29 Ocak 2018 Pazartesi

DIŞ POLİTİKAMIZ VE ESKİ DÜŞMAN YENİ DOST

Baba çok iyi bir bağlayıcı idi. Tıpkı çimento gibi. Çocuklar her hafta baba evinde toplanırdı. Hepsi çok iyi geçiniyor, birbirlerini çok seviyordu. Gün geldi hak vaki oldu, baba öldü.


İşte o birbirini çok seven kardeşler kavgaya başladı. Daha önce kavga yapmayan kardeşler kavga yapıyordu. Neden peki?


Çünkü babadan kalan mal paylaşımında fazla kapma yarışı başlamıştı. Sevgi falan kalmamıştı. Hani dün birbirlerini çok seviyorlardı, ne oldu? Menfaatler çatışmaya başladı da ondan.


Yanlış hatırlamıyorsam ortak meclis toplantısı bile yapmıştık Suriye ile. Dost olmuştuk çünkü. Baba Esed zamanında pek de iyi olmayan ilişkiler dostluğa dönüşmüştü.


Sonra ne oldu? Malum iç savaş başladı. Esed mantıklı çözüm tekliflerimize kulak tıkadı. Katliam yapmaya başladı. Dış güçler denkleme girdi. Aslında denklemi kuran da onlardı zaten.


İlerleyen zamanda Esed, bizim karşı oluşumuz nedeni ile karşı hamleler başlattı. Kuzeyde pkk-pyd’ye alan açtı. Amerika Esat gidecek derken aslında hamleler için ona akıl veriyordu. Esed’ın görmediği bir şey vardı. Amerika’nın tavsiye ettiği hamle sadece bize değil, hem kendisine hem de bize idi.


Esed topraklarının bir kısmını terör devletine bırakıyor, biz de terör devletine komşu oluyorduk. Bir taşta iki kuş vuruyordu Amerika.


İşte bu durum bizi baba malı bölüşemeyen kardeşler gibi düşman yaptı. Ülke menfaatine halel gelsin istemiyorduk. Devletimizin bekası tehlikedeydi.


Sonra ne oldu. Amerikan hamlesini boşa çıkarmak için Fırat Kalkanı harekâtını yaptık. Şimdi de Zeytin Dalı. Esed ile dolaylı görüşürken belki de direk görüşmeler olacak bundan sonra.


Esed topraklarını böldürmeyecek, biz de teröriste komşu olmayacağız. Sınır güvenliğimiz sağlanacak. Menfaatler örtüştü mü? Örtüştü. Sorun ne peki,  neyi anlamıyor muhalif olanlar?


Kurtuluş savaşını kimle yaptık? Yunan başbakanı Venizelos 1929 yılında Ankara’ya ziyaret yaptı. Cumhurbaşkanı kimdi? Tabi ki Atatürk. Dün savaştı bugün Venizelos’u kabul ediyor diyen oldu mu? Devletler arasında ezeli dostluk, ebedi düşmanlık olmaz. Demek ki 1929 yılında ülke menfaati için görüşmek gerekiyordu ve görüşüldü.


Suriye ile de aynı şey. Mevcut durumda Esed ile görüşmek menfaatimize uygun düşüyor. O zaman görüşülmeli. Dün dost olan bugün düşman olabilir. Menfaatimize uygun ise, bugün düşman olan yarın dostta olabilir. Bunda anlaşılmayacak ne var?


Peki, Amerikanın kuyruğuna takılıp Esed ile kapışmak doğrumuydu? Değildi tabi. Bu ayrı bir yazı konusu.


Dün yanlış yapıldı diye, bugün doğruyu yapmamak mı gerekir?


Muhalefet hem bunu kullanıyor hem de ÖSO’ya terörist diyor. Burada muhalefet hata yapıyor diyemiyoruz elbette. Sonraki zamanda kullanılmak üzere 17-25 Aralık ihaneti yapıldı. Türkiye teröristlere silah veriyordu. Şimdi de işbirliği yaptığımız ÖSO’ya terörist deniliyor. Muhtemelen ileride terör destekçisi olduğumuz ilan edilecek. Yani muhalefet kendisine verilen görevi yapıyor.


Muhalefetimiz siz açıktan teröre destek veriyor, 4900 tır ve 2000 uçak silah bile verdiniz. Velev ki terörist olsun ÖSO.  Biz de onlarla işbirliği yapıyoruz diyeceğine ülkesini suçluyor. Ya akıl yok muhalefetimizde ya da kanlarının rengi başka.


Not: Esat neden Esed oldu diyenlere. O isim اسد olarak yazılır. Aslan demektir. Yani özel isimdir, aslı nasıl ise öyle söylenir. Eğer Hans’a Haluk diyorsanız, Esed’e de Esat diyebilirsiniz.


30.01.2018

ZEYTİN DALI VE KESİN İNANÇLILAR

1900’lerin başında topraklarımızda cirit atan, devletimizi bölüp parçalayan, devletimizi zaafa uğratan, insanları kendi devletine ve milletine düşman eden casuslar vardı da şimdi neden olmasın.

Eğer yok ise “zulüm 1453’te başladı” diyen vatan hainleri ile aynı kulvarda giden bu kadar insan nereden geldi diye sormak gerekmez mi? Kendilerini akıllı ve doğruyu savunur sanıp, kendileri dışındakilere koyun diyen bu tipler, kendilerinin de koyun olduğunun farkında değiller.

Onun için devletimizin ve milletimizin bekası için yapılan ZEYTİN DALI operasyonuna karşı çıkıyorlar. Kimler karşı çıkıyor normalde? Hdp+ Pkk (pyd+ypg)+ Daeş+ Pensilvanyalı papaz ve müridleri + Polisine taş atan başkanı seçen yeni nesil chp’li fraksiyon = ABD yapıyor zaten. Bir de bunların dışındaki dış güçler.

Bunlara ilave olarak daha önce İslamcı, ülkücü v.s. diye bilinen dininden diyanetinden, ülküsünden ve milliyetinden haberi olmayan, dış saldırı olursa tarafını kendine saklayan tipler. Bunlar nasıl oluyor da vatan hainliği diye niteleyebileceğimiz safta yer tutuyor peki?


Eric Hoffer’in Kesin İnançlılar kitabını okumadılar, onun için koyun olduklarının farkında değiller. Çünkü 1900’lerde topraklarımızda cirit atan casuslar ağababalarını iyi yetiştirdi, onlar da bunları sürü haline getirdi.

“Kesin inançlı, kendi siyasi, dini, felsefi inancının “mutlak gerçek" olduğuna, bunu başkalarına zorla uygulamak gerektiğine bağnazca inanır. Hiç şüphesi, hatta merakı bile yoktur.” Onun için siz ona A deseniz bile B anlar. Oku diye yazı gönderirsiniz, o yine bildiğini söyler. Ya yazıyı okumadan konuşur ya da okuduğunu anlamamıştır. “Bu yüzden okumuşlarında bile cehalet havası sezilir”

Kendisine öğretildiği gibi konuşur. Öğretileni sorgulamak ihtiyacı hissetmez. Öğretilenlerdeki tutarsızlıkları asla göremez. Onun için  “tavizsizdir: 'Revizyonizm, değişim, yumuşama, uzlaşma' gibi kavramlara düşmandır. Hatta ılımlılık tehlikelidir, ihanettir.”

“Kesin inançlı'nın sağcı solcu, dinci laikçi olması fark etmez.” Daeş içinde sözde cihad yapan terörist ile islamı düşman gören laikçi arasında fark yoktur yani. “Bütün bağnazlar birbirinin zıt benzeridir.” Öğretici, güdümlü roket gibi beyinlerini hedefe kilitlemiştir. Çözüm sürecinde tenkit ettiğimizde “sen şehit gelmesini istiyorsun” diye bizi hain olarak yaftalayan ile “Zeytin Dalı operasyonu olmasın yoksa şehit gelir” diyen zihniyet arasında fark yoktur. İkisi de sorgulama yapmadan konuşur çünkü.


“Dünyadaki bütün kötülükler, birilerinin başkalarının iyiliği için hareket etme hakkını kendinde görmesiyle başlar” diyor Hoffer. Benim nasıl inanmam gerektiğini, kendimi bağlı olduğum etnisite içinde nasıl hissetmem gerektiğinin dayatılması gibi. Cumhuriyet dönemimiz hep böyle geçmedi mi? “Benim dediğim ölçülerde müslüman olacaksın” dediler. Devletimin adı Türk ama “benim dediğim ölçülerde Türk olacaksın” da demediler mi? 1944 olayları ve tabutluklar neden yaşandı sanıyorsunuz?

Şimdi bu satırları okuyan laikçi bir insan hemen Cumhuriyet düşmanı yaftasını yapıştıracak. “Aşırının körlüğü, kendisi için bir güç kaynağıdır, çünkü engelleri göremez.” Hâlbuki cumhuriyet ile bir sorunumuz yok. Bir yönetim şekli değil mi? İster cumhuriyet olsun ister krallık. Yeterki hürriyet, adalet, eşitlik olsun. Bunlar yoksa hangi fazilet?

“Bütün kitle hareketleri, taraftarlarına ölümü göze almak ve birlikte yürüyüşe geçmek duygusu yaratır. Yine bütün kitle hareketleri, güçlü bir faaliyet akışı yaratmaya muktedirdirler ve körü körüne bir inanç ve sadakat isterler.” Bunu en bariz şekilde bizde görüyoruz. Her toplum olayında kendini feda etmeye hazır militanlar böyle değil mi? Ben buna karşıyım öyleyse yıkmam gerek zihniyetini yaşamıyor muyuz? Gezi olaylarında ülkede kalan son 6 ağaç için kendini feda edenler olmadı mı? Ortalığı yakıp yıkanlar değil 6 ağaç, binlerce ağacı kesen zenginlerin orman içi tesislerini görmezden gelmişti. Çünkü körü körüne bir inanç ve sadakat içindeydiler.

“Geleceğe karşı duyulan korku, bizim şimdiki düzene sarılmamıza; geleceğe ait beslenen umut ise bizim değişikliğe karşı istekli olmamıza neden olur.” Osmanlı dünyaya islam medeniyeti ve kültürünü yaymış bir devlet, islam eserleri bırakmış bir imparatorluktu. Faziletli cumhuriyet mimarları laik felsefeyi din düşmanlığı olarak lanse edince geleceğe ait korkular depreşti insanlarda.

İktidara geldiği andan itibaren ben müslümanım diyene anında tepki verdiler. “Otobüsler haremlik-selamlık olacak, bütün insanlara namaz kıldıracaklar, oruç tutmayanlar dayak yiyecekler.” Uyduruk olaylarla bunları beslediler. Bu söylenenlerin hiç biri olmadı. Aksine laikçilerin iktidarı döneminde açılmayan kiliseler bile devlet parası ile restore edilip açıldı. İslamın hoşgörüsü, dinsizlerin hoşgörüsüzlüklerini yenemedi. Hiçbir laikçi bu sebeple dayak yemedi ama camide sela okuyan hoca laikçiler tarafından darp edildi.

“Büyük umutların pençesine takılan bu kişilerin gözleri pekleşir, gerekirse mevcut düzeni yıkarlar ve yeni bir dünya yaratırlar. Bu nedenle devrimler, özel haklardan yoksun bulunanlar tarafından yapılabildiği gibi, özel hak (imtiyaz) sahibi kişiler tarafından da yapılabilir.” Bizim her toplum olayında, olayların arkasında ülkenin para akışını yönetenleri görmedik mi? Bütün dünyada solcular proleter sınıfındandır. Bizde bütün zenginler solcudur. Şimdiye kadar yaşadığımız bütün darbelerin arkasında para sahipleri vardı.

“Bir insanı savaşmaya ve ölmeye hazır duruma getirme tekniği; o insanın kişiliğini bedeninden ayırmaktan ibarettir. Diğer bir ifadeyle; onun kendi gerçek kişiliğine sahip olmasını önlemektir. Bu işlem, o kimsenin kapalı, kolektif bir topluluğun içinde eritilerek o topluluğa uydurulmasıyla sağlanır.” Ondan sonra elinde sapan ve patlayıcılarla ekmek almaya gönderirsin. Bilmem hangi ülkeden siyahlı, kırmızılı kadınlar tomanın önüne dikilir ama Berkin’ler ölür. Çünkü onun kişiliği yoktu, kolektif potada eritilmişti.

“Luther demişti ki; “İncil’in dünyasına öyle sarılmalıyız ki, eğer Tanrı’nın bütün meleklerinin bana inancımdan farklı şeyler söylemek üzere geldiğini görsem, inancımın bir hecesinden bile şüphe etmeyi aklımdan geçirmeyeceğim gibi, gözlerimi kapar ve kulaklarımı tıkarım.” Müslümanım der ama öğretenin söylediğinin Kuran’a ters düştüğünü gösterseniz de yine kabul etmezler. Luter’in dediği gibi gözlerini kapatmış, kulaklarını tıkamışlardır.

Öğretenler, iktidarı ve iktidar yanlılarını öylesine düşman olarak göstermiş ki kendi ordusunun, ülke güvenliği için terör örgütü ile yaptığı savaşı bile kaybetmesini diliyorlar.

Hâlbuki beynini o öğretenden kurtarsa ülkesini, milletini, ülkesinin tehlikeleri bertaraf edemediği takdirde düşeceği durumları değerlendirecek. İç politika ile dış politikanın farkını görecek. ABD ne isterse yapıp, kuyruk gibi ardından gitme onursuzluğundan kurtulacak. Alışmışlar, batı dünyası aleyhimize de olsa bir plan yapar, biz ses çıkarmayız. Sonra bizdeki yıkıcı sonuçları için savaşırız. Ya da savaşır gibi yaparız. İlk kurulduğu yıllardan beri PKK ile yaptığımız mücadele gibi.

Şimdi bu zihniyette olan bazı eski askerleri görünce, iyi ki emekli olmuşlar diyorum. Çünkü onların namlularını hangi yöne çevireceği belli olmaz. Hepsi “yurtta sulh cihanda sulh”u yanlış anlamış. Bunu pısırıklık olarak algılıyorlar. Suriye’de müdahil olmasak bile, ABD’nin planları gerçekleştiği takdirde bize bulaşacaklarını göremiyorlar. Ortadoğu’da ki sınır düzenlemesine bizim de dâhil olduğumuzu anlamıyorlar.

Tarafların ne iç politikadaki hataları tenkidimize, ne de dış politikadaki desteğimize aklı ermiyor sanırım. Evet, benim paramla kilise yapılmasını, fazladan ödediğim elektrik faturalarını, bankalar eliyle soyulmamızı, iki yıl önce 600 TL olan sürücü kurs ücretinin taban fiyat ile 1600 TL olmasını v.s. tenkit etmeye devam edeceğim. Ama dış politikada hatalı bile olsa destek olmaya devam edeceğim. Çünkü biliyorum ki, destek olmazsak, elektrik faturasını tenkit edeceğimiz bir devletimiz bile olmayacak.

 “Biz, laik demokratik cumhuriyet için yemin ettik, bu ordu cihatçı, yamyam ordu olmuş. Çağırırlarsa gitmeyin” diyen kâfirlerle de işimiz olmaz. Onlar Fransız, İngiliz v.s. ordusuna gidebilirler. Biz müslümanız ve dinimiz için, vatanımız için savaşmaya devam edeceğiz.

Rakibini bir türlü yenemeyen boksör tabanca ile kafasına sıkmaz. Daha çok antrenman yapar yenmek için. Biz nerede hata yapıyoruz diye düşünmek yerine, düşman safında yer almak vatan hainliği ve ahmaklıktır.

Hiç kimse şehit gelmesini istemez, vatan hainleri dışında. Bir zaman biz şehitlik nöbetindeydik, şimdi bize göre daha genç olanlar. Görev bize düşerse zerre tereddüt etmeden gideriz. Vatan ve millet için şehit gelecekse bırakın gelsin. Bilin ki; şehit gelmezse, düşman gelir.
Alıntılar:
Kesin İnançlılar- Eric Hoffer

22.01.2018






İRAN BAHARI MI?

İran için de Amerika’nın ülkeyi karıştırdığı söyleniyor. Bu doğrudur, Amerika ve İsrail İran’ı iç karışıklığa sürüklüyor. Arap Baharı da böyle olmuştu. Hatta bizdeki birçok olay da böyle oluyor. Tek suçlu Amerika.

Rejimler ne kadar adaletsiz ise o ülkenin dış güçler tarafından karıştırılması, kaos yaratılması hatta iç savaşlar çıkarılması o kadar kolay oluyor. Yani rejimler adeta dış güçlere çanak tutuyor.

Bizde böyle olmadı mı? Defalarca yazdığım bir konu. Eğer adil olsaydık, demokrasimizi yerine sağlam oturtsaydık pkk denilen bela belki de filizlenecek ortam bulamayacaktı.

Eğer adil olsaydık, demokrasimizi yerine sağlam oturtsaydık belki de sağ parti, sol parti olmayacak “demokratlar” ve “cumhuriyetçiler” olacaktı bizde de. İslamcı tabir edilen, laikçi tabir edilen partiler olmayacaktı.

Bu söylediklerimi sahip olduğunuz ideolojileri bir kenara bırakarak aklıselim ile düşünün. “Kimse benim düşündüğüm gibi düşünmek zorunda değil, ben de başkalarının istediği gibi düşünmek zorunda değilim” deyin kendi kendinize.

Araplar bu aptallıkları yaptı. Ortadoğu’nun hali hepimizin malumu. Sebep bu işte. İslam ülkeleri üzerinde oyun hazırlayanlar inanın dinimizi çok iyi incelemiş ve biliyorlar. Bir şey daha biliyorlar, bizim dinimizi bilmediğimizi. Onun için bizi hep din silahı ile vuruyorlar.

Daha önce yazmıştım hani Muhammed Abduh, Paris’te ki hocası Cemaleddin Afgani’ye mektup yazmış, “Davranışlarımızı senin muteber talimatına göre tanzim ediyoruz. Dinin başını, dinin kılıcı ile kesiyoruz “ demişti. Şimdi bu Batıni fitnecilere selefim diyen hoca kılıklı hatta müceddit dedikleri zatın peşinden milyonlar gidiyor.

İran bu anlattıklarımızdan beri midir? Yıllarca aynı hataları yapan rejimler onlarda da dış güçlerin karıştırmasına müsait bir ortam yaratmıştır. Önceleri Şah rejimi. Eğer adil bir yönetim olsa ve refah halkla paylaşılsa Humeyni devrimi yaşanmazdı belki de.

Humeyni durup dururken devrim yapmadı. Nedense devrim yapanların aklına devrim yapmak gelmez. Batı onları alır yetiştirir devrimin gerekli olduğunu anlatır. Humeyni’nin Bursa macerasından sonra Paris’e gittiğini bilmeyen var mı?

İran, siyaseti güçlü, M.Ö. 1000 yıllarına dayanan Pers’lerin devamı olan köklü bir kültüre sahip ülke. 601 yılında Arap ordularına yenilince Pers imparatorluğu sona ermiş. 200 yıllık dönemde İslamı kabul etmişlerdir. Pers-Osmanlı ilişkileri Safeviler zamanında özellikle Şah İsmail devrinde çeşitli savaşlara sahne olmuş. Bunun dışında uzun yıllar komşuluk yaptığımız bu ülke ile savaş yapmadığımızı tarih yazmaktadır.

Nüfusunun önemli bölümünü Türkler oluşturuyor. Dini lider Ayetullah Ali Hamaney Azerbaycanlı Türk’tür. İran'ın etnik yapısının dağılımı erişime kapalı olduğu için tam bir bilgi yoktur ancak İran eski Dışişleri Bakanı Ali Ekber Salihi, 2014 de Türkiye'ye yaptığı ziyarette nüfusun %40'nın Türk olduğunu söylemiştir.

Geçtiğimiz yıllarda Amerika’nın isteği üzerine devlet politikası olarak hepimize öcü olarak gösterilen bir ülke. Hâlbuki her devletin nüfuz alanını genişletmek ideali vardır.

Mezhep farklılığı denilse bile Kuran’da ki İslama göre islam dışı da sayılabilir. Ancak bu düşman gözü ile bakılmayı gerektirmeyen bir durumdur. Çok sayıda Hristiyan ülke ile iyi ilişkiler içinde olurken, İran’ın bize öcü gibi gösterilmesi düşünülmesi gereken bir konudur.

İran, yaklaşık 35 yıldır batının daha doğrusu Amerikanın koyduğu ve diğer batılıların onun kuyruğuna takıldığı bir ambargo ile karşı karşıyadır. Haliyle ekonomik durum iyi sayılmayacak bir vaziyette. Tv’de konuşan İran eski büyükelçimizin söylediğine göre, ambargoya rağmen ekmek, bizde kuruş olarak karşılığı dahi olmayan bir rakama satılmaktaymış. Ekmek zamlanmış. Diğer ihtiyaç maddeleri de şartlara göre pahalı olunca, görünürde halk bunu protesto ediyor.

Ben, önce bizde sonra İran’da operasyon yapılacağı kanaatindeydim. Bizde bazı denemeler yapıldı ve başarısız oldu diye mi yoksa aslında sıra bizde olmadığı için mi İran’a operasyon çekiliyor bilmiyorum.

Eylemlerin çok sayıda şehre sıçraması, olaylarda silah kullanılması, devlet binalarının yakılması ekonomik eylem olmaktan ziyade iç savaşa götüren eylemler olarak görünüyor. Çünkü rejim yanlıları da eylemlere başladığına göre bu grupların karşılaşma ihtimali pek de uzak görünmüyor.

Batılı ülkelerin genelde mesafeli duruşuna rağmen Amerika ve İsrail çok hararetli destek veriyor protestoculara. Trump "İran halkı zalim ve yolsuzluğa bulaşmış rejime karşı harekete geçiyor" dedi. Kendileri pek merhametli ve yolsuzlukla hiç tanışmamış bir ülke çünkü. Ortadoğu’yu kan gölüne çeviren sanki başka bir ülkeymiş gibi. Bozuk giden ekonomilerini düzeltmek için petrol ve diğer yer altı kaynaklarına milyonlarca insanın ölümü pahasına saldıran bir ülkenin başkanı bunu diyor.

Biz de, Amerikan halkı zalim ve dünyayı kana bulayan Amerikan rejimine karşı ne zaman harekete geçecek diye bekleyecek miyiz? Elbette hayır. Amerika İngilizlerin, Kızılderili kanları üzerine, derleme insanlardan kurulu, kendi menfaatleri için milyonları katletmekten çekinmeyen bir devlet ve halkı da refahı uğruna vicdan ile hiç tanınmamış bir topluluk.

İran’da eylem yapanlar bilmeli ki; Amerika ve İsrail ajanlarının peşinden giderek devlet başkanlarının kafasını kesmekle ekonomi asla düzelmeyecektir. Libya ve Irak örneği önlerinde dururken bunu düşünmeleri gerekir.

Bunu sadece İranlılar değil biz de düşünmeliyiz. Ülkemiz üzerinde operasyon yapan ve yapacak olanlara fırsat vermemeliyiz. İnsanların birbirlerini öldürmesi ile ne ekonomi düzelir ne de sağlıklı bir rejim olur. Sadece yıkım getirir bu eylemler.

Sırf mezhep farklılığı nedeni ile İran’da ki olaylara Amerikan gözlüğü ile bakmak kesinlikle vicdani değildir. Öldürmenin, yakmanın, yıkmanın hiçbir haklı tarafı olamaz. Bunlar olmadan da rejimler halkın istediği şekle dönüşebilir. Amerikanın bölgeye getirdiği demokrasiyi hala görmeyen varsa, vicdanını atıp oh olsun diyebilir.

02.01.2018