30 Ağustos 2014 Cumartesi

HUKUK KİMLERE LAZIM?




“2010 yılında yapılan Anayasa değişikliği ile yargı organları üzerinde oluşan vesayetçi anlayışların ortadan kaldırılması için cesaretli adımlar atıldı. Bu adımlar toplumda büyük   karşılık da gördü. Söz konusu vesayetçi yönetimlerin görevlerinin sona ermesi ile büyük bir boşluk doğdu. Bu boşluğun, toplumun her kesimini kucaklayan, hoşgörülü, özgürlükçü, çoğulcu, adil ve evrensel değerleri yansıtan tercihlerle doldurulması gerekirken, ne yazık ki  bunu gerçekleştiremedik. Bu kez, farklı renkte yeni bir vesayet sisteminin  oluşmasına tanık olduk. Kimse bu yeni oluşumun günahından kendini soyutlamaya çalışmasın. Tarih  olanları  kaydediyor. Bunları konuşmak, gerçekleri itiraf etmek ve cesaretle çözüm yolları bulmak zorundayız” diyor AYM Başkanı Haşim Kılıç. Doğru mu diyor?

Evet, doğru diyor. Yerel mahkemeden yüksek mahkemeye kadar salonda toplanıp brifing alan yargıyı istemiyorduk. Biz bir hukuk devleti olmayı düşlemiştik çünkü. Maalesef olamadık. Vesayet altında olmaya alışmış bir yargı sistemini bağımsız ve tarafsız olmaya alıştırmak da zaman alacak.
Hukuk bir yana bırakılıp 80 yıldır yanlış olduğunun farkına varmayıp, resmi ideolojiyi uygulayanlar milletin çoğunluğunu ülkeye zararlı unsur sayıp irtica, solcu, sağcı diyerek hiçbir kurala bağlı olmadan ordudan atanlar şartların bir gün böyle olacağını hesaplayamadılar.
Görevden uzaklaştırılan insanlar başka kurumlarda iş bulduklarında dahi “bizim attığımız insana iş veremezsin” diye her buldukları işten kovduruldular. İnsan hakları evrensel beyannamesinde ki insan olma ve yaşama hakları bile ellerinden alındı.

Hâlbuki hukuk bir devletin “olmazsa olmaz” ı idi. Güç ellerinde olduğu müddetçe bunun farkında varmadılar. Ne zaman anladılar hukukun gerekli olduğunu? Ülkenin silahlı kuvvetlerinin en başında olan, en büyük komutanının çete kurmaktan yargılandığı zaman. Demek ki hukuk Gnl. Kur. Bşk. da lazımdı. Defalarca yazdık, en üst düzey komutanın çete reisi gibi yargılanması alçaltıcıdır diye.
Yerleşik bir vesayetin saf dışı bırakılması, irtica yaygaraları ile parti kapatmaya kadar giden keyfi hukuk sisteminin yani hukuksuzluğun bertaraf edilmesi işine geldiği için hükümet destek oldu. Belki kurt yok edilecekti ama yerine bir aslan oturacaktı göremediler. Ne zaman gördüler?

Tahta çıkan aslanın kurtla beraber kendilerini de sofraya dâhil ettiğini, bütün kurumların aslında kilitlendiğini, iş göremez hale geldiğini görünce ayıldılar, vakit epeyi geç olmuştu.

“Bu kez, farklı renkte yeni bir vesayet sisteminin  oluşmasına tanık olduk” diyen AYM başkanı aslında hükümeti kast ediyor olsa bile o vesayet örgüt vesayeti idi. Eğer içinde değilse, bunu örgüt yerine hükümet olarak okumak bir AYM başkanına yakışmayan davranıştır. O zaman vesayet sisteminden şikâyetçi olacak son kişi kendisidir.

Bu durumda “Hukuk devletinin temel direği olan yargı, aynı zamanda devletin  vicdanı olarak da tanımlanır. Bu vicdanın, siyasi ve ideolojik vesayet odaklarının işgaline uğraması nedeniyle toplum hayatına verilen zararların acı örnekleri, hafızalardan henüz silinmemiştir.  İşgal devam ettiği sürece de bunları yaşamaya devam edeceğiz” demeye hiç hakkı yoktur. Bana göre bunca zaman örgüt vesayetini de görmeyen hükümet zavallı durumuna düşmüş, düşürülmüştür. AYM başkanının bu suçlaması sadece hedef saptırmadır.

Hükümetin atadığı insanlara komplo kurmak, devlet politikasını sekteye uğratmak ve Dünya’ya ifşa etmek, meşru hükümeti devirmek için sokak eylemlerine destek vermek gibi bir misyon üstlenen örgütü görmezden gelerek meşru hükümeti vesayet gibi tanımlamak vesayetten yana olmaktır.

Hele bir yüksek mahkeme başkanı “Hukuk devletinin odağında esas itibariyle iktidar gücünün keyfi davranışlarının sınırlandırılması vardır. Bu nedenle kamu gücünü kullananlar da vatandaşlar gibi hukuksal ilkelerle kuşatılmıştır” deyip de kendisini “hukuksal ilkelerle kuşatılmış” olarak görmüyor hükümete ayar vermeye kalkıyorsa hangi hukuktan söz ediyor anlamak mümkün değildir.

Dün mağdur konumunda olanların, ordunun en yüksek kademesine tuzak kurarak onları mağdur durumuna düşürüyor ve bunu yüksek mahkeme başkanı ilkesizlik ve hukuksuzluk olarak görmüyorsa, bağlı olduğu ilkelerin de ne olduğunu açıklamak zorunluluğu vardır.

“Yargı, milletin iradesine tuzak kurulacak yer değildir ve olmamalıdır. Son dönemde yargı, bu konuyla ilgili olarak “paralel devlet” ya da  “çete” diye nitelendirilen çok vahim, çok ciddi ve çok ağır bir suçlamayla karşı karşıyadır” diyen AYM başkanı Genelkurmay başkanını çete reisi yapan, sırf örgütü ifşa eden kitap yazdı diye sağ görüşlü muhafazakâr bir polis müdürünü sol örgütlere yataklık yapma suçu ile yargılayan mahkemenin örgüt vesayetini görmüyorsa kaç numara gözlük takması gerekir bilmiyorum. 

“Demokrasi, insan onuru, temel hak ve özgürlükler, Mahkememizin korumak zorunda olduğu  evrensel değerlerdir.  Temel hak ve özgürlükler; din, ırk, mezhep, siyasi düşünce ve ideolojilerden arındırılarak sadece “insan olma” ortak paydasında birleştirilmiş ve evrensel bir değer olarak tanımlanmıştır” derken yakın zamana kadar hükümet serbestlik getirmeden önce başörtüsünden dolayı mağdur olan, ikna odalarına muhatap olan, yerlerde sürünen çocukların “; din, ırk, mezhep, siyasi düşünce ve ideolojilerden arındırılarak sadece “insan olma” ortak paydasına karşı nasıl bir duruş sergilediği hepimizce malumken şimdi bunu hatırlamış olması akıl tutulmasıdır.

Muhterem AYM başkanımız, insanlar suçlu ilan edilip sonra delil üretilirken, tuzaklar kurulup uygunsuz görüntüler çekilirken bu ülkede değil miydi acaba? Unutulmasın ki nasıl hukuk ihlali yapan askere bugün hukuk lazım olduysa, yargı mensuplarına da belki yarın hukuk lazım olacaktır. Hukuk hepimize lazımdır.

26.4.2014


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder