“2010 yılında yapılan Anayasa değişikliği ile yargı
organları üzerinde oluşan vesayetçi anlayışların ortadan kaldırılması için
cesaretli adımlar atıldı. Bu adımlar toplumda büyük karşılık da
gördü. Söz konusu vesayetçi yönetimlerin görevlerinin sona ermesi ile büyük bir
boşluk doğdu. Bu boşluğun, toplumun her kesimini kucaklayan, hoşgörülü,
özgürlükçü, çoğulcu, adil ve evrensel değerleri yansıtan tercihlerle
doldurulması gerekirken, ne yazık ki bunu gerçekleştiremedik. Bu kez,
farklı renkte yeni bir vesayet sisteminin oluşmasına tanık olduk. Kimse bu
yeni oluşumun günahından kendini soyutlamaya çalışmasın. Tarih
olanları kaydediyor. Bunları konuşmak, gerçekleri itiraf etmek ve
cesaretle çözüm yolları bulmak zorundayız” diyor AYM Başkanı Haşim Kılıç. Doğru
mu diyor?
Evet, doğru diyor. Yerel mahkemeden yüksek mahkemeye kadar
salonda toplanıp brifing alan yargıyı istemiyorduk. Biz bir hukuk devleti
olmayı düşlemiştik çünkü. Maalesef olamadık. Vesayet altında olmaya alışmış bir
yargı sistemini bağımsız ve tarafsız olmaya alıştırmak da zaman alacak.
Hukuk bir yana bırakılıp 80 yıldır yanlış olduğunun farkına
varmayıp, resmi ideolojiyi uygulayanlar milletin çoğunluğunu ülkeye zararlı
unsur sayıp irtica, solcu, sağcı diyerek hiçbir kurala bağlı olmadan ordudan
atanlar şartların bir gün böyle olacağını hesaplayamadılar.
Görevden uzaklaştırılan insanlar başka kurumlarda iş
bulduklarında dahi “bizim attığımız insana iş veremezsin” diye her buldukları
işten kovduruldular. İnsan hakları evrensel beyannamesinde ki insan olma ve
yaşama hakları bile ellerinden alındı.
Hâlbuki hukuk bir devletin “olmazsa olmaz” ı idi. Güç
ellerinde olduğu müddetçe bunun farkında varmadılar. Ne zaman anladılar hukukun
gerekli olduğunu? Ülkenin silahlı kuvvetlerinin en başında olan, en büyük
komutanının çete kurmaktan yargılandığı zaman. Demek ki hukuk Gnl. Kur. Bşk. da
lazımdı. Defalarca yazdık, en üst düzey komutanın çete reisi gibi yargılanması
alçaltıcıdır diye.
Yerleşik bir vesayetin saf dışı bırakılması, irtica
yaygaraları ile parti kapatmaya kadar giden keyfi hukuk sisteminin yani
hukuksuzluğun bertaraf edilmesi işine geldiği için hükümet destek oldu. Belki
kurt yok edilecekti ama yerine bir aslan oturacaktı göremediler. Ne zaman
gördüler?
Tahta çıkan aslanın kurtla beraber kendilerini de sofraya
dâhil ettiğini, bütün kurumların aslında kilitlendiğini, iş göremez hale
geldiğini görünce ayıldılar, vakit epeyi geç olmuştu.
“Bu kez, farklı renkte yeni bir vesayet sisteminin
oluşmasına tanık olduk” diyen AYM başkanı aslında hükümeti kast ediyor olsa
bile o vesayet örgüt vesayeti idi. Eğer içinde değilse, bunu örgüt yerine
hükümet olarak okumak bir AYM başkanına yakışmayan davranıştır. O zaman vesayet
sisteminden şikâyetçi olacak son kişi kendisidir.
Bu durumda “Hukuk devletinin temel direği olan yargı, aynı
zamanda devletin vicdanı olarak da tanımlanır. Bu vicdanın, siyasi ve
ideolojik vesayet odaklarının işgaline uğraması nedeniyle toplum hayatına
verilen zararların acı örnekleri, hafızalardan henüz silinmemiştir. İşgal
devam ettiği sürece de bunları yaşamaya devam edeceğiz” demeye hiç hakkı yoktur.
Bana göre bunca zaman örgüt vesayetini de görmeyen hükümet zavallı durumuna düşmüş,
düşürülmüştür. AYM başkanının bu suçlaması sadece hedef saptırmadır.
Hükümetin atadığı insanlara komplo kurmak, devlet
politikasını sekteye uğratmak ve Dünya’ya ifşa etmek, meşru hükümeti devirmek
için sokak eylemlerine destek vermek gibi bir misyon üstlenen örgütü görmezden
gelerek meşru hükümeti vesayet gibi tanımlamak vesayetten yana olmaktır.
Hele bir yüksek mahkeme başkanı “Hukuk devletinin odağında
esas itibariyle iktidar gücünün keyfi davranışlarının sınırlandırılması vardır.
Bu nedenle kamu gücünü kullananlar da vatandaşlar gibi hukuksal ilkelerle
kuşatılmıştır” deyip de kendisini “hukuksal ilkelerle kuşatılmış” olarak
görmüyor hükümete ayar vermeye kalkıyorsa hangi hukuktan söz ediyor anlamak
mümkün değildir.
Dün mağdur konumunda olanların, ordunun en yüksek kademesine
tuzak kurarak onları mağdur durumuna düşürüyor ve bunu yüksek mahkeme başkanı
ilkesizlik ve hukuksuzluk olarak görmüyorsa, bağlı olduğu ilkelerin de ne
olduğunu açıklamak zorunluluğu vardır.
“Yargı, milletin iradesine tuzak kurulacak yer değildir ve
olmamalıdır. Son dönemde yargı, bu konuyla ilgili olarak “paralel devlet” ya
da “çete” diye nitelendirilen çok vahim, çok ciddi ve çok ağır bir
suçlamayla karşı karşıyadır” diyen AYM başkanı Genelkurmay başkanını çete reisi
yapan, sırf örgütü ifşa eden kitap yazdı diye sağ görüşlü muhafazakâr bir polis
müdürünü sol örgütlere yataklık yapma suçu ile yargılayan mahkemenin örgüt
vesayetini görmüyorsa kaç numara gözlük takması gerekir bilmiyorum.
“Demokrasi, insan onuru, temel hak ve özgürlükler,
Mahkememizin korumak zorunda olduğu evrensel değerlerdir. Temel hak
ve özgürlükler; din, ırk, mezhep, siyasi düşünce ve ideolojilerden arındırılarak
sadece “insan olma” ortak paydasında birleştirilmiş ve evrensel bir değer
olarak tanımlanmıştır” derken yakın zamana kadar hükümet serbestlik getirmeden
önce başörtüsünden dolayı mağdur olan, ikna odalarına muhatap olan, yerlerde
sürünen çocukların “; din, ırk, mezhep, siyasi düşünce ve ideolojilerden
arındırılarak sadece “insan olma” ortak paydasına karşı nasıl bir duruş
sergilediği hepimizce malumken şimdi bunu hatırlamış olması akıl tutulmasıdır.
Muhterem AYM başkanımız, insanlar suçlu ilan edilip sonra
delil üretilirken, tuzaklar kurulup uygunsuz görüntüler çekilirken bu ülkede
değil miydi acaba? Unutulmasın ki nasıl hukuk ihlali yapan askere bugün hukuk
lazım olduysa, yargı mensuplarına da belki yarın hukuk lazım olacaktır. Hukuk
hepimize lazımdır.
26.4.2014
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder