15 Nisan 2016 Cuma

KÜRESEL GÜÇLERİN ENERJİ-TERÖR OPERASYONLARI VE BİZ

Şimdi okuyacaklarına yine ideolojik bakanlar, daha önce aklına yerleşenler doğrultusunda düşüneceği için bu yazı bir anlam ifade etmeyecektir. Sanırım defalarca söylenmiştir. Partiler, futbol takımı tutar gibi tutulmaz.

İşte küresel güçler, siyasete futbol gibi bakan insanları hedef alırlar. Onların algılarıyla oynamak daha kolaydır çünkü.

Pek okuma alışkanlığımız olmadığı için, ya bize öğretilen resmi tarihle, ya da sosyal medyada birinin söylediklerini doğru kabul ederek ideolojimizi belirliyoruz. Eğer söyleyen, benim de paylaştığım ideoloji mensubu ise, her söylediğini doğru kabul edip, ona inanıyoruz. Hatta onların söylediklerini ideoloji olarak benimsiyoruz.

Biraz gerilere gidelim. Abdülhamit Han’la ilgili konu olduğunda birileri ne yazmışsa doğrularımız da o oluyor. Yahut resmi tarihle ilgili söylenen ne ise yine doğrularımız o oluyor. Hele bir de bu söz Atatürk adına söylenmişse. Ayete eşdeğer de alınıyor. Bazen ondan da üstün. Çünkü bazılarının kutsal kitabı Nutuk.

Tarih oturduğumuz yerden başarılarla övünmek veya kayıplara yerinmek için değildir. Tarih, geçmişten ders almak içindir. İster iyi, ister kötü. Çünkü milletlerin tarihinde iyiler de vardır kötüler de.

“Abdülhamit Han zamanında 33 yıl Osmanlı toprak kaybedilmedi” denilir. Neden ısrarla hatasız bir idare olduğu algısı yaratılmak istenir bilmiyorum. Elbette iyi bir padişahtı, ancak hatasız bir yönetim mümkün değil ki.

Bütün bunları neden söylüyorum. Geçmişle bugün arasında bağ kurabilmek için.

1876 da başlayan döneme bakarsanız toprak kaybı olduğunu da göreceksiniz. Bunu Osmanlı kötü yönetiliyordu diye bağlamanın anlamı yok. Dünyanın siyasi durumuna bakarak ders çıkarmak gerekir. Ders çıkaralım ki bugünü anlayalım.

Osmanlı zayıflamış, çakallar etrafını sarmış bir kere. Kenardan kenardan koparmaya başlamışlardı. Bu arada bizim Jön Türkler dediğimiz ekip çıkmış ortaya. Savundukları fikir ne? Siz hürriyet, özgürlük falan diyebilirsiniz. Savundukları fikir Osmanlıcılık idi aslında. Abdülhamit Fransız ya.

Ayrıntıya girmeden başlıklara bakalım.

1876 yılında birinci meşrutiyet ilan ediliyor. Özgürlük, hürriyet adı altında aslında azınlıklara yönelik maddeler içeriyor. Meşrutiyetin ilanı ile meclis kuruluyor, mecliste azınlıklar da yer alıyor. Kısaca böyle diyebiliriz. Osmanlı bununla yine aynı yıl İstanbul’da toplanan Tersane konferansında alınan kararları bertaraf etmeyi amaçlıyor. Özgürlük falan diyenler Jön Türkler, konferansı toplayanlar İngiltere, Fransa, Avusturya, İtalya. Konu Balkan milletlerinin sorununa çözüm bulmak.

Bugün de özgürlük yok ülkede. Basın özgürlüğü hiç yok. Söyleyenler kimler?

Batı beslemesi gazeteciler, hepimiz Ermeniyiz diye haykıranlar, katil devlet diye devletine saldıranlar, sol fraksiyonların hepsi, Kürtleri temsil ettiğini söyleyen terör örgütü PKK ve destekçileri,160 ülkede Türk bayrağı dalgalandıranlar! Ve kutsal kitabı Nutuk olanlar.

Alınan kararlara bakılınca;
1. Sırbistan ve Karadağ’ın toprakları genişletilecek,
2. Bulgaristan ve Bosna Hersek’e özgürlük verilecek olarak görüyoruz.

Jön Türkler ülkeyi kurtarmaya,  özgürlük mücadelesi vermeye ve Osmanlıcılık oynamaya devam ediyor. Bazı batılı kaynaklarda bunlara Jonny Türkler dendiğini görüyoruz. Daha sonra gelişen olaylara bakınca:

1877-1878 Osmanlı- Rus savaşı ( 93 Moskof Harbi ) patlak veriyor. 3 Mart 1878 de Ayestefanos anlaşması imzalanıyor. Buna göre;
   1. Sırbistan, Karadadağ ve Romanya tam bağımsız olacak sınırları genişletilecek.
   2. Büyük bir Bulgaristan krallığı kurulacak.
   3. Batum, Kars, Ardahan ve Doğubayazıt Ruslara verilecek.
   4. Girit ve Ermenilerin oturduğu yerlerde ıslahat yapılacak.
   5. Bosna-Hersek’e özerklik verilecek.
   6. Teselya Yunanistan’a verilecek.
   7. Osmanlı devleti Rusya’ya 30 milyon altın savaş tazminatı ödeyecek.

Daha sonra bu anlaşma uygulanmıyor, Berlin konferansı toplanıyor. Katılan ülkeler Rusya, İngiltere, Fransa, İtalya, Almanya, Avusturya. Buna göre:

    1. Yine Bulgar krallığı kuruluyor ama üçe bölünüyor.
    2. Sırbistan, Karadadağ ve Romanya tam bağımsız olacak
    3. Bosna-Hersek Osmanlı toprağı olarak kalacak, yönetimi Avusturya’ya bırakılacak.
    4. Batum, Kars, Ardahan Ruslara verilecek,  Doğubayazıt Osmanlıda kalacak.
    5. Teselya Yunanistan’a verilecek.
    6. Ermenilerin oturduğu yerlerde ve Girit’te ıslahat yapılacak.
    7. Osmanlı devleti Rusya’ya 60 milyon altın savaş tazminatı ödeyecek.

Bu arada İngiltere Kıbrıs’ın kendisine üs olarak verilmesi durumunda Osmanlı tarafında yer alacağını söylüyor ve alıyor. Neticede Osmanlının tarafını tutuyor! Sonuç bu oluyor. Osmanlının Birinci Dünya savaşına girmesi ile de Kıbrıs’ı kendi topraklarına kattığını açıklayacaktır.

Dikkat ederseniz özgürlük ve hürriyet diyenler yerliler ama toplananlar Avrupa. Şimdi yerlilerin kime hizmet ettiği açıkça görülüyor mu?

Özgürlük yok, basın hürriyeti yok diye yaygara koparanlar şimdi yine yerliler, mahkemeye destek vermeye gidenler Avrupalı ve Amerikalı konsoloslar. Fark var mı arada? Yine bir kâfir dayanışması görüyoruz. Yerliler sizce kime hizmet ediyor?

Daha sonra Osmanlı Devleti dış borç faizlerini ödeyemeyince;
-         Düyun-u umumiye kurulacak (1881)
-         Tunus, Fransızlar tarafından işgal edilecek.(1881)
-         Mısır İngilizler tarafından işgal edilecek (1882)
-         Doğu Rumeli Bulgar prensliği ile birleşecek (1885)
-         Girit sorunu patlak verecek ve Osmanlı Yunan savaşı çıkacak İstanbul anlaşması imzalanacak ( 1897)
-         Yönetimi Avusturya’ya bırakılan Bosna-Hersek Avusturya’ya bağlanacak (1908)
-         Bulgaristan bağımsızlığını kazanacak ( 1908)
1877-1878 Osmanlı Rus harbine karar veren meclis, o savaşta fazla kayıp verilemesi nedeni ile 1878 yılı şubat ayında Abdülhamit Han tarafından kapatılmıştı.

Sultan Abdülhamit ülkenin nereye doğru gittiğinin farkında ve idareyi sertleştirmişti. Buna mukabil özgürlük isteyen cemiyetler kurulmuştu. Bunların içinde en etkili olan 1889 yılında kurulan hepinizce malum olan İttihat ve Terakki fırkası idi.

“Hürriyet, musavat ve adalet”  sloganıyla ortaya çıkan bu cemiyetin savunduğu fikir ise Türkçülük ve batıcılık. Daha önce Osmanlıcılık diyenlerin Fransız sandığı gibi herhalde bunlar da padişahı Türk değil İngiliz sanıyordu. Daha sonra 1918 yılına kadar Osmanlı idaresinde etkili olacaktı bu fırka.

Bu döneme tarihte “istibdat dönemi” denmiş, padişahın uzaklaştırılması için çok çaba harcanmıştır. Abdülhamit “ Kızıl Sultan “ olmuştu. Yerli ( Türk) ve azınlık bütün “aydın “ takımı padişaha düşmandı.

Fransa, İngiltere’de Abdülhamit aleyhine gazete bile çıkarılmaya başlanmıştı. Bütün Avrupa dostumuzdu, Osmanlı halkını çok seviyordu, halkın iyiliği için “Kızıl Sultan’dan kurtulmalarını istiyordu. Yardım için her gün bir yeri işgal ediyorlardı.

Bugün de Amerika’da oturan, ülkesini çok seven, yine kendisi gibi Türkiye’yi çok seven Amerika ile iş birliği yapan cemaatlerimiz var. Yabancı dilde yayın yapıp ülkesini dünyaya şikâyet eden medyamız var.

Amerika ve Avrupa’ya gidip ülkesini şikâyet eden muhalefetimiz var. Çünkü tıpkı o dönem gibi başımızda “kızıl sultan” hatta “diktatör” var. Amerika’nın Ortadoğu politikasını kabullenmemiz için BBC ile aynı paralelde yayın yapan medyamız var.

1905 yılında bir Cuma selamlığında Ermeni komitacının bombasının erken patlaması sonucu padişahın hayatta kalmasına üzülüp:

Bir patlama…Bir duman..Bütün şenlik alayı.
Sahnelediği oyunu seyreden kalabalık; haşin, azgın.
Tırnaklarıyla bir kahredici elin, didik didik.
Yükseldi havaya bacak, kelle, kan, kemik.

Ey şanlı avcı, tuzağını boşuna kurmadın!
Attın…ama ne yazık ki, yazıklar ki vuramadın.

Diye şiir yazan Türk! Tevfik Fikret gibi, “Türkiye’ye Nato müdahale etsin” diyen kahpe Türk! Yazarlarımız şimdi de var. Sanıyorlar gelen kâfir devletler, “Erdoğan’ı” indirip gidecekler.

Hürriyet, musavat, adalet maskesi altında “ katil devlet “ diyen 1128 vatansever! Kâfir davetçisi “aydınımız “ bile var.

Abdülhamit iç ve dış ağır baskılar altında 1908 yılında ikinci meşrutiyeti ilan ediyor. Ancak meşrutiyet ilanı, meclisin olması onları tatmin etmiyor.

Daha sonra 1909 yılında tarihte 31 Mart vakası ( 13 Nisan 1909) denilen olay gerçekleşiyor. Balkanlarda mevcut azınlıkların çoğunluğunu teşkil ettiği, hatta içinde Bulgar isyancıların olduğu ve Selanik’ten hareket eden orduya “ Millî Hareket Ordusu” denildi. Adının başında “Milli” kelimesi var ya. O millîdir.

Ülke siyasetine hâkim olan bu cemiyet sonra gelen padişahları etkisiz kılmıştı. Çünkü padişahlar yabancı devletlere “ülkeyi bölün parçalayın, ama benim tacıma ve tahtıma dokunmayın” diyecek kadar aptaldı. Ülkeyi 1. Dünya savaşına sokanlar İttihat ve Terakkicilerdi ama vatan haini olan padişahtı.

SONUÇ:
33 yıllık dönemde özgürlük ve adalet maksadıyla batılı devletleri davet edenler, sonradan gördüler ki yardıma gelenler ülkeyi bölüyor, parçalıyor. Kimse Türk dostu değildi.

31 Mart vakasından sonra ülke aslında başsız kalmıştı. Her ne kadar ülkeyi düşmana teslim etti diye okutuldu ise de, padişahlar kukla olmaktan öte gidemedi. Kukla olmasa 1. Dünya savaşında Osmanlının durumu ne olurdu o da ayrı bir konu tabi. Parçalar koparılmaya başlamıştı zaten.

Şimdi de iktidardan kurtulmak için batı ile iş birliği yapanlar bilsinler ki batı ancak ülkemizi bölmeye, parçalamaya gelir. Enerji kaynaklarını ve enerji yollarını ele geçirmek ve kontrol etmek için vatan hainleri ile birliği yapıyorlar. Berlin Konferansını İstanbul adliyesinde toplayan konsoloslar bizi sevdiği ve bizi iktidardan kurtarmak için mi geliyor?

Beğenir veya beğenmeyiz seçimle gelen bir iktidar var. İktidar hak etmediği şekilde yıkılırsa bilinsin ki ülkede kaos olur. Ülke başsız kalınca bizi kurtarmak için can atan batılılar hemen üşüşür. Ertesi günü koynumuzda bir Kürt devleti ile uyanırız.

İktidarı devirmek isteyenler, daha önceleri çok defa “neden Ak parti iktidar oldu” diye yazılar yazdık. Eğer bu ülkede nasıl iktidar olunacağını bilmiyorsa muhalefetimiz, Allah’ın kendilerine de beyin verdiğinden haberleri olmadığı içindir.

Yapmamız gereken içimizdeki vatan hainleri ile mücadele etmek, batıya da sizi ilgilendirmez, bu bizim iç sorunumuzdur, beğenmediğimiz iktidarı ancak biz değişiriz dememizdir.

Ülkemizde bombalar patladıkça, teröristlere methiye dizen medyayı okudukça hep aklıma Tevfik Fikret’in  “Yükseldi havaya bacak, kelle, kan, kemik” diye Ermeni komitacıya dizdiği methiye geliyor. Sırf iktidardan kurtulmak için Ermeni örgütü PKK ile, onların enerji ve başka hedeflerine varmalarına alet olarak batılılarla iş birliği yapan alçaklar bunu anlamalı artık.

Ne Kürt ne de kendisine hizmet eden hiç hain Türk batılının umurunda bile değil. Kendilerine engel olarak gördüklerinde hepsini tuvalete atar, sifonu çekerler.

Hep “tarih tekerrürden ibarettir” derler. Hayır, tarih tekerrür etmez. İnsanlar aynı eşekliği yapar. Sonra da suçu tarihe yüklerler. Çünkü insanı yapan tarih değildir, tarihi yapan insandır.

9.4.2016
















Hiç yorum yok:

Yorum Gönder