4 Ocak 2015 Pazar

MÜSLÜMAN İSLÂMOFOBİKLER



Aslında dini olmaktan ziyade, siyasi bir olgu olan islâmofobi, sadece İslam dışı toplumların kullandığı bir argüman değil. Siyasi olduğu için, Müslüman görünen bazı gruplar tarafından da kullanılmıştır.

Siyaseten üstünlük elde etmenin, güç kazanmanın, paranın ahlakı olmadığı için bunu kullanmakta bir beis görmemiş ahlaki bir değerlendirme yapmamışlardır. Çünkü onların Müslümanlığı para ve güç ile doğru orantılıdır.

Yakın zamanda hiç para ve ikbal hırsı olmadan, maksatlarının sadece İslamı dünyaya yaymak olan bir grubun islama ve Müslümanlara nasıl saldırdığını birlikte yaşadık. Batı dünyası ile bir olup belki İslam dünyasının dirilişine vesile olacak çıkışlara ve başına buyruk politikalara saldırmayı başka ne ile izah edebiliriz? Hatta birinci perdede mağduru oynarken,  ikinci perdede zalimi oynadılar.

İslamofobi  “İslam korkusu” ya da daha geniş anlamda “İslam ve Müslüman korkusu” demekse eğer Müslüman olduğunu söyleyen insanlar islamdan neden korkar? O zaman tek bir ihtimal kalıyor, bunlar sadece İslamcılık oynuyorlar.

Biraz gerilere gidelim. 1990 öncesi Türkiye’sinde batı dünyasının ülkemizi elinde tutması için bizi korkutması gereken bir düşman vardı. Sovyet Rusya ve hemen hemen ülkemizde kontrolü ele geçirmek üzere olan komünizm.

Gençler bilmezler ancak 50’li yaşlarda olanlar bilirler ki, o yıllarda öne çıkan sol örgütlerin en büyük destekçisi Sovyetler değil ABD idi. Komünistlerin aklına gelmeyen saldırılar batı desteği ile gerçekleştirilirdi ki, komünizm tehlikesi canlı tutulsun.

Canlı tutulan bu tehlike karşısında, şimdiki gibi savunma sanayine dönük çalışmalar olmadığından her şeyimizi ABD’den alıyoruz. Komünizme karşı savunma yapmak için söz dinleyen çocuk olmalıydık ki silahlarımızı temin edebilelim.

Sovyet Rusya’nın dağılması ve onların bile komünizmden vazgeçmesinden sonra, Türkiye’yi elde tutacak, uslu çocuk olmasını sağlayacak yeni korku gerekiyordu. O korku ABD ve batı tarafından koordineli olarak bulundu, İslamofobi. Koordineli diyoruz çünkü entrikaları sadece ABD kaynaklı zannetmek saflık olur. Asıl büyük entrika İngiliz kaynaklıdır.


Avrupa’da İslam karşıtı eylemlerde dikkat ederseniz muhafazakâr Hıristiyanlardan ziyade ırkçı örgütler sahnede. Bu da bizim islamofobinin dini değil siyasi kaynaklı olduğu tezimizi doğruluyor.

İslam karşıtı eylemleri ırkçı örgütler kendiliğinden organize etmiş değillerdir. Biliyoruz ki toplumları harekete geçiren yine siyasetleri doğrultusunda devletlerin kendileridir. Uslu çocuk olmamızı isteyen İngiliz, Alman, Amerikan v.s. vatandaşları değildir. Bizzat devletlerin kendileridir.

Vatandaşların sözlüğünde ve hafızasında islamofobi diye bir kelime yokken ABD’de bir araştırma yapılıp sonuçları yayınlanıyor. Tıpkı bize komünizm tehlikesinin pompalandığı gibi insanlara “bakın İslam ve müslümanlar” diye bir tehlike olduğu hatırlatılıyor.

 Aslında Sovyet Rusya yıkıldıktan sonra bu plan adım adım devreye sokulmuştur. İkiz kulelerin vurulması bu planın bir parçasıdır. Yine dikkat edilirse o dönemde islamofobi diye bir olgu yok ancak, alt yapı hazırlanıyor.

İnsanların hafızasında hala böyle bir algı yok. İslam terörle bağdaştırıldıktan sonra bunun bir adı olması gerekiyordu. Devlet olarak böyle çalışmanın arkasında olmadığını göstermek için bunu bazı düşünce kuruluşları aracılığı ile gündeme getirdiler.

Amerika’da Center For american Progress (CAP) denen düşünce kuruluşu durduk yerde bir çalışma yapıp rapor yayınladı. İslam düşmanlığını destekleyen kuruluşlar açıklanıyor. Hatta daha ileriye gidip islamofobik eylemlerin finansörlerinin listesini ve bağış makbuzlarını bile yayınlıyor.

Raporda dezenformasyon yaparak medya dünyasında İslam düşmanlığı yaratmaya çalışan kuruluşları sıralanıyor. Bunlar; Fox haber kanalı, David Horowitz Freedom Center, Pamela Geller ve Atlas Shrugs, Washington Times ve bazı kişiler.

Aslında bunlar zararlı faaliyette bulunuyor, böyle bir şey yok denmiyor. Topluma, böyle bir tehlike var hazırlıklı olun mesajı veriliyordu. Toplum bilinçlenecek ki bir sonraki aşamada, İslami terör yaklaşıyor diye eylem yapmaları sağlanacak.

Bu arada bizde bu konuda destek olacak örgüt, kuruluş, cemaat ne varsa çalışmalar yapılmış alt yapı hazırlanmıştı.

Amerika’nın bildiğimiz çalışma şekli, bir ülkede sıfırdan yapılanmaya gidip zaman harcamak yerine mevcut, etkili bir örgütü kontrol altına alıp onun vasıtası ile planlarını gerçekleştirmektir.

Eski Amerikalı diplomat Robert Marro “ Amerikalıların, şeriatın ülkelerine getirileceğine dair korkuları olduğunu, özellikle Yahudilerin, dinler arası hoşgörü grubunun buna karşı çıktığını söylüyordu. Nasıl oluyorsa 2014 yılına göre 318 milyon nüfusu olan ABD’de, 2 milyon 400 bin nüfusa sahip müslümanlar şeriatı getirecekler.

Marro; özellikle Yahudilerin Müslümanların yanında durmasının olumlu etkileri olduğunu, Müslümanların yaşadıklarının kendilerinin Almanya’da yaşadıklarına benzediğini söylüyordu.

Meselenin nereye bağlandığını görmeyen akılsız güruh, hala hoşgörü, dinler arası diyalog demeye devam etsinler. Amerika’nın İslamı yaymak isteyen bir cemaate ve onun Amerikan politikasına hizmet eden, dışarıdan girdiği imtihan ile ilkokul mezunu olan vaizine kucak açmasını, dine hizmet olarak görmeye devam etsinler.

İnsan hak ve özgürlükleri bağlamında Müslümanların dini inançlarını daha iyi yaşaması için AK Parti iktidarı döneminde bazı değişikliklerin yapılması Amerikan politikasına ters düşünce bu örgüt devreye sokuldu.

Anlaşma bu değildi çünkü. Ak Parti başlangıçtaki konuşmalara sadık kalacak, Amerika’nın Ortadoğu politikalarına destek verecekti. Yani bile bile lades denecekti. İktidar bu politikaların ülkemiz faydasına olmadığını anlayıp bağımsız politika üretmeye başlayınca ipler koptu.

Planlarında etnik bölünme olduğundan, dinin bağlayıcı çimento görevi görmesini ve bölünmeyi önlemesini kabul edilemez buldular. O zaman İslam, islamla vurulacaktı. Üzerine bir de İsrail karşıtı politikalar eklenince, politikaların mimarı hedef haline geldi.

“Karga besle ki gözünü oysun” atasözünü bizzat yaşadık. Müslüman sandıkları insanlara gerekenden bile fazla imkân sağlayan iktidara, yine onlar tarafından vurulmaya başlandı. Muhafazakârların en rahat ettiği bir iktidara yine müslümanlar saldırıyordu. Yukarıda sözünü ettiğimiz gibi aslında bunlar Müslüman değil, İslamcılık oynayan piyon bir örgüt olmaktan öte gidememişti.

Devletin dış politikasına bile sabotaj yapılıyordu. Çünkü bu politikalar batının politikaları ile örtüşmüyordu. İktidar uslu çocuk rolünden çıkmıştı. Müslümanların ellerindeki pankartlar, dövizler bile Türkçe değildi.




Ne hikmetse Müslüman bir cemaati, İslam korkusu sarmıştı. Onlara hizmet eden sürü psikolojisindeki insanlar ayılmasın diye adını koymamışları ama aslında bu bir islamofobi idi. Kendi dininden, kendi dininin yayılmasından korkan Müslüman bir güruh. Onlar bunun ne anlama geldiğini dahi bilmiyordu.

Onların bildiği şey başlarındaki adamın peygamber niteliğinde, her şeyi bilen, bazen Kuran ayetlerinde bile Allah’ın yanlış söylediği ama kâinat imamlarının bunun doğrusunu söylediği idi.

Yazının başında söylendiği gibi Robert Marro “ özellikle Yahudilerin, dinler arası hoşgörü grubunun buna karşı çıktığını….” diyen cümlesini okuduktan sonra bu örgütün güneydeki sevgili ülkeye bağlılığını anlamak zor olmasa gerek.

Farkında olmasalar bile bunlar islama çelme takan, Müslümanların refahına adeta kurşun sıkan, sahip olduğunu sandığı dinin yayılmasından korkan Müslüman islamofobiklerdi. Tarih Hıristiyan ve Musevilerle iş birliği yapıp, dindaşlarına saldıran müslümanlar diye yazacak bunları.

4.1.2015











Hiç yorum yok:

Yorum Gönder