Bugünün
Türkiye’si değil, bugün dünyanın içinde bulunduğu siyasi durumu anlamak için
yüzyıl geriye gidelim diyorum hep. Hatta 160 yıl, 170 yıl geriye gidelim. O
zaman dünyaya çekidüzen vermek isteyen aktörlerin, şimdi yine devrede olduğunu
göreceksiniz.
Birinci
Dünya Savaşı öncesi emperyalist devletlerin ve küresel güçlerin birbiri ile
mücadele içinde olduğunu bilmiyorsak, imparatorlukları parçalayan zihniyeti
anlamıyorsak, bugünü anlamak mümkün olmaz.
Bazen
sohbetlerde o dönemlere ait bilgileri paylaşırken muhataplar nedense hemen
konuyu getirip Erdoğan’a bağlıyorlar. O zaman Erdoğan yoktu diyorsak da pek
inandırıcı olmuyor. Çünkü taraflar güdümlü füze gibi hedefe kilitlenmişler.
Eğer
o dönem yaşananları, ülkeyi selamete çıkarmak isteyen İttihat Terakki’yi, bizim
dünya savaşı dediğimiz petrol savaşlarını anlamıyorsak, ne coğrafyamızda
yaşanan sınır düzenlemelerine, ne de iç politikada yaşananlara anlam
verebiliriz.
Dünyaya
yön veren küreselcilerin planı her zaman tutmuyor tabi. Bir plan tutmazsa, onun
yedeği vardır. O da olmazsa yedeğin yedeği. Yine tutmazsa yedeğin, yedeğinin,
yedeği. Yani, A-B-C derken alfabedeki harf sayısı kadar planları vardır.
Bazen
bir plan öyle birkaç gün değil, 50 yıl, 60 yıl ertelenmiş olabiliyor. Mesela
Osmanlı’nın yıkılması için bütün tezgâhları hazırlayan İttihat Terakki’nin
gölge başkanı İngiliz casus Aubrey’in “Kürtler şu anda birlik olmaya ve devlet
kurmaya hazır değiller “diyerek planı ertelediği gibi. Ne zamana kadar? Bazı
insanların batıda yetiştirilip ülkeye gönderilinceye, PKK’nın kurulmasına, PYD,
YPG adında örgütlerin açıktan silah desteği sağlanmasına kadar. O gün geldi mi
bilmiyorum, hep birlikte düşünelim.
Yahut
Mark Sykes’in casus Aubrey’e yazdığı mektupta “Onlar çöl bedevileri ve
Türklerden tüm hücreleri ile nefret ediyorlar…..Daha sonra bir bahar
ihtilalinde tüm şimali çöl kabileleri ile görüşülebilir. Aneze, Beni Sadr,
Dürzîler, Advan. Eğer tüm bu sürüler batıya götürülürse Türkler tamamen felce
uğrayacaktır” dediği gibi. “Bir bahar ihtilali” ile “ şimdi yaşanan “Arap
Baharı” arasında bağ kuramıyorsak, bilmem kaçıncı yedek planla muhatap oluruz.
Seçimler
yaşıyoruz, referandumlar yaşıyoruz ama aslında ülkemizde neler olduğunu
anlamıyoruz. Bunu, ülkeyi seçimlere, referandumlara götüren siyasiler anlıyor
mu bilmiyorum. Sanki anlamıyor gibi geliyor bana. Çünkü kullandıkları
argümanlara bakınca o kanaat oluşuyor insanda haliyle.
Nisan
16’da yapılacak referandum için tarafların kullandığı sloganlara bakın. İçi boş
sloganlar. İki tarafta bir şeyler söylüyor, şartlanmış insanlar içeriğe
bakmadan peşlerinden gidiyor. Evet diyenler, aslında sadece tek bir madde için
anlamsız ve gereksiz maddelerle süslenmiş değişikliğe oy verecekler. Slogan
çift başlılığı ortadan kaldırmak, koalisyonları önlemek. Hayır diyenler, tek
adamlığa karşı oldukları için oy verecekler.
Mevcut
Cumhurbaşkanı ve Başbakan seçildiği müddetçe aslında çift başlılık söz konusu
değil. Ama vatandaş yine de çift başlılık olmasın diye oy verecek.
Tek
adamlık ne kadar kötü? Osmanlı padişahlık değil miydi? Cihan devleti olarak
dünyaya yön veriyordu. Hala dünyada krallık olan rejimler yok mu? Belki bu da
öcü değil. İngiltere krallık değil mi? O zaman iki tarafta konuya vakıf değil
demek kalıyor geriye.
Ergenekon
yargılamaları yaşandı bu ülkede. Vesayet rejimini kırdık. Bavullarla belge
vardı. Darbeci subayları kolundan tutup attık içeriye. Bunlar Amerikanın emri
ile darbe yapacak olanlardı. Ordu onlardan temizlenince rahata erdi ülke. Daha
sonra belgelerin uyduruk olduğunu anladık. Bir şeyi daha anladık, belki darbe
düşünenler var olabilirdi içlerinde ama aslında biz Amerikan işgaline direnecek
askerleri temizlemiştik. Reis “vesayeti kıracağız” diyordu. Yanlış olabilir mi
diye düşünmedik hiç. Meğer bu bir Amerikan projesiymiş dedik sonunda.
Daha
önce de referandum yapmadık mı? Neyi değiştirmiştik? O zaman yapılan değişiklik
ile ülkeye daha demokratik olmanın yolunu açmıştık. Hatta o değişikliği
Pensilvanyalı Papaz ve ekibi de desteklemişti. Hani Kuran ayetine ters düşen
sözleri için “hocam diyorsa doğrudur” diyen şakirtlerin desteklediği. Şimdi
“Reis diyorsa doğrudur” diyenler, o zaman da aynı sözü söylemişti.
Devletin
bütün kurumları hile ile Amerikalıların eline geçmiş lakin biz farkında
değildik. 2010’da evet derken daha demokratik bir yapı olacak diyorduk. Yüksek
Yargı mensupları, yine yargı mensupları tarafından seçimle belirlenecekti.
İdeal olan bir metod değil mi bu? Ama bütün yargı işgal altındaymış. Seçim
yapmaya bile gerek yokmuş. Papazın işaret ettiği insanları, seçim yapmadan da o
makamlara oturtabilirdik aslında. Pek fark yokmuş direk atama ile seçimin
arasında.
MİT
krizi ve 17-25 Aralık yaşanınca anladık ki birileri devleti ele geçirmiş, meğer
bizim demokratik olsun diye değişiklik yaptığımız anayasa referandumu bir
Amerikan planıymış aslında.
Çözüm
denen meselede onlarca yazı yazdık. Bu plan yanlış, görüşülmesi gereken
insanlar bunlar değil, vatandaş ile görüşün diye. Kafamıza yatmıyor ama buna
rağmen bu ülkede eğer huzur olacaksa, şeytanla bile görüşülebilir, demek bir
bildikleri var, olsun deneyin dedik. Hendekler kazılınca, hatta çözüm var diye
hendek kazılmasına bile ses çıkarılmayınca, şehirler, ilçeler peş peşe özerklik
ilan edince, anladık ki bu da bir Amerikan projesiymiş.
Fazla
uzatmaya gerek yok. Şimdi de referandum yapıyoruz. Yine Reis bunun iyi bir şey
olduğunu söylüyor. Gerçek manada Reis’in iyi niyetinden şüphemiz yok. Biz de
“Reis diyorsa doğrudur” diyoruz. Etrafındaki Türk isimli Amerikalı v.s.
danışmanlar falan temizlendi mi bilmiyoruz Reis bu kararı alırken.
Bu
anayasa değişikliğini MHP’de desteklemekte. Sayın Devlet Bahçeli’nin milli
oluşundan zerre kadar şüphemiz de yoktur. Cumhurbaşkanlığı seçiminde Sayın
Bahçeli CHP ile işbirliği yapmış, çatı adayını desteklemişti.
O
zaman Sayın Bahçeli doğru düşünüyordu. Bugün Sayın Bahçeli’ye karşı olan “Hayır”
cılar o zaman karşı değildi. Çünkü düşünmeden Erdoğan karşıtlığına oy
veriyorlardı. Hâlbuki “çatı adayı”, Pensilvanya’nın adayı idi. Yani Amerikan
projesiydi.
Geçen
gün muhafazakâr medyada yer almayan bir haber gördüm. Cumhurbaşkanı başdanışmanı
fikirlerini açıklamıştı. Medyada, yalan haber yapmak moda olduğu için bu haber
doğru mu diye sordum. Sosyal medyada tek kelime yazan olmadı. Muhtemelen kimse
o tiwitimi görmemişti!
Başdanışman
Sayın Adnan Tanrıverdi şöyle diyordu.”Eyalet sistemi getirilmelidir. Türkiye
Cumhuriyeti’nin taşra teşkilatı ve devletin yönetim şekli yeniden
düzenlenmelidir. Devletin kurumlarında ve uluslararası ilişkilerde resmi dil
Türkçe olmalıdır….Devletin resmi okullarında isteyen Kürt vatandaşlarımıza
Kürtçe eğitim hakkı sağlanmalı, ikinci dil Türkçe olmalıdır.” Bunları okuyunca,
acaba iki yıl sonra 16 Nisan referandumu, Amerikan projesiymiş diyeceğimiz bir
an gelir mi diye düşünmeden edemiyor insan.
İster
evet deyin, ister hayır ama yanlış olan şeylere de yanlış deyin ki,
icracı makamlar yanlış olduğunu anlasınlar. Yoksa küresel yöneticilerin A, B, C
hatta yumuşak (G) planlarına muhatap olmaya devam ederiz.
17.2.2017
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder