Aslında dini
olmaktan ziyade, siyasi bir olgu olan islâmofobi, sadece İslam dışı toplumların
kullandığı bir argüman değil. Siyasi olduğu için, Müslüman görünen bazı gruplar
tarafından da kullanılmıştır.
Siyaseten üstünlük
elde etmenin, güç kazanmanın, paranın ahlakı olmadığı için bunu kullanmakta bir
beis görmemiş ahlaki bir değerlendirme yapmamışlardır. Çünkü onların
Müslümanlığı para ve güç ile doğru orantılıdır.
Yakın zamanda hiç
para ve ikbal hırsı olmadan, maksatlarının sadece İslamı dünyaya yaymak olan
bir grubun islama ve Müslümanlara nasıl saldırdığını birlikte yaşadık. Batı
dünyası ile bir olup belki İslam dünyasının dirilişine vesile olacak çıkışlara
ve başına buyruk politikalara saldırmayı başka ne ile izah edebiliriz? Hatta
birinci perdede mağduru oynarken, ikinci
perdede zalimi oynadılar.
İslamofobi “İslam korkusu” ya da daha geniş anlamda
“İslam ve Müslüman korkusu” demekse eğer Müslüman olduğunu söyleyen insanlar
islamdan neden korkar? O zaman tek bir ihtimal kalıyor, bunlar sadece
İslamcılık oynuyorlar.
Biraz gerilere
gidelim. 1990 öncesi Türkiye’sinde batı dünyasının ülkemizi elinde tutması için
bizi korkutması gereken bir düşman vardı. Sovyet Rusya ve hemen hemen ülkemizde
kontrolü ele geçirmek üzere olan komünizm.
Gençler bilmezler
ancak 50’li yaşlarda olanlar bilirler ki, o yıllarda öne çıkan sol örgütlerin
en büyük destekçisi Sovyetler değil ABD idi. Komünistlerin aklına gelmeyen
saldırılar batı desteği ile gerçekleştirilirdi ki, komünizm tehlikesi canlı
tutulsun.
Canlı tutulan bu
tehlike karşısında, şimdiki gibi savunma sanayine dönük çalışmalar olmadığından
her şeyimizi ABD’den alıyoruz. Komünizme karşı savunma yapmak için söz dinleyen
çocuk olmalıydık ki silahlarımızı temin edebilelim.
Sovyet Rusya’nın
dağılması ve onların bile komünizmden vazgeçmesinden sonra, Türkiye’yi elde
tutacak, uslu çocuk olmasını sağlayacak yeni korku gerekiyordu. O korku ABD ve
batı tarafından koordineli olarak bulundu, İslamofobi. Koordineli diyoruz çünkü
entrikaları sadece ABD kaynaklı zannetmek saflık olur. Asıl büyük entrika
İngiliz kaynaklıdır.
Avrupa’da İslam
karşıtı eylemlerde dikkat ederseniz muhafazakâr Hıristiyanlardan ziyade ırkçı
örgütler sahnede. Bu da bizim islamofobinin dini değil siyasi kaynaklı olduğu
tezimizi doğruluyor.
İslam karşıtı
eylemleri ırkçı örgütler kendiliğinden organize etmiş değillerdir. Biliyoruz ki
toplumları harekete geçiren yine siyasetleri doğrultusunda devletlerin
kendileridir. Uslu çocuk olmamızı isteyen İngiliz, Alman, Amerikan v.s.
vatandaşları değildir. Bizzat devletlerin kendileridir.
Vatandaşların
sözlüğünde ve hafızasında islamofobi diye bir kelime yokken ABD’de bir
araştırma yapılıp sonuçları yayınlanıyor. Tıpkı bize komünizm tehlikesinin
pompalandığı gibi insanlara “bakın İslam ve müslümanlar” diye bir tehlike
olduğu hatırlatılıyor.
Aslında Sovyet Rusya yıkıldıktan sonra bu plan
adım adım devreye sokulmuştur. İkiz kulelerin vurulması bu planın bir
parçasıdır. Yine dikkat edilirse o dönemde islamofobi diye bir olgu yok ancak,
alt yapı hazırlanıyor.
İnsanların
hafızasında hala böyle bir algı yok. İslam terörle bağdaştırıldıktan sonra
bunun bir adı olması gerekiyordu. Devlet olarak böyle çalışmanın arkasında
olmadığını göstermek için bunu bazı düşünce kuruluşları aracılığı ile gündeme
getirdiler.
Amerika’da Center
For american Progress (CAP) denen düşünce kuruluşu durduk yerde bir çalışma
yapıp rapor yayınladı. İslam düşmanlığını destekleyen kuruluşlar açıklanıyor.
Hatta daha ileriye gidip islamofobik eylemlerin finansörlerinin listesini ve bağış
makbuzlarını bile yayınlıyor.
Raporda
dezenformasyon yaparak medya dünyasında İslam düşmanlığı yaratmaya çalışan
kuruluşları sıralanıyor. Bunlar; Fox haber kanalı, David Horowitz Freedom
Center, Pamela Geller ve Atlas Shrugs, Washington Times ve bazı kişiler.
Aslında bunlar
zararlı faaliyette bulunuyor, böyle bir şey yok denmiyor. Topluma, böyle bir
tehlike var hazırlıklı olun mesajı veriliyordu. Toplum bilinçlenecek ki bir
sonraki aşamada, İslami terör yaklaşıyor diye eylem yapmaları sağlanacak.
Bu arada bizde bu
konuda destek olacak örgüt, kuruluş, cemaat ne varsa çalışmalar yapılmış alt
yapı hazırlanmıştı.
Amerika’nın
bildiğimiz çalışma şekli, bir ülkede sıfırdan yapılanmaya gidip zaman harcamak
yerine mevcut, etkili bir örgütü kontrol altına alıp onun vasıtası ile
planlarını gerçekleştirmektir.
Eski Amerikalı
diplomat Robert Marro “ Amerikalıların, şeriatın ülkelerine getirileceğine dair
korkuları olduğunu, özellikle Yahudilerin, dinler arası hoşgörü grubunun buna
karşı çıktığını söylüyordu. Nasıl oluyorsa 2014 yılına göre 318 milyon nüfusu
olan ABD’de, 2 milyon 400 bin nüfusa sahip müslümanlar şeriatı getirecekler.
Marro; özellikle
Yahudilerin Müslümanların yanında durmasının olumlu etkileri olduğunu,
Müslümanların yaşadıklarının kendilerinin Almanya’da yaşadıklarına benzediğini
söylüyordu.
Meselenin nereye
bağlandığını görmeyen akılsız güruh, hala hoşgörü, dinler arası diyalog demeye
devam etsinler. Amerika’nın İslamı yaymak isteyen bir cemaate ve onun Amerikan
politikasına hizmet eden, dışarıdan girdiği imtihan ile ilkokul mezunu olan vaizine
kucak açmasını, dine hizmet olarak görmeye devam etsinler.
İnsan hak ve özgürlükleri
bağlamında Müslümanların dini inançlarını daha iyi yaşaması için AK Parti
iktidarı döneminde bazı değişikliklerin yapılması Amerikan politikasına ters
düşünce bu örgüt devreye sokuldu.
Anlaşma bu değildi
çünkü. Ak Parti başlangıçtaki konuşmalara sadık kalacak, Amerika’nın Ortadoğu
politikalarına destek verecekti. Yani bile bile lades denecekti. İktidar bu
politikaların ülkemiz faydasına olmadığını anlayıp bağımsız politika üretmeye
başlayınca ipler koptu.
Planlarında etnik
bölünme olduğundan, dinin bağlayıcı çimento görevi görmesini ve bölünmeyi önlemesini
kabul edilemez buldular. O zaman İslam, islamla vurulacaktı. Üzerine bir de
İsrail karşıtı politikalar eklenince, politikaların mimarı hedef haline geldi.
“Karga besle ki
gözünü oysun” atasözünü bizzat yaşadık. Müslüman sandıkları insanlara
gerekenden bile fazla imkân sağlayan iktidara, yine onlar tarafından vurulmaya
başlandı. Muhafazakârların en rahat ettiği bir iktidara yine müslümanlar
saldırıyordu. Yukarıda sözünü ettiğimiz gibi aslında bunlar Müslüman değil,
İslamcılık oynayan piyon bir örgüt olmaktan öte gidememişti.
Devletin dış
politikasına bile sabotaj yapılıyordu. Çünkü bu politikalar batının
politikaları ile örtüşmüyordu. İktidar uslu çocuk rolünden çıkmıştı.
Müslümanların ellerindeki pankartlar, dövizler bile Türkçe değildi.
Ne hikmetse
Müslüman bir cemaati, İslam korkusu sarmıştı. Onlara hizmet eden sürü
psikolojisindeki insanlar ayılmasın diye adını koymamışları ama aslında bu bir
islamofobi idi. Kendi dininden, kendi dininin yayılmasından korkan Müslüman bir
güruh. Onlar bunun ne anlama geldiğini dahi bilmiyordu.
Onların bildiği şey
başlarındaki adamın peygamber niteliğinde, her şeyi bilen, bazen Kuran
ayetlerinde bile Allah’ın yanlış söylediği ama kâinat imamlarının bunun
doğrusunu söylediği idi.
Yazının başında
söylendiği gibi Robert Marro “ özellikle Yahudilerin, dinler arası hoşgörü
grubunun buna karşı çıktığını….” diyen cümlesini okuduktan sonra bu örgütün
güneydeki sevgili ülkeye bağlılığını anlamak zor olmasa gerek.
Farkında olmasalar
bile bunlar islama çelme takan, Müslümanların refahına adeta kurşun sıkan,
sahip olduğunu sandığı dinin yayılmasından korkan Müslüman islamofobiklerdi.
Tarih Hıristiyan ve Musevilerle iş birliği yapıp, dindaşlarına saldıran
müslümanlar diye yazacak bunları.
4.1.2015
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder