan devletlerdir.

Terör örgütünü kuran devlet ile terör örgütünün hedefleri aynı değildir. İstihbarat örgütü kendi devletinin politikalarını o ülkeye kabul ettirmek için örgütü kurar. Teröristler ise ya dinlerine hizmet ettiklerine, ya bağımsız devlet kuracaklarına, ya da eşitlik sağlamak ve halkın üzerinden baskıları kaldıracaklarına inanırlar.

Sol örgütler böyle düşünür. Faşizmi yıkmak, yönetimi değiştirmek, güya eşitliği sağlamak.

Ülkesindeki yönetimden memnun değildir değiştirmek isterler. Neden memnun değildir peki? Başlangıçta anlattığımız gibi kendilerine bir düşman gösterilmiştir. Fert onu düşman bellemiştir. Artık geri dönüşü yoktur, ne anlatırsanız o düşmandır. Gösterdiğiniz en mantıklı deliller bile onu ikna etmez. Çünkü beynini örgütü kuran istihbarat örgütü kullanıyordur.

İnsanlar aklını başkalarının emrine öylesine vermiştir ki, söyleneni değerlendirme kabiliyetlerini kaybetmişlerdir. 70’lerin dev-genç lideri yakın zamanda izlediğim bir proğramda “ sabah solcuyu vuran silah, öğlen sağcıyı vurdu” denilen söze, “paraları mı yoktu neden ona bir silah, diğerine bir silah vermesinler?” diye sormuştu.

Bu sözün, aynı elin sabah birini, öğlen birini vurduğunu anlattığını hala anlamamıştı. Vurulan tarafa, karşı taraf düşman olarak gösterilip, savaş başlatmasının istendiğini şimdi bile anlamamışsa, genç olduğu o dönemde anlaması hiç mümkün değildi.

Diğer taraf haklı olarak yıkıcı, komünist bir örgütle mücadeleye başlamıştı. Çünkü devletlerini korumak istiyorlardı. Kendilerine düşman olarak komünizm gösterilmişti. Bütün bu kargaşayı yaratanlar onlardı ve arkalarında Rusya vardı. Düşman sol örgütler ve Rusya idi.

12 Eylül sonrası örgütler dağıtılınca yurt dışına kaçanlar oldu. Sağ taraftan kaçan olmadı ama sol taraftan çok sayıda insan yurt dışına kaçtı. Peki, bu komünist dediğimiz insanlar hangi ülkelere gitti? Rusya’ya giden olmadı hiç. Hepsi Almanya, Fransa, Belçika’ya gittiler. Kimse nasıl oluyor hem Rusya tarafından destekleniyor, hem de oraya değil batıya kaçıyorlar diye düşünmedi.

Eğer denk geldiyse görenler bilir daha önce de yazmıştım. ODTÜ denen okul, Amerikan parası ile kurulan bir okul olmasına rağmen hep komünist yetiştirir. Darbe komisyonunda konuşan Mehmet Ağar ne demişti? “Biz hep komünistlerin arkasında Rusya var diye düşünürdük meğer batı varmış.” Biz de günaydın dedik tabi.

O zamanın politikası gereği bize Rusya’nın düşman olduğunu göstermek isteyen Gladio denen örgüt böyle istemişti. Gladio örgütü ise Amerika ve İngiltere tarafından Nato çerçevesinde kurulmuş bir örgüttü. Bizim de içinde olduğumuz Nato denen örgüt, halkımızı birbirine kırdırıyordu.(Tam yazı yazdığım şu anda televizyonda hala AB ve Nato’yu savunan beyni orada kalmış, gazetecileri, güvenlikçileri hatta emekli paşayı dinliyorum bir yandan. Ne yazık ki bu beyinler hep var olacak.)

Dini olduğunu söyleyen örgütler din devleti kuracaklarına inanırlar. İçindeki örgüt elemanları dinlerine hizmet ettiğini sanarak katliam yapar. Hocaları onlara düşmanı göstermiştir. Düşman öncelikle birlikte yaşadıkları, fakat dinle ilgisi olmadığını düşündüğü Müslümanlardır. Allah’ın emirlerini Kuran’dan okumadıkları için böyle sanarlar. Hiç “kâfir” öldürmediklerinin farkında değillerdir. Hocaları öyle söylemiştir çünkü.

Örgütü kuran aklın hedefi, Müslümanların olduğu bölgede kargaşa çıkarmak ve hedefine ilerlemek, örgütün hedefi ise İslam devleti kurmak. İslam devleti kuranlara! onların kâfir diye nitelediği, gerçekten müslüman olmayanları neden öldürtsün?

Mezhep farklılığını, Kuran’ın anlattığı aklın sınırlarını zorlayarak dayatmak ve müslümanı müslümana kırdırmak varken, müslümanı öcü göstermek için neden Hıristiyan öldürtsünler?

Bu konuyu Işid ile ilgili yazdığımız http://ncocak.blogspot.com.tr/2014/09/isid-sebep-degil-sonuctur-1.html ve http://ncocak.blogspot.com.tr/2014/09/isid-sebep-degil-sonuctur-2.html yazılarda El Kaide ile birlikte anlatmaya çalışmıştık.

Terör yaratmak için seçilen hedefin pek fazla bir önemi yoktur. Bir suikast yapılacaksa Mehmet veya Ahmet olmuş önemli değildir. Yeter ki ses getirecek bir eylem olsun. Maksat infial yaratmak olduğuna göre ses getirmesi yeterlidir.

Bazen bir siyasi temsilci, bazen bir ideolojinin temsilcisi olabilir. “Bazen de şahıs önemli değildir sırf işgal ettiği makam nedeni ile suikast düzenlenir. “

Terör örgütlerinin silah ve para ihtiyacı kurucu ülkeler tarafından karşılanır. Bu büyük maddi ihtiyacı terör örgütünün başlangıçta karşılaması mümkün değildir. Daha sonra başta uyuşturucu olmak üzere, çeşitli kaynaklarla büyük gelirler elde eder terör örgütleri.

Çünkü dünyadaki uyuşturucu trafiğini de kesinlikle istihbarat örgütleri yönetir. İstihbarat örgütlerinin bilgisi olmadan aslında kuş bile uçmaz. Uçurmak isteyenler çıkar bazen. “Ben de bu trafikten pay istiyorum” derler. Panama devlet başkanı Noriega gibi.

Noriega, 1989 yılında ABD’nin yaptığı bir operasyonla kendi ülkesinde tutuklanıp ABD’ye götürülmüştü. “Uyuşturucu ticareti, haraç toplama, kara para aklama” suçlaması ile 30 yıl hapis cezası verildi.

Noriega boyunu aşan işe kalkmıştı. CİA’nın yaptığı işe burnunu sokmuştu. Uyuşturucu işi onlara aitti. Başkası bu işten pay almayı düşünemez bile. Hep böyle olmuştur. Kendileri tarafından yapılan,  aslında suç sayılan fiille bertaraf ederler. Bu size emniyet genel müdür yardımcısı Emin Aslan’ın uyuşturucu ticareti suçlaması ile yargılandığını hatırlatmadı tabi. Emin Aslan pay bile istememişti. Sadece örgütü ifşa etmişti.

Hedefine ilerleyen devlet hangi tür terör örgütüne ihtiyacı varsa onu kurar. Sol-sağ çatışmasının modası geçtiğinden bu devre dışı kalmıştır. Şimdi “dini” kisvesi olan veya etnik kisvesi olan örgütlerle hedefe yürüyorlar.

Etnik yönü olan terör örgütü elemanları da bağımsız devlet kurmak için mücadele eder. Söylediğimiz gibi örgütü kuran aklın hedefi bu değildir. Şimdi bölgemizde Kürt devleti kurmayı düşünen örgüt kullanılmakta. Hiç biri düşünmez ki bu batı devletleri neden bizi çok seviyor, “ezilmekten” kurtarmak istiyor, “bize demokrasi getirmek istiyor!? “

Bunu anlamak için yine yüz yıl geriye gitmek gerek. 1900’lerin başında İngiltere sanayi devrimi sonrası makinelerin buharla daha fazla gidemeyeceğini anladı. Sömürgelere ulaşmak, oralardaki zenginliklerin İngiltere’ye transferi gerekli. Üretilen malın dünyaya pazarlanması gerekli. Bu iş kömürle ve buharla olmayacaktı.

Petrol keşfedilmiş ve petrole ihtiyaçları vardı. Ancak petrol Osmanlı topraklarındaydı. Osmanlı büyük, heyula gibi karşılarında duran bir devletti. Bu devlet parçalanır, küçük devletler kurulur, onlar İngiltere’nin uydusu haline getirilirse sorun çözülürdü.

İslam coğrafyasında isyanlar ve devlete karşı yapılanmalar hep Lawrence öncülüğünde 1.Dünya Savaşında çıktı diye anlatılır. Hâlbuki Şerif Hüseyin ile görüşmeler 1914 yılında savaş öncesi başlamıştır. Yani daha savaş başlamadan Osmanlının parçalanma proğramları yapılıyordu.

Eğer biz savaşta Almanya değil de İngiltere’nin içinde olduğu ittifaka dâhil olmak istesek ne olacaktı? Elbette kabul olunmayacaktı. Savaş petrol için çıkarılmış, petrol bizim topraklarımızda ama bizimle ittifak yapılıyor. Çok öncelerden Yahudilere Filistin’de kurulacak devlet için de söz verilmişti. Osmanlı ile ittifak savaşın çıkarılma sebebine aykırı idi.

1.Dünya savaşı sonrası petrol bölgeleri ele geçirilince hedefe ulaşılmış oldu. Demek ki Osmanlı tamamen sıfırlanmak istenmedi. Sıfırlama işlemi sonraki yıllara bırakılmıştı. Malum olduğu üzere galip devletler Anadolu’yu da işgal ettiler. Ama petrol olmayan Anadolu planın dışında kalıyordu. Bu işgal “yenildiniz” demeyi gözümüze sokmak içindi.

Yunana İşgal için müsaade edildi. Bazı insanların “kurtuluş savaşı diye bir savaş yoktur” dediği gibi demiyoruz elbette. Kurtuluş savaşı vardır ve imkânsızlıklar içinde bu savaşı kazandık. Kazandık ama İngiltere, Yunan savaşımıza müdahil olmadı. Bu bize verilmiş bir iane idi. İane verenin bazı istekleri de olacaktı tabi.

İngiltere ne istedi peki? Osmanlı izleri silinecek, yönümüz İngiltere’ye dönecek ve onlarla aynı safta olacaktık. Bütün bunlar milletin beynine kazınacak, millet o yöne kanalize edilecekti. Bugün, yine bazılarının dediği gibi bazı bölgeleri anlaşma masasında verdiğimiz falan yoktu. Almaya gücümüz yoktu. O bölgeler ( Musul-Kerkük)  petrol bölgesi idi ve savaş bunun için yapılmıştı. İngiltere’nin bunu kabul etmesi bile düşünülemezdi.

Kendimize ait bir ideolojimiz yoktu. Batını dayattığı ideolojiyi benimsedik. Ne dedik?” “Yurtta sulh, Cihanda sulh.” Yani ben sana benzeyeceğim. Osmanlı falan değilim. Benden aldığın topraklarda da hak iddia etmeyeceğim.””  Direktifleriniz doğrultusunda etliye sütlüye karışmadan sulh içinde yaşayacağız.

Geriye dönük bütün tarihimizi sildik. Orta Asya’dan gelen atalarımızı unuttuk. İstanbul’da yaşarız ama bu şehri fetheden Fatih’i bile düşman belledik. Fatih Türk sayılmıyordu. Türklüğümüz 1923’de başlamıştı. Bizim atamız yoktu. Kendimize yeni ata seçtik. Tarihimizi 1923’den başlattık.

Kimimiz laik müslüman olduk. Kimimiz hocasının müslümanı. Müteşabih Hadis bile türettik. Kimimiz laikliği din belledi, islamı sildi. Kimimiz kendisi dışındakileri 1336 yıl sonra bile Kerbala’nın faili bildi. Ama hiç birimiz Kuran müslümanı olamadık.

Dinimiz bir kenara bıraktık. Çünkü İslam tehlike idi. Ya bir gün Müslümanlar ayılır da yine bir araya gelmeye kalkarsa diye, ileriki yıllarda irtica ile mücadeleyi ideoloji belledik. Yani bellettiler bize. Çünkü küresel güçlere söz vermiştik, onlara benzeyecektik.

Biz de istihbarat örgütü kurduk. Adına Milli İstihbarat Teşkilatı dedik. Adındaki Milli kelimesinden başka Milli yönü olmayan. Nato’dan beri CİA’nın Türkiye şubesi olarak faaliyet gösterdi. Emperyal devlet istihbarat örgütleri yurt dışında operasyon yaparken, bizim istihbarat örgütümüz yurt içinde irtica ve komünist fişlemesi yaptı sadece.


İnsanların dindar olmasının, tarikatların olmasının tehlike olmadığını anlamadık. “Asıl tehlikenin bu tarikatların başkasının eline geçmesini olduğunu”  hiç anlamadık. İslami terör dedikleri örgütlerin arkasında, aslında onlarla mücadele ettiğini söyleyen batılı devletlerin olduğunu görmedik.


Bunun için millete ters düşen davranışları alenen yaptık. Ramazan günlerinde kadehlerle göstere göstere su içtik. Su içerek “irtica” ve millete meydan okuduk.


Küresel güçlerin, “Yeni Dünya Düzeni “ dediği, şu anda bizi coğrafyamızda boğmaya çalışanların yıllar öncesinden gelen ideolojisi olan tek dünya dini ve devleti fikrine sıcak bakıp,  “Efendiler, bütün insanlığın tecrübe, bilgi ve tefekkürde yükselmesi ve olgunlaşması, Hıristiyanlığı, Müslümanlığı, Budizm’i bir yana bırakarak, basitleştirilmiş ve herkes için anlaşılacak hale konulmuş saf ve lekesiz evrensel bir dinin kurulması ve insanların şimdiye kadar kavgalar, çirkefler, kaba arzu ve iştahlar arasında, bir sefalet yuvasında yaşamakta olduklarını kabul ederek bütün vücutları ve zekâları zehirleyen pislik tohumlarını yok etmeye karar vermesi gibi şartların yaratılmasını gerektiren bir “birleşik dünya devleti” tahayyülünün tatlı olduğunu inkâr edecek değiliz.” Dedik.

Aslında bu fikrin, dünyanın derin devletinin dünyaya vermek istediği düzen olduğunu göremedik. Devletimiz, bu fikri dayatılan bir ideoloji olarak benimsemişti. Vatandaşa kabul ettirecektik hani, kabul ettirdik. Onun için insanlar bu sözde bir mecaz vardır diyorlar. Ya da  müteşabih bir “özdeyiş” diyebiliriz buna da.

Zihniyetimizden kıyafetimize kadar onların istediği gibi olmak zorundaydık. İnkılâpları düşünün, hepsi batılılaşma uğrunaydı. Hepimiz şapka taktık. Hatırlayın başımızdaki melon şapkaları. Winston Churchill ile İsmet İnönü’nün yan yana duran melon şapkalı fotoğraflarına bakın. İnönü Türk’e mi benziyor Churchill’e mi? Ama biz Türk devleti kurmuştuk!


Neticede “İran ile savaşırsak İran safında yer alırım” diyen Eren Erdem’ler, AB ile ilişkileri bütün tehditlerine rağmen düzeltmek için “OHAL'i kaldır, başkanlık ve referandumdan vazgeç, Şanghayı unut AB çapasına sarıl, milli mutabakat yönetimini kur, 1$ 3TL'nin altına düşer” diyen Faik Öztrak’lar yetiştirdik.

AB bize terör kanunu değiş, terörist öldürme diyor ama olsun. “Çapalarına sarılalım” yine de.



Sonunda övündüğümüz Türklüğümüze yaraşır böyle Türk gençleri yetiştirdik. Dünya umurunda olmayan, ama küresel güçler istediği zaman onların istediği yöne giden. Yabancı istihbarat örgütlerinin istediği doğrultuda, sanki ülkede kalan son 6 ağaç kesiliyor gibi bir ay terör estirip, yakıp yıkan. Ters çevrilmiş polis otosu üzerine çıkan papazla birlikte eylem yapan. Ve bundan sonra yabancı istihbarat örgütlerinin istediği zaman eylem yapacak olan.

“Bir ülkeyi yöneten güç her zaman tektir ve bu çoğunlukla iktidarda bulunanlar değildir. Bir ülkede yöneten gücü tespit etmek zordur. Çünkü birçok ülkede bu güç, ülke içinde bile değildir” diyor rahmetli Mahir Kaynak. Bizi yöneten güçte ülke dışındaydı aslında.

ABD, bölgede Rusya’yı kuşatmak için yeşil kuşak projesi başlattı. Ortadoğu coğrafyasında dini yönü ağır basan liderlerin önünü açtı. “Birçok ülkede ve bizde, ABD’nin istemediği hiçbir güç iktidar olamaz.” Ancak planlar her zaman istendiği gibi gitmeyebilir.

Gitmedi de. 2002’de “ben müslümanım” diyenler iktidar oldu.  İktidar olsunlar diye önleri açılmıştı. İşler iyi gidiyor görünüyordu. Aslında gitmiyordu. ABD hazırlığını yapmıştı. Devletin bütün kurumları yerli Amerikalılara işgal ettirilmişti.

Yerli Amerikalı olmayanlar uyduruk davalarla içeri tıkıldı. Milletin güvencesi olan ordumuz da büyük oranda ele geçirilmişti. Bildiğiniz 15 Temmuz kalkışması yaşandı.

AB bizi 53 yıl kapıda bekletti. Bunu, politikalarını bize kabul ettirmek için kullandılar. İş ciddiyete gelince bizi kızdıracak şeyler yaptılar. Terörü desteklediler. Anlaşmalara uymadılar. Buna rağmen bütün bunların farkında olmayan ya da beyni onlar tarafından hala kullanılanlar, kendi devleti yerine onların safında yer aldı.

Bütün planları istedikleri gibi gitmeyince batılılar ekonomik olarak sıkıştırmaya başladılar. Çünkü yeşil kuşakla kontrol altına alınacağı düşünülen adam istenilen çizgiden çıkmış, daha milliyetçi bir politika izlemeye başlamıştı. Şimdi o oyun oynanıyor. Ekonomimiz zaten yeterince sağlam değil. Cebi zarar görenler haykırmaya başladılar bile.

Bu arada Türk dünyası ve islam dünyası üzerinde çalışma yapılıyor. Belki batıya karşı bir Türk ve müslüman ittifakı kurulabilir diye. Çünkü ittifak yaptığımız batı aslında bizim düşmanımız. Bunu anladık. Osmanlı fikri cazip geliyor tabi bize.

Yine Mahir Kaynak “  Eğer Osmanlı kökünden söküldü ise yapacak bir şey yok. Eğer dibinden kesildiyse, yanından bir filiz vermesi mümkündür “ diyor.

Görünen o ki, kökünden sökülmemiş, bu kadar köküne bağlı olmayan insan varken filiz vermesini de pek mümkün görmüyorum. Erdoğan gitsin, isterse devlet yıkılsın diyenlerden filiz olur mu? Bu hal içindeyken bizde terör ve terörist eksik olur mu?

İngiliz gâvuru bizi öylesine parçaladı ki herkes birbirine düşman. Batılı kâfirler de hepimize düşman. Bunun farkında olmayan batı hayranları varken Osmanlıyı ancak dizilerde izleriz.

29.11.2016

1.Nutuk
-Kültür Bakanlığı 1000 temel eser 1975 basımı nutuk 2. Cilt. Sayfa 323
-Hıfzı Veldet Velidedeoğlu cumhuriyet kitapları 2004 basımı söylev 2. Cilt sayfa 521
-M.E. B. lığı devlet kitapları 1973 basımı nutuk 2. Cilt sayfa 713
2. Terör ve istihbarat oyunları ( Mahir Kaynak)
3. Hicaz İsyanı ( İsmail Köse)
4. Dünyanın derin devleti illuminati ( Ali Kuzu)









TERÖR VE TERÖRİST YETİŞTİREN SİSTEM ( 3 )

Petrol keşfedilmiş ve petrole ihtiyaçları vardı. Ancak petrol Osmanlı topraklarındaydı. Osmanlı büyük, heyula gibi karşılarında duran bir devletti. Bu devlet parçalanır, küçük devletler kurulur, onlar İngiltere’nin uydusu haline getirilirse sorun çözülürdü.

İslam coğrafyasında isyanlar ve devlete karşı yapılanmalar hep Lawrence öncülüğünde 1.Dünya Savaşında çıktı diye anlatılır. Hâlbuki Şerif Hüseyin ile görüşmeler 1914 yılında savaş öncesi başlamıştır. Yani daha savaş başlamadan Osmanlının parçalanma proğramları yapılıyordu.

Eğer biz savaşa Almanya değil de İngiltere’nin içinde olduğu ittifaka dâhil olmak istesek ne olacaktı? Elbette kabul olunmayacaktı. Savaş petrol için çıkarılmış, petrol bizim topraklarımızda ama bizimle ittifak yapılıyor. Çok öncelerden Yahudilere Filistin’de kurulacak devlet için de söz verilmişti. Osmanlı ile ittifak savaşın çıkarılma sebebine aykırı idi.

1.Dünya savaşı sonrası petrol bölgeleri ele geçirilince hedefe ulaşılmış oldu. Demek ki Osmanlı tamamen sıfırlanmak istenmedi. Sıfırlama işlemi sonraki yıllara bırakılmıştı. Malum olduğu üzere galip devletler Anadolu’yu da işgal ettiler. Ama petrol olmayan Anadolu planın dışında kalıyordu. Bu işgal “yenildiniz” demeyi gözümüze sokmak içindi.

Yunana İşgal için müsaade edildi. Bazı insanların “kurtuluş savaşı diye bir savaş yoktur” dediği gibi demiyoruz elbette. Kurtuluş savaşı vardır ve imkânsızlıklar içinde bu savaşı kazandık. Kazandık ama İngiltere, Yunan savaşımıza müdahil olmadı. Bu bize verilmiş bir iane idi. İane verenin bazı istekleri de olacaktı tabi.

İngiltere ne istedi peki? Osmanlı izleri silinecek, yönümüz İngiltere’ye dönecek ve onlarla aynı safta olacaktık. Bütün bunlar milletin beynine kazınacak, millet o yöne kanalize edilecekti. Bugün, yine bazılarının dediği gibi bazı bölgeleri anlaşma masasında verdiğimiz falan yoktu. Almaya gücümüz yoktu. O bölgeler ( Musul-Kerkük)  petrol bölgesi idi ve savaş bunun için yapılmıştı. İngiltere’nin bunu kabul etmesi bile düşünülemezdi.

Kendimize ait bir ideolojimiz yoktu. Batının dayattığı ideolojiyi benimsedik. Ne dedik?” “Yurtta sulh, Cihanda sulh.” Yani ben sana benzeyeceğim. Osmanlı falan değilim. Benden aldığın topraklarda da hak iddia etmeyeceğim.””  Direktifleriniz doğrultusunda etliye sütlüye karışmadan sulh içinde yaşayacağız.

Geriye dönük bütün tarihimizi sildik. Orta Asya’dan gelen atalarımızı unuttuk. İstanbul’da yaşarız ama bu şehri fetheden Fatih’i bile düşman belledik. Fatih Türk sayılmıyordu. Türklüğümüz 1923’de başlamıştı. Bizim atamız yoktu. Kendimize yeni ata seçtik. Tarihimizi 1923’den başlattık.

Kimimiz laik müslüman olduk. Kimimiz hocasının müslümanı. Müteşabih Hadis bile türettik. Kimimiz laikliği din belledi, islamı sildi. Kimimiz kendisi dışındakileri 1336 yıl sonra bile Kerbala’nın faili bildi. Ama hiç birimiz Kuran müslümanı olamadık.

Dinimiz bir kenara bıraktık. Çünkü İslam tehlike idi. Ya bir gün Müslümanlar ayılır da yine bir araya gelmeye kalkarsa diye, ileriki yıllarda irtica ile mücadeleyi ideoloji belledik. Yani bellettiler bize. Çünkü küresel güçlere söz vermiştik, onlara benzeyecektik.

Biz de istihbarat örgütü kurduk. Adına "Milli İstihbarat Teşkilatı" dedik. Adındaki Milli kelimesinden başka Milli yönü olmayan. Nato’dan beri CİA’nın Türkiye şubesi olarak faaliyet gösterdi. Emperyal devlet istihbarat örgütleri yurt dışında operasyon yaparken, bizim istihbarat örgütümüz yurt içinde irtica ve komünist fişlemesi yaptı sadece.


İnsanların dindar olmasının, tarikatların olmasının tehlike olmadığını anlamadık. “Asıl tehlikenin bu tarikatların başkasının eline geçmesini olduğunu”  hiç anlamadık. İslami terör dedikleri örgütlerin arkasında, aslında onlarla mücadele ettiğini söyleyen batılı devletlerin olduğunu görmedik.

Bunun için millete ters düşen davranışları alenen yaptık. Ramazan günlerinde kadehlerle göstere göstere su içtik. Su içerek “irtica” ve millete meydan okuduk




Küresel güçlerin, “Yeni Dünya Düzeni “ dediği, şu anda bizi coğrafyamızda boğmaya çalışanların yıllar öncesinden gelen ideolojisi olan tek dünya dini ve devleti fikrine sıcak bakıp,  “Efendiler, bütün insanlığın tecrübe, bilgi ve tefekkürde yükselmesi ve olgunlaşması, Hıristiyanlığı, Müslümanlığı, Budizm’i bir yana bırakarak, basitleştirilmiş ve herkes için anlaşılacak hale konulmuş saf ve lekesiz evrensel bir dinin kurulması ve insanların şimdiye kadar kavgalar, çirkefler, kaba arzu ve iştahlar arasında, bir sefalet yuvasında yaşamakta olduklarını kabul ederek bütün vücutları ve zekâları zehirleyen pislik tohumlarını yok etmeye karar vermesi gibi şartların yaratılmasını gerektiren bir “birleşik dünya devleti” tahayyülünün tatlı olduğunu inkâr edecek değiliz.” Dedik.

Aslında bu fikrin, dünyanın derin devletinin dünyaya vermek istediği düzen olduğunu göremedik. Devletimiz, bu fikri dayatılan bir ideoloji olarak benimsemişti. Vatandaşa kabul ettirecektik hani, kabul ettirdik. Onun için insanlar bu sözde bir mecaz vardır diyorlar. Ya da  müteşabih bir “özdeyiş” diyebiliriz buna da.

Zihniyetimizden kıyafetimize kadar onların istediği gibi olmak zorundaydık. İnkılâpları düşünün, hepsi batılılaşma uğrunaydı. Hepimiz şapka taktık. Hatırlayın başımızdaki melon şapkaları. Winston Churchill ile İsmet İnönü’nün yan yana duran melon şapkalı fotoğraflarına bakın. İnönü Türk’e mi benziyor Churchill’e mi? Ama biz Türk devleti kurmuştuk!



Neticede “İran ile savaşırsak İran safında yer alırım” diyen Eren Erdem’ler, AB ile ilişkileri bütün tehditlerine rağmen düzeltmek için “OHAL'i kaldır, başkanlık ve referandumdan vazgeç, Şanghayı unut AB çapasına sarıl, milli mutabakat yönetimini kur, 1$ 3TL'nin altına düşer” diyen Faik Öztrak’lar yetiştirdik.

AB bize terör kanunu değiş, terörist öldürme diyor ama olsun. “Çapalarına sarılalım” yine de.



Sonunda övündüğümüz Türklüğümüze yaraşır böyle Türk gençleri yetiştirdik. Dünya umurunda olmayan, ama küresel güçler istediği zaman onların istediği yöne giden. Yabancı istihbarat örgütlerinin istediği doğrultuda, sanki ülkede kalan son 6 ağaç kesiliyor gibi bir ay terör estirip, yakıp yıkan. Ters çevrilmiş polis otosu üzerine çıkan papazla birlikte eylem yapan. Ve bundan sonra yabancı istihbarat örgütlerinin istediği zaman eylem yapacak olan.

“Bir ülkeyi yöneten güç her zaman tektir ve bu çoğunlukla iktidarda bulunanlar değildir. Bir ülkede yöneten gücü tespit etmek zordur. Çünkü birçok ülkede bu güç, ülke içinde bile değildir” diyor rahmetli Mahir Kaynak. Bizi yöneten güçte ülke dışındaydı aslında.

ABD, bölgede Rusya’yı kuşatmak için yeşil kuşak projesi başlattı. Ortadoğu coğrafyasında dini yönü ağır basan liderlerin önünü açtı. “Birçok ülkede ve bizde, ABD’nin istemediği hiçbir güç iktidar olamaz.” Ancak planlar her zaman istendiği gibi gitmeyebilir.

Gitmedi de. 2002’de “ben müslümanım” diyenler iktidar oldu.  İktidar olsunlar diye önleri açılmıştı. İşler iyi gidiyor görünüyordu. Aslında gitmiyordu. ABD hazırlığını yapmıştı. Devletin bütün kurumları yerli Amerikalılara işgal ettirilmişti.

Yerli Amerikalı olmayanlar uyduruk davalarla içeri tıkıldı. Milletin güvencesi olan ordumuz da büyük oranda ele geçirilmişti. Bildiğiniz 15 Temmuz kalkışması yaşandı.

AB bizi 53 yıl kapıda bekletti. Bunu, politikalarını bize kabul ettirmek için kullandılar. İş ciddiyete gelince bizi kızdıracak şeyler yaptılar. Terörü desteklediler. Anlaşmalara uymadılar. Buna rağmen bütün bunların farkında olmayan ya da beyni onlar tarafından hala kullanılanlar, kendi devleti yerine onların safında yer aldı.

Bütün planları istedikleri gibi gitmeyince batılılar ekonomik olarak sıkıştırmaya başladılar. Çünkü yeşil kuşakla kontrol altına alınacağı düşünülen adam istenilen çizgiden çıkmış, daha milliyetçi bir politika izlemeye başlamıştı. Şimdi o oyun oynanıyor. Ekonomimiz zaten yeterince sağlam değil. Cebi zarar görenler haykırmaya başladılar bile.

Bu arada Türk dünyası ve islam dünyası üzerinde çalışma yapılıyor. Belki batıya karşı bir Türk ve müslüman ittifakı kurulabilir diye. Çünkü ittifak yaptığımız batı aslında bizim düşmanımız. Bunu anladık. Osmanlı fikri cazip geliyor tabi bize.

Yine Mahir Kaynak “  Eğer Osmanlı kökünden söküldü ise yapacak bir şey yok. Eğer dibinden kesildiyse, yanından bir filiz vermesi mümkündür “ diyor.

Görünen o ki, kökünden sökülmemiş, bu kadar köküne bağlı olmayan insan varken filiz vermesini de pek mümkün görmüyorum. Erdoğan gitsin, isterse devlet yıkılsın diyenlerden filiz olur mu? Bu hal içindeyken bizde terör ve terörist eksik olur mu?

İngiliz gâvuru bizi öylesine parçaladı ki herkes birbirine düşman. Batılı kâfirler de hepimize düşman. Bunun farkında olmayan batı hayranları varken Osmanlıyı ancak dizilerde izleriz.

BİTTİ..

29.11.2016

1.Nutuk
-Kültür Bakanlığı 1000 temel eser 1975 basımı nutuk 2. Cilt. Sayfa 323
-Hıfzı Veldet Velidedeoğlu cumhuriyet kitapları 2004 basımı söylev 2. Cilt sayfa 521
-M.E. B. lığı devlet kitapları 1973 basımı nutuk 2. Cilt sayfa 713
2. Terör ve istihbarat oyunları ( Mahir Kaynak)
3. Hicaz İsyanı ( İsmail Köse)
4. Dünyanın derin devleti illuminati ( Ali Kuzu)












TERÖR VE TERÖRİST YETİŞTİREN SİSTEM ( 2 )

Terör örgütünü kuran devlet ile terör örgütünün hedefleri aynı değildir. İstihbarat örgütü kendi devletinin politikalarını o ülkeye kabul ettirmek için örgütü kurar. Teröristler ise ya dinlerine hizmet ettiklerine, ya bağımsız devlet kuracaklarına, ya da eşitlik sağlamak ve halkın üzerinden baskıları kaldıracaklarına inanırlar.

Sol örgütler böyle düşünür. Faşizmi yıkmak, yönetimi değiştirmek, güya eşitliği sağlamak.

Ülkesindeki yönetimden memnun değildir değiştirmek isterler. Neden memnun değildir peki? Başlangıçta anlattığımız gibi kendilerine bir düşman gösterilmiştir. Fert onu düşman bellemiştir. Artık geri dönüşü yoktur, ne anlatırsanız o düşmandır. Gösterdiğiniz en mantıklı deliller bile onu ikna etmez. Çünkü beynini örgütü kuran istihbarat örgütü kullanıyordur.

İnsanlar aklını başkalarının emrine öylesine vermiştir ki, söyleneni değerlendirme kabiliyetlerini kaybetmişlerdir. 70’lerin dev-genç lideri yakın zamanda izlediğim bir proğramda “ sabah solcuyu vuran silah, öğlen sağcıyı vurdu” denilen söze, “paraları mı yoktu neden ona bir silah, diğerine bir silah vermesinler?” diye sormuştu.

Bu sözün, aynı elin sabah birini, öğlen birini vurduğunu anlattığını hala anlamamıştı. Vurulan tarafa, karşı taraf düşman olarak gösterilip, savaş başlatmasının istendiğini şimdi bile anlamamışsa, genç olduğu o dönemde anlaması hiç mümkün değildi.

Diğer taraf haklı olarak yıkıcı, komünist bir örgütle mücadeleye başlamıştı. Çünkü devletlerini korumak istiyorlardı. Kendilerine düşman olarak komünizm gösterilmişti. Bütün bu kargaşayı yaratanlar onlardı ve arkalarında Rusya vardı. Düşman sol örgütler ve Rusya idi.

12 Eylül sonrası örgütler dağıtılınca yurt dışına kaçanlar oldu. Sağ taraftan kaçan olmadı ama sol taraftan çok sayıda insan yurt dışına kaçtı. Peki, bu komünist dediğimiz insanlar hangi ülkelere gitti? Rusya’ya giden olmadı hiç. Hepsi Almanya, Fransa, Belçika’ya gittiler. Kimse nasıl oluyor hem Rusya tarafından destekleniyor, hem de oraya değil batıya kaçıyorlar diye düşünmedi.

Eğer denk geldiyse görenler bilir daha önce de yazmıştım. ODTÜ denen okul, Amerikan parası ile kurulan bir okul olmasına rağmen hep komünist yetiştirir. Darbe komisyonunda konuşan Mehmet Ağar ne demişti? “Biz hep komünistlerin arkasında Rusya var diye düşünürdük meğer batı varmış.” Biz de günaydın dedik tabi.

O zamanın politikası gereği bize Rusya’nın düşman olduğunu göstermek isteyen Gladio denen örgüt böyle istemişti. Gladio örgütü ise Amerika ve İngiltere tarafından Nato çerçevesinde kurulmuş bir örgüttü. Bizim de içinde olduğumuz Nato denen örgüt, halkımızı birbirine kırdırıyordu.(Tam yazı yazdığım şu anda televizyonda hala AB ve Nato’yu savunan beyni orada kalmış, gazetecileri, güvenlikçileri hatta emekli paşayı dinliyorum bir yandan. Ne yazık ki bu beyinler hep var olacak.)

Dini olduğunu söyleyen örgütler din devleti kuracaklarına inanırlar. İçindeki örgüt elemanları dinlerine hizmet ettiğini sanarak katliam yapar. Hocaları onlara düşmanı göstermiştir. Düşman öncelikle birlikte yaşadıkları, fakat dinle ilgisi olmadığını düşündüğü Müslümanlardır. Allah’ın emirlerini Kuran’dan okumadıkları için böyle sanarlar. Hiç “kâfir” öldürmediklerinin farkında değillerdir. Hocaları öyle söylemiştir çünkü.

Örgütü kuran aklın hedefi, Müslümanların olduğu bölgede kargaşa çıkarmak ve hedefine ilerlemek, örgütün hedefi ise İslam devleti kurmak. İslam devleti kuranlara! onların kâfir diye nitelediği, gerçekten müslüman olmayanları neden öldürtsün?

Mezhep farklılığını, Kuran’ın anlattığı aklın sınırlarını zorlayarak dayatmak ve müslümanı müslümana kırdırmak varken, müslümanı öcü göstermek için neden Hıristiyan öldürtsünler?

Bu konuyu Işid ile ilgili yazdığımız http://ncocak.blogspot.com.tr/2014/09/isid-sebep-degil-sonuctur-1.html ve http://ncocak.blogspot.com.tr/2014/09/isid-sebep-degil-sonuctur-2.html yazılarda El Kaide ile birlikte anlatmaya çalışmıştık.

Terör yaratmak için seçilen hedefin pek fazla bir önemi yoktur. Bir suikast yapılacaksa Mehmet veya Ahmet olmuş önemli değildir. Yeter ki ses getirecek bir eylem olsun. Maksat infial yaratmak olduğuna göre ses getirmesi yeterlidir.

Bazen bir siyasi temsilci, bazen bir ideolojinin temsilcisi olabilir. “Bazen de şahıs önemli değildir sırf işgal ettiği makam nedeni ile suikast düzenlenir. “

Terör örgütlerinin silah ve para ihtiyacı kurucu ülkeler tarafından karşılanır. Bu büyük maddi ihtiyacı terör örgütünün başlangıçta karşılaması mümkün değildir. Daha sonra başta uyuşturucu olmak üzere, çeşitli kaynaklarla büyük gelirler elde eder terör örgütleri.

Çünkü dünyadaki uyuşturucu trafiğini de kesinlikle istihbarat örgütleri yönetir. İstihbarat örgütlerinin bilgisi olmadan aslında kuş bile uçmaz. Uçurmak isteyenler çıkar bazen. “Ben de bu trafikten pay istiyorum” derler. Panama devlet başkanı Noriega gibi.

Noriega, 1989 yılında ABD’nin yaptığı bir operasyonla kendi ülkesinde tutuklanıp ABD’ye götürülmüştü. “Uyuşturucu ticareti, haraç toplama, kara para aklama” suçlaması ile 30 yıl hapis cezası verildi.

Noriega boyunu aşan işe kalkmıştı. CİA’nın yaptığı işe burnunu sokmuştu. Uyuşturucu işi onlara aitti. Başkası bu işten pay almayı düşünemez bile. Hep böyle olmuştur. Kendileri tarafından yapılan,  aslında suç sayılan fiille bertaraf ederler. Bu size emniyet genel müdür yardımcısı Emin Aslan’ın uyuşturucu ticareti suçlaması ile yargılandığını hatırlatmadı tabi. Emin Aslan pay bile istememişti. Sadece örgütü ifşa etmişti.

Hedefine ilerleyen devlet hangi tür terör örgütüne ihtiyacı varsa onu kurar. Sol-sağ çatışmasının modası geçtiğinden bu devre dışı kalmıştır. Şimdi “dini” kisvesi olan veya etnik kisvesi olan örgütlerle hedefe yürüyorlar.

Etnik yönü olan terör örgütü elemanları da bağımsız devlet kurmak için mücadele eder. Söylediğimiz gibi örgütü kuran aklın hedefi bu değildir. Şimdi bölgemizde Kürt devleti kurmayı düşünen örgüt kullanılmakta. Hiç biri düşünmez ki bu batı devletleri neden bizi çok seviyor, “ezilmekten” kurtarmak istiyor, “bize demokrasi getirmek istiyor!? “

Bunu anlamak için yine yüz yıl geriye gitmek gerek. 1900’lerin başında İngiltere sanayi devrimi sonrası makinelerin buharla daha fazla gidemeyeceğini anladı. Sömürgelere ulaşmak, oralardaki zenginliklerin İngiltere’ye transferi gerekli. Üretilen malın dünyaya pazarlanması gerekli. Bu iş kömürle ve buharla olmayacaktı.

DEVAM EDECEK